Ahmed KALKAN

17 Şubat 2016

ŞEHİDLİK RUHUNUN YENİDEN CANLANMASI

Şubat ayı, güneşe dayanan ayların en kısası olmasına rağmen herhalde en bereketlisi. Şehâdet ayı. Şehidlerimizin çoğu bu ayda ölümsüzleştiler. Şubat ayı, şehidlerimizin izini gündemleştirmemizve bizim de şehâdetle ilgimizi yeniden gözden geçirmemiz gereken bir ay olmalıdır.

Toplumun ve içindeki bireylerin sayılamayacak kadar kapsamlı dertlerine temel çözüm; her iki anlamda şehâdet kavramının ihyâ edilmesidir. Tevhid/şehâdet şuuru olmadan şehidlik bilincinin de olmayacağı, uzunca zamandır her ikisinden de mahrum bırakılmanın ölümcül acılarıyla kıvranan toplumun şâhitliğiyle ispat edildi. Şehidlik istek ve arzusunu dirilttiğimiz anda ve o oranda kendimizin ve içinde yaşadığımız toplumun da dirileceğini, bunun dışındaki ıslah çabalarının delik kaba su doldurmaya çalışmak cinsinden olduğunu artık bilmek zorundayız.   

Şehid,Tevhidmücâdelesinin ebedî şâhididir. Hakk’a ve hakikatlere, gözüyle görmüş gibi şâhid olan şehâdet eridir. Seven, sevdiğinin yolunda, sevdiğinin isteğini seve seve fedâ edendir; Şehidlik, bu hükmü kanıyla onaylayan sevdâlıfedâidir.

Şehid; ne adına, kime karşı ve niçin mücâdele ettiğini bilen kimsedir. Şehid, tuğyânın kurumlaşıp otoriteleştiği bir dünyada en güzel dâvânınsevdâsına tutulmuş müslümandır. Şehâdet/şehidlik, şehâdet kelimesini kuşanmakla, Allah’ın şâhidi olmakla mümkündür. Allah dışındaki bütün ilâhlara “lâ -hayır!-” demek, şehâdete giden yola girmektir. Çünkü gerçekten şehâdet kelimesini haykırmak, bütün dünyaya meydan okumak, bütün küfür dünyasını karşısına almak, şehidliğetâlip olmak demektir. Şehidlerin kanları, İslâmî değişim ve dönüşümün anahtarıdır.

Şehid; kendisinin yeryüzünde halîfe (2/Bakara, 30) olduğu bilincinde olan, “yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din tamâmen Allah’ın oluncaya kadar İslâm düşmanlarıyla mücâdele edilmesi gerektiğini” (8/Enfâl, 39) unutmayan bir dünya vatandaşıdır. İstanbul’u fethetmek için tâMedine’lerden gelip sur kenarlarında şehid olanların yolunu sürdüren ve dünyanın en uzak noktasındaki mazlumlara yardım için kıtalar arası seferleri en güzel seyahat kabul edenlerin yoludur şehidlik.

Şehid; öyle bir öğretmen ve tebliğcidir ki, yıllarca medreselerde/okullarda verilen derslerin, ciltlerce yazılan kitapların, belâğatlı dillerle yapılan tebliğ ve uyarıların sağlayamadığı bir netice ve kazancı sağlar.

Şehid; yarar-zarar hesaplarına radikalce mükemmel bir ders verir: Tek dünyalı insanların ölçülerine göre, şehidin yenemeyeceği bir düşmana kendini öldürteceğine, hayatta kalıp gücünü uygun zamanda kullanmak üzere saklaması daha faydalıdır. Gâlip gelemeyeceği, sonucunu dünyada göremeyeceği bir mücâdeleye girmemesi gerekir. Böyle düşünenler şehidi anlayamazlar. Anlasalar böyle düşünmezler.

Şehidlik; sayıyı, maddî imkânların üstünlüğünü gözlerinde büyütenlere; pragmatizm ve determinizmin vazgeçilmez olduğunu zannedenlere en güzel cevaptır. “Boşu boşuna ölmek”, “kendine yazık etmek”, “kendini tehlikeye atmak”, “siyaset bilmemek...” gibi ithamların, şehâdetin zevkini bilmeyenlerin bahâneleri olduğunu haykırmaktır. Bu, tek dünya merkezli iddiâlar, şehâdet vâsıtasının hizmet ettiği gâyeyi bilmeyen veya önemsemeyip saptıranların anlayışlarıdır. Gâye, küfre/fitneye karşı maddeten gâlip gelmek, onu yıkmak, yönetimi değiştirmek, yeryüzüne hâkim olmak olunca, bu amaca götüren araç ve yöntemler de ona göre seçilir. Şehid için bunlar gâye değildir, olamaz. Bunlar, önemli olmasına çok önemlidir, ama amaç değildir. Amaç, Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Yeryüzünde egemen olmak ise, bu amacın doğurduğu bir sonuç, bir lütuftur. Bu ince çizgi İslâm inkılâbıyla herhangi bir devrimi, şöhretli herhangi bir kahramanla şehidi birbirinden ayıran çizgidir. İhtilâllerin amacı bir memlekette (veya yeryüzünde) egemen olmaktır. Müslümanlar ise cihadla görevlidir. Egemenlik (ve zafer) cihadın celbettiği, Allah’ın rızâsının sonucu lutfedilecek bir kazanımdır. Ancak müslümanlar bu kazanım için değil; sadece Allah’ın rızâsı için cihad eder. Sonunda bu kazanım (hâkimiyet) olsun veya olmasın, birinci derecede önemli değildir. İşin o cephesi Allah’a bağlıdır. Ve Allah’ın sünneti odur ki, her zaman müslümanlar dünya ölçeğinde başarılı olamazlar. Allah, zaferi insanlar arasında evirir çevirir:

“Biz, zafer günlerini insanların arasında çevirir dururuz. Bazen bir kesimine, bazen diğer kesimine zaferi nasip ederiz. Tâ ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şehidler/şâhidler edinsin. Allah zâlimleri sevmez. Bir de (böylece) Allah, iman edenleri günahlardan temize çıkarmak, kâfirleri de helâk etmek ister. Yoksa, Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” (3/Âl-i İmrân, 140-142).Zafer, muvaffâkiyet/başarı yalnızca Allah’ındır, o dilediğini başarılı kılar(3/Âl-i İmrân, 126). Yine unutmamak gerekir, Allah mü’minlere yardım için söz vermektedir (30/Rûm, 47; 2/Bakara, 214). “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır. Müşrikler istemeseler de, dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidâyet ve hak ile gönderen O’dur. Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticâreti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasûlüne iman eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemîninden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah’tan yardım/zafer ve yakın bir fetih. Mü’minleri bununla müjdele!” (61/Saff, 8-13)

Birçok peygamber gelmiş, ömürlerini Allah’ın rızâsı doğrultusunda tebliğ ve cihada harcamışlardır. Fakat bazıları küçük bir ümmet/cemaat bile oluşturamadan gitmişlerdir. Bu, mağlûbiyet ve başarısızlık mıdır?

Maddî ve zâhirî yönden “evet!” Hz. Nûh da, dünya ölçeğinde mağlup olduğunu belirtiyordu: “(Nûh) Rabbine; ‘Ben mağlûb oldum, yenik düştüm, bana yardım et!’ diye yalvardı.” (54/Kamer, 10). O Nûh (a.s.) ki, her türlü yöntemi denemiş, gece-gündüz, gizli-açık tebliğ etmiş, tebliğ etmişti(71/Nûh, 5-9). Hem de, dile kolay; tam 950 sene...   “Andolsun Biz Nûh’u kendi kavmine gönderdik de, o, dokuz yüz elli sene onların arasında kaldı.” (29/Ankebût, 14)

Ama hakikatte ve âhiret ölçeğinde onlar başarılıydı, gâlipti, gâyelerine ulaşmışlardı. Onlar, ne yaptılarsa Allah rızâsı için yapmışlar ve o rızâyı da kazanmışlardı. İnsan, sadece kulluk yapmak için (51/Zâriyât, 56), Allah’ın emir ve yasaklarına uyup O’na teslimiyetle itaat için yaratıldığına göre, bu görevlerini yapandan daha başarılı kimse olur mu?

Şehid;“Şehidlerin efendisi, zâlim sultan önünde hakkı haykırandır” (EbûDâvud, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 13) hadisini canıyla tasdik eden kimsedir. Şehid, kendi ölümüyle sonuçlanan eylemiyle, zâlimin maddî gücüne hiçbir zarar vermediği gibi İslâm saflarına da maddî açıdan hiçbir katkıda bulunmamıştır. Aksine; şehâdetiyle, kendi kişisel varlığını yok ederek İslâm saflarını, bir neferinin güç ve imkânlarından mahrum bırakmıştır; İslâmî hareketi yarar-zarar hesapları içinde yönlendirmeye çalışan zihniyete göre bu böyledir. Onlar, görmez veya göremez ki; İslâmî hareketin esas dinamikleri maddî imkânların ötesinde; ölçülemez, kolay anlaşılamaz mânevî dinamikler ve İlâhî yardımlardır.

Şehid, toplumun kalbidir. Şehidin kanı, bir uzvu olduğu topluma ulaştığında, toplumun kurumuş damarlarını harekete geçirir, canlandırır, bir kalp görevi yapar. Toplumu, içinde bulunduğu bitkisel hayattan (ot gibi yaşamaktan) kurtarır, canlandırır. 

Şehidlik, yaşamak için her çeşit zillete/şerefsizliğe tâlip olanların yaşadığı bir dünyada, çok şerefli bir ölümü (ebedî hayatı) seçmektir. Hayat süren leşlere, canlı cenaze durumunda olanlara en güzel dersi vermek için ölümsüzler kervanına katılmak demektir.

Ölüm istenmez, ama ölümden bin beter olan zillet hiç istenmez. Âdî birer korkak, alçak birer hâin olarak zillet içinde yaşamaktansa, şereflice ölüm elbette daha iyidir. Hem, şehidlik ölmek de olmadığına göre, ölüm istenmez, ama şehidlik istenir/istenmelidir. Şehidin de Rasûl’ün de tekrar tekrar istediği lezzettir şehid olmak. İnsan, müslümanca yaşayamıyorsa, müslümanca ölmenin yolunu mutlaka bulabilir. Bazen yerin altı, yerin üstünden daha güzeldir. 

Şehidlik; zulme, fitneye, Hakka isyâna; canla kanla karşı koymak, neticede kanın kılıca gâlip gelmesini sağlamak demektir. Dünya, şehid olmaya can atanlardan korkuyor. Hiçbir silâh, yerinde kullanılan şehâdet silâhından daha büyük olamaz. Şehid olmak isteyeni, hiçbir maddî şeyle korkutamazsınız. O daima gâliptir; ölse de, yaşasa da. Ölümden korkan tüm materyalistleri, yahûdileri, beşerî ideoloji mensuplarını ancak ölümden korkmayan şehâdete can atan yiğitler korkutabilirler. Görmüyor musunuz İsrâil’in taş atan gençten nasıl korkup üstüne tankla yürüdüğünü... Görmüyor musunuz 15 yaşındaki gencin/çocuğun elindeki taşla dünya ile savaştığını... Çeçenistan destanını... Irak ve Afgan direnişini, Bosna kıyâmını... (Ve Türkiye’nin uykusunu!.. Rejimin, Amerika safında, İsrail ve Amerika hedefleri doğrultusunda müslümanlarla, İslâmî simgelerle bilinçli-bilinçsiz mücâdelesini...)

Şehidler, ölümden korkmaz; bilirler ki ölüm, daha güzel bir diyara, asıl vatana göç etmektir. Bilirler ki şehidlik ölümsüzlüktür. Bilirler ki her şeyin olduğu gibi canın da sahibi Allah’tır (3/Âl-i İmrân, 26). O istediği zaman zâtenemânetini geri alacaktır. Ama, gönül rızâsıyla seve seve O’nun yolunda canlarını O’na takdim, fazladan ikrâma sebep olmaktadır. Allah, kendi malını, kulundan, çok büyük bedelle satın almak istiyor (9/Tevbe, 111). Onlar şehidliğetâlip olmakla ölümlerini erkene almış olmadıklarının (3/Âl-i İmrân, 154), sadece eceli/ölümü güzelleştirdiklerinin bilincindedirler.

"Allah yolunda öldürülenlere 'ölüler' demeyin. Bilakis onlar diridirler...” (2/Bakara, 154 ve 3/Âl-i İmrân, 169). Dirilikleri nasıldır? Nasıl, ne tür bir hayat yaşıyorlar? “Fakat siz onu hissedemez, anlayamazsınız.” (2/Bakara, 154). Şehidlerin hayatını tümüyle idrâk edemeyiz; künhüne vâkıf olamadığımız bir hayattır bu. Ancak, kabul ve tasdik ederiz, inanırız ve onlara ölü demeyiz. “Cansız” dediğimiz cisimlerin hayatını bilemediğimiz, atomlarındaki yazıları/şifreleri çözemediğimiz gibi... Tesbih eden (17/İsrâ, 44), İlâhî emânetin azametini idrâk eden (33/Ahzâb, 72), Allah korkusundan yarılıp paramparça olan, yuvarlanan (2/Bakara, 74) taşların, dağların hayatını bilemediğimiz gibi. Cin ve meleklerin hayatına vâkıf olamadığımız gibi. Berzah/kabir hayatını tümüyle idrâk edemediğimiz gibi... Âhireti tümüyle anlayamadığımız, rüyânın sırlarını, rûhî hayatın gizliliklerini çözemediğimiz gibi... Şehidlerinhayatını da tümüyle anlayamayız. Ama tüm sayılanlara iman ettiğimiz gibi, şehidlerin yaşadığına, hem bizimkinden çok daha güzel bir hayat sürdüklerine de inanırız.        

İnsan nasıl olsa ölecek, ecel ne bir sâniye önce, ne bir sâniye sonra değil (7/A’râf, 34), tam vaktinde gelecek. Ama ölümün şeklini belirlemek biraz da bizim irâdemize bağlı; kahramanca, şereflice ölmek, yani ölümsüzleşmek veya sıradan biri gibi...

Tevhidin ve Hakkın düşmanları, İslâmî dâvetin önüne engel koymak üzere her zaman hile ve tuzak kurmuşlardır. Tevhid tarihi boyunca bâtıl güçler, dünyevî aşağılık çıkarlarına engel gördükleri Hakkın hâkimiyetini istemediklerinden, insanları Allah yolundan alıkoymak için cinâyetlerden, vahşet ve katliâmlardan geri durmamışlar, sayısız şehidin kanı karşılığında fethedilen İslâm topraklarını işgal etmişlerdir. Cihad ve şehâdetrûhundan başka bu zâlim işgalcileri durduracak bir yol yoktur. Bu şuurdaki mü’minler, tarih boyunca Tevhid bayrağını yere düşürmemişler, saâdet asrıyla birlikte tâğutlara bütünüyle kulluk yapıldığı hiçbir devir olmamıştır. Kutsal emânet, şehidler sâyesinde bize sağlamca ulaşmıştır. Şehid kanlarının yeşerttiği engin filizler Hak’tan başkası karşısında boyun eğmeyerek mukaddes değerleri korumuşlardır. Şehid kanlarının suladığı her toprak parçası, şehidlik mantığını öğretirken, üzerinde dolaşanlara sorumluluklarını hatırlatmakta ve şöyle haykırmaktalar: “Ey Allah’ın kulları, her şey Allah yolunda verilmeye lâyıktır; ama hiçbir şey Allah yolunda harcanmayacak kadar kıymetli değildir!”

Mukaddes tevhid sancağını yere düşürmemek, kutsal emâneteihânet etmekten kurtulmak için bugün, şehidlik şuurunu yeniden canlandırmak zorundayız. Unutmamalıyız ki bugün küfür cephesi, geçmiştekilerden daha mâsum, daha merhametli değildir. Hak ile bâtıl arasındaki mücâdele, günümüzde de en şiddetli biçimde sürüyor.

Hz. Hüseyin’in şehâdeti, asırlardır cihad, inkılâp ve şehâdetrûhunu nasıl etkilemiştir? SeyyidKutub ve onun gibiler hâlâ yaşamıyorlar, yoldaki işaretleri göstermiyorlar mı? Bak, bu şehid öğretmenler nasıl canlı dersler veriyorlar, hizmet ve cihad yapıyorlar... Onlar bu hizmetleri yaparken ölü de, iş-aş-eş uğraşısı içinde kaybolan bizler mi diriyiz?

Her hayırlı sosyal değişim, şehidlerin kanına ihtiyaç duyar. İslâmî inkılâbın, İslâmî değişim ve dönüşümün olmazsa olmazlarından biridir şehâdet. En büyük inkılâp, Kur’an’ın teorisini çizdiği, Hz. Peygamber’in uygulamasını yaptığı devrimdir. O inkılâp öncesi, nice zahmetlere, fedâkârlığa, şehâdetlere sahne olmuştur Mekke ve Medine. Selâm olsun Sümeyye’lere, Yâsir’lere, Ammar’lara, Bilâl’lara, Hamza’lara, Câfer’lere!

Yakın tarihteki devrimlere bakın. 1979 İran İslâm İnkılâbı yüz bini aşkın şehid kanının üstüne kurulmuştur. Ama bu rakam, 1789 Fransız Devrimi ve hele hele 1917 Rus İhtilâlinde akan kanlar ve telef olan canlarla kıyas edilince hiç de çok sayılmamalıdır. 

Bir buğday başağını düşünelim: Evimize ekmek olarak gelip bize enerji vermesi için hangi aşamalardan geçmiştir? Bir tohumun toprağa düşmesi, yere gömülmesi, çiğnenmesi, karanlık yer altı zindanlarında uzunca çile çekmesi, yarılıp/yaralanıp ikiye bölünmesi, ölmesi lâzımdır. Sonra bu aşamalardan geçen buğday dânesi, bir ölür, yüz dirilir (48/Fetih, 29). Şehidler de başak gibidir, bir ölür, bin dirilir.

Denilebilir ki Deniz Gezmiş ve iki arkadaşı 1971’de dâvâları için kendilerini fedâ etmese, komünizm için idam sehpâsına boynunu uzatmasaydı, belki 70’li yıllarda Türkiye’de bu denli ilerlemeyecekti komünizm. PKK dâvâsı da bâtıl dâvâ uğruna binlerce canın fedâedilmesiyle büyümedi mi? Onlar, cenneti olmayan bir dâvâ için, kendilerine göre yokluğu seçebiliyorlar da, müslüman gerektiğinde cennet karşılığı fedâi olamayacak mı? Canlı şehidler unutmaz ki, uğrunda ölünmeye/canlanmaya en lâyık dâvâ İslâm dâvâsıdır. Bâtıl ideoloji mensupları kadar çalışmayan, fedâkârlık yapmayan insanlar, sorumluluklarından nasıl kurtulacaklar? “İnsanlardan bazısı Allah’tan başkasını Allah’a eşler, benzerler edinir de onları, Allah’ı sever gibi severler. İman edenler ise Allah’ı daha çok severler...” (2/Bakara, 165)

Bâtıl dinler, beşerî dâvâlar ve ideolojiler uğruna, içi boş kavramlar için, ırkçılık, kan dâvâsı, toprak veya bâtıl simgeler uğrunda eziyet çekenler, ölenler normal görülüyor, hatta bu kimseler kahraman ilân ediliyorken; Allah yolunda öldürülenlere nasıl bakılmalı? "Ben de müslümanım el-hamdülillâh!" diyenler nasıl bakmalı? Bu bakış, bakanın kendisini iman aynasında görüp, imanının testi olmaktadır aslında.

İmanın, mü’min olmanın, mü’min kalmanın, müslüman olarak ölmek istemenin bir bedeli vardır. Cennetin bir bedeli vardır (2/Bakara, 214). Bedeli ödenmeyen inanç, taklitten öte gidemez. İmanda tahkîke ve yakîne ulaşmak için gereken bedeli eksiksiz ödemek gerekir. İman sözü, kuru bir iddiâdanibâret değildir; "inandım" diyen, en ağır imtihanlara tâlibim demektedir: “İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece ‘iman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır. Cihad eden, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlerden müstağnîdir.” (29/Ankebût, 2-3, 6) Nelerle imtihan olacağız? “Andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azalma ile imtihan eder, deneriz. Sen sabırlı davrananları müjdele!” (2/Bakara, 155) “Yoksa, Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” (3/Âl-i İmrân, 142) “Sevdiğiniz şeylerden infak edip Allah yolunda harcamadıkça birre (iyiliğe) eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.” (3/Âl-i İmrân, 92)

Allah yolunda savaş yapanları, cephede savaşan müslümanları görenler iyi bilir: Hayatta bu kadar nurlu, candan tebessüm edip gülen, huzur dolu yüzlere kesinlikle başka bir yerde rastlanamaz. Şehidlik için gönülden yalvaranları, en güzel duâyı dille ve fiille yapanları, düğüne gider gibi cepheye koşanları kalemle veya dille anlatmak mümkün değildir, onu gören ve yaşayan bilir ancak. 

Şehid, fânî varlığını Allah’a sunarak giriştiği alışverişte, kendisi için rızâ ve cennet satın alırken, geride bıraktığı cemaati için de, bu dinamikleri çağırmış olur. Şehid kanının bereketi ve fazîleti dediğimiz şeydir bu. Şehâdetin işlevi, Allah’ın gaybî imkânlarını, şehidin içinden çıktığı cemaat üzerine celbetmektir. Allah’ın rızâsına paraleldir Allah’ın yardımı; sünnetullah budur. Allah’ın rızâsı, Allah’ın yardımını neticelendirir. Şehidin mesajı, örnekliği, verdiği dersler, kanı ile kendi zamanında ve gelecekteki dâvâ kardeşlerine faydası ve Sünnetullah gereği Allah’ın yardımı ve zaferini dâvet ettirici olduğu gibi; âhirette de, içinden çıktığı topluma Allah'ın izniyle şefaat edebilecek, dünyada olduğu gibi âhirette de şehâdette (şehidlikte/şâhidlikte) bulunacak, hakkın şâhidi olacaktır.

Her şehid, dünya âleminde geriye kalanlara kutsal bir mesaj bırakarak gider. Hiçbir ölüm olayının şehidlik kadar derin muhtevâsı yoktur. Belki birkaç damla gözyaşı veya dramatik sessizlik... Fakat şehâdet, katiller cephesinde, bir bedenin varlığına karşı girişilen bir yok etme olayından ibâret olmayıp, hak ve hakikatin, adâlet ve doğruluğun yok edilmek istenmesine dayanır. Dolayısıyla ortadan kaldırılmak istenen, şehidin bedeninde sembolleşen hak, hakikat ve tevhid gerçeğidir. Dökülen her şehid kanı, aynı zamanda İlâhî dâvânınebediyyen pâyidar kalması için önden gidenlerin arkada kalanlara sorumluluklarını hatırlatma sadedinde bir mesajdır. İlâhî dâvâ uğruna canlarını fedâ edenleri anlayabilmek, ancak onların kaygılarıyla kaygılanıp, küfre ve zulme karşı onların duyduğu kutsal kini kuşanmakla mümkün olacaktır.      

Şehidler, kendi hayatlarını fedâ etme pahasına kutsal emâneti, tevhid şiarını, İslâm sancağını bize ulaştırdılar. Bizler, bu bayrağı taşıyabiliyor muyuz? Bizden sonraki nesillere bayrağı daha yükselterek teslim edebiliyor muyuz? Cevabımız “evet” ise, şehid olamasak bile şehidlerin şefaatini umabiliriz; “hayır” ise, hesap meleklerinden önce şehidlerin yakamıza yapışacakları endişesi taşımamız gerekir.

Şehidin kanı, hak ve bâtılı, adâlet ve zulmü birbirinden ayıran ölçü taşıdır. Şehid, halk kalabalıklarının, sırıtan yüzünü görmesine engel olan, bâtılın zulmünün maskesini yırtma görevi üstlenir. Hak yolunun tâvizsiz savunucuları olan canlı şehidler, başarısızlığın % 99 olduğunda bile bâtılla tokalaşıp uzlaşmazlar. Ezilir, ama sebat ederler; düşerler, ama dosdoğru çizgiden yalpalamazlar.  Hz. Hüseyin; şehidlerinseyyidi işte böyle birisidir. "Kahrolsun zillet" diyen, korkusuz peygamberin yiğit torunu Hüseyin gibi muhteşem mağluplardır asıl gâlipler, tarihe geçen, tarih yazanlar. Onu dünyevî olarak yenen, şehid edenlerin durumu mu? Kim, oğluna Yezid ismi koymuş ki bugüne kadar? Ya Hüseyin’lerin sayısı?! Hz. Hüseyin, bir destan kahramanı değil, baştan sona bir destandır, canlı destan! Kendisi için en çok ağlanılan, ama kendisine o oranda özenilen büyük şehid. Dâvâ adamının Hak uğruna ölebilenine, böylece ölümsüzleşenine Hüseyin’den daha güzel bir örnek mi aranır?    

Şehid Hasan el-Bennâ, şehâdet ehli mü'minlerin dünya görüşlerini ve hayata bakışlarını ne güzel özetler: “Gâyemiz Allah, önderimiz Rasûlullah’tır. Anayasamız Kur’an, yolumuz cihaddır. En yüce temennîmiz Allah yolunda şehîd olmaktır.” Bir başka şehidin de şu sözleri dünyaya dört eliyle sarılıp ölümden korkan insanımızın problemlerini teşhis olduğu gibi, kurtuluşun yolunu da gösterecek mâhiyettedir: “Biz gönül ehliyiz, akıl ehli değil. Akıl ehli, hayatta kalmanın bin bir yolunu hesap ederken; gönül ehli, şehâdet için bir yol bulma sevdâsındadır. Sırf akıl ehli olanlar, dâvâları için sadece tedbir peşinde koşarlar. Gönül ehli olanlar ise, dâvâları için önce kendilerini fedâ etmeyi göze alırlar. Her bir müslüman, inancına gönülle bağlanmalıdır; sadece akılla değil!”

Güzel ölmenin sanatı, hayatı güzel yaşamaktan geçer. Şehâdet, bir yenilgi, bir yitiri değil; bir seçimdir. Ölümden korkmayanı, şehâdete susamış olanı korkutabilecek bir silâh icat edilemedi, edilemeyecektir. Ne zaman müslümanların kurtuluş gemisi karaya oturmaya yüz tutsa, kanlarını altına pompalayarak onu yüzdüren ve yüzdürecek olan şehidlerimizdir. Şehidlik konusunda söylenmedik söz kalmamış olabilir; ama bu konuda yapılmadık henüz pek çok faâliyet, icrâcısını bekliyor. Esâsen, şehâdet makamı, “söz”denziyâde, “hareket”in, “eylem”in meyvesi değil midir? Son sözü hep şehid söyler. Çünkü o kanıyla konuşur. Fakat onun sözü, bir bakıma ilk sözdür. Her müslümanmücâhidin ölmeden önce ölüp, şehid olmadan önce şehid olması gerekir. Canlı şehid olamayana, canını şehid vermek nasib olmaz. Yenmek başkadır, kazanmak başka. Yenilmek başkadır, kaybetmek başka. Allah’ın askerleri savaşı kaybetse de, zaferi kazanırlar.

Bir kimsenin şehid olabilmesi için aranan ilk şart: Mü'min olmasıdır.Tevhid konusunda problemleri olanların, İslâm dâvâsına gönül veremeyen her çeşit kâfirin şehid olamayacağı bilinmeli ve bilmeyenlere bildirilmelidir. Hiçbir beşerî ideoloji mensubu bu makama eremez. Zira, kâfir zulmen öldürülse bile şehid değildir. Bu konuda, Uhud harbinde Peygamberimiz'e demir zırh ile yüzü örtülü ve silâhlı şekilde gelen kişinin; "hemen savaş mı edeyim, müslümanmı olayım?" diye sorduğunda, Efendimiz'in; "önce müslüman ol, sonra harb et" buyurması, onun da hemen müslüman olup, sonra savaşa katılıp şehid olması üzerine Rasûlullah (s.a.s.)'ın"Az işledi, fakat çok kazandı" (Buhârî, Cihad 13; Müslim, İmâre 144) buyurması önemli bir örnektir.   

Günümüzde İslâm'a düşmanlıklarıyla tanınan ideolojiler ve mensupları, şehid kavramını yozlaştırma gayreti içinde ve materyalist, ateist, ataist, laikçi kimseleri şehid ilan etme yarışındadırlar. Ancak Allah'ın yolunda öldürülenler şehid olabilirler. İslâm'ın dışında bir şeye itikad eden ve Allah'ın dâvâsının dışında bir dâvâ için ölenler, sadece ölüdürler. “İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler de tâğut (bâtıl dâvâlar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın düzeni ve tuzağı zayıftır.” (4/Nisâ, 76).Şehid olmak isteyen kimsenin, önce kimin yolunda olduğunu tespit etmesi gerekir. Şeytanın dostu olduğu halde şehidlik beklemek, şaşkınlıktır. O makam ve mertebeyi gözleyen ve özleyenlerin, önce Kur’an’ın istediği şekilde müslüman olmaları ve sadece Allah yolunda ve O'nun rızâsı için cihad etmeleri gerekir. 

Şehid olabilmek için ikinci şart: Akıl-bâliğ olmak; üçüncü şart da zulmen öldürülmektir. Şehid olabilmek için, öncelikle müslüman olmak ve Allah'ın yolunda savaşmanın şart olduğunu tekrar edelim. Müslüman olmayan Allah yolunda olamaz. Allah yolunda olmayan Allah için savaşamaz. Allah için savaşamayan da şehid olamaz. Allah nizamının hâkimiyeti dışında başka ideolojiler için ölenler şehid olamazlar. Tâğutî güçlerin birbirleriyle mücâdelelerinde ve savaşlarında ölen hiç kimse şehid değildir. Tâğutî güçlerin emri ile savaşan kimseler de, velev ki müslüman dahi olsalar, şehid olamazlar. "Kim i'lâ-yıkelimetullah için, Allah kelimesi yüce olsun diye (Allah'ın hükmünü yüceltip her şeyin üstüne çıkarmak için) savaşırsa, işte o, Azîz ve Celîl olan Allah yolundadır." (Buhârî, İlim 45,  Cihad 15; Müslim, İmâre 149-150, hadis no: 1904; İbnMâce, Cihad 13, hadis no: 2783)

Tarih boyunca şehidi olan dâvâlar yükselmiş, şehidden mahrum olan dâvâlar ise muvaffak olamamıştır. İki güzelden birine (9/Tevbe, 52) tâlip insanlar çoğaldıkça, canını, malını Allah yolunda fedâ etmeyi ve Allah Teâlâ ile yaptığı antlaşmayla cennet karşılığında canını satmayı (9/Tevbe, 111) gâye edinmiş Allah erleri çoğaldıkça; dâvânın hâkimiyeti yakın demektir. Çilesiz, zahmetsiz, sıkıntısız, ihtiyar kadınlar gibi evlerinin köşesinde oturarak zafer beklemek, ya da dört-beş yılda bir oy vererek iş yaptığını düşünmek, ancak cihad kaçkınlarının işidir. Şehâdete, zorluklara, sıkıntılara tâlip olmak, Allah'ın dinini hâkim kılmak için çalışmak; gerçek imanın alâmetidir. Ve bu iman sahipleri için neticede iki güzellikten biri (9/Tevbe, 52) vardır: Ya şehâdet, ya da zafer ve ganîmet; bir de Allah'ın rızâsı.

"Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse işte onlar, Allah'ın nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlihlerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştır!" (4/Nisâ, 69). "Şehid" kelimesinin sözlük anlamı, bilindiği gibi bir şeye şâhit olan "tanık"tır. Hayatının her yönünde onu uygulayarak imana şâhitlik (tanıklık) eden kişi şehiddir. Allah yolunda öldürülen kişiye de şehid denir. Çünkü o, Allah için isteyerek ölümü seçer. Doğru olduğuna inandığı şey için hayatını fedâ etmesi, kabul ettiği esasa şâhitlik yapacak kadar kesin inanmasının ve imanındaki ihlâsın bir göstergesidir.

Şehâdet, mutlaka kan ile sonuçlanmaz. Şehid, yatağında bile ölebilir. Nice insan vardır, cephede öldüğü, hatta şehid zannedildiği halde şehid değildir; nice insan da vardır ki, kendisine şehid denilmediği ve dünya ahkâmı yönünden şehidmuâmelesi yapılmadığı ve yatağında öldüğü halde, âhiret açısından şehid hükmüne sahip olur. Önemli olan kişinin şehid gibi yaşamasıdır. “Allah Teâlâ’dan bütün kalbiyle şehidlik dileyen bir kimse, yatağında ölse bile, Allah onu şehidlik mertebesine ulaştırır.” (Müslim, İmâre 157; Nesâî, Cihad 36; İbnMâce, Cihad 15) “Şehidliği gönülden arzu eden bir kimse, şehid olmasa bile sevâbınanâil olur.” (Müslim, İmâre 156).

Bir mü’minin ölüm şekli kadar, belki ondan daha fazla yaşayış şekli önemlidir. Ama, şu bir gerçek ki, hayata şâhid olmaya ve hayatı Allah’ın istekleri doğrultusunda düzenlemeye kalktığımızda da büyük bir ihtimalle şehidlik kapısı açılır. Bu yüzden şehâdeti, şâhid olmak ve şehid olmak şeklinde çift yönlü, ama bir bütün olarak anlamamız gerekir.

Nasıl öldüğümüz kadar, nasıl yaşadığımız önemlidir. Biz şuna inanıyoruz ki, şehid gibi yaşadığımız zaman, yatağımızda ölsek bile ölümümüz en az hayatımız kadar bu dine hizmet edecektir. Şehidin, sadece savaşta öldürülen olmadığından dolayı, Allah'ın ahkâmı için, Kur'ân-ı Kerim'in hâkimiyetini sağlama yolunda cihad/gayret eden, bu yolda ciddî çabalar harcayan veya en azından bunlara yardım eden müslümanlar, müslümanca bir mücâdele ile geçen hayatları nerede sona ererse ersin şehidsevâbı alacaklardır. Bir hadis-i şerifte de, "İnsanların fesâda uğradığı zamanda Peygamber'in sünnetine sarılan kişiye de (yüz) şehid sevabı verileceği" bildirilmektedir. Çünkü şehidin gâyesi ölmek değil; Kur'an'ın ahkâmına itaat, O'nun hükümlerinin hâkimiyetine çalışmak, Rasûl'ün sünnetine sarılmaktır. Bunu sağlayınca, savaş alanında ölmese de şehid sevabı alacaktır. "Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen yahut ölenleri hiç şüphesiz Allah güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, evet O, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (22/Hacc, 58)

Şehid, hadis-i şerifte ifâde edildiğine göre, karıncanın insanı ısırdığında ne kadar acı duyarsa, şehid olurken ancak o kadar bir acı duyar (Tirmizî, Fezâilu’l-Cihad 26; Nesâî, Cihad 35; İbnMâce, Cihad 16). Hayran olduğu şarkıcıyı dinlerken göğüslerini jiletleyenlerin, Yusuf (a.s.)'un güzelliğine bakarken ellerini kesen kadınların acıyı hissetmedikleri gibi, onlardan dâvâlarına daha sevdâlı olan şehidler de ölürken acı hissetmezler. Onun için, biz şehidlerimize acımıyoruz. Onlara rahmet okuyor ve kendimize acıyoruz. Şehid olmak (yani cephede düşman tarafından öldürülmek) gâye değildir; müslümanca yaşayan bir kul olmak, canlı şehid gibi yaşamak, Allah'ı râzı edecek şekilde yaşamak gâyedir. Allah'ın ahkâmının hâkim olması için kulluk yapmak gâyedir.

“... Muhammed’in canını elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda cihad edip öldürülmeyi, sonra cihad edip yine öldürülmeyi, sonra tekrar cihad edip tekrar öldürülmeyi çok arzu ederdim.” (Müslim, İmâre 103; Buhârî, Cihad 7; Nesâî, İman 24). Rasûlullah’ın bıraktığı tüm mirasa (ki, içinde yirmiden fazla savaş vardır) ve bu arzuya, temenniye katılıyor, altına kanımızla imza atacağımız günleri bekliyoruz. Hazineyi elde etmek için harâbeyi yıktıkları gibi, öteki dünyayı (hatta her iki dünyayı) güzelleştirmek için şehâdet, severek tercih edilir. Ama şehâdet/tevhid eri olarak şehâdet yolunda yürürken önümüze engeller dikilmiş, Mûsâ'nın denizi, İbrâhim'in ateşi veya Yusuf'un hapishanesi çıkmış, hiç önemli değil; ya geçeriz ya geçeriz!   

“Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Şimdi bizi şâhidlerden/şehidlerden yaz!” (3/Âl-i İmrân, 53). Selâm olsun tüm şehidlere, şehid gibi yaşayan ve dâvâsını yaşatan canlı şehidlere, şehâdetduâsı ve hazırlığı yapanlara!