Bayram KÜÇÜK

31 Ağustos 2009

SORUN IRKLAR DEĞİL SİSTEMDİR

Ezilenlerin, adalet isterken kullandığı kavramlar ve yöntemler sorgulanmalıdır. Ulus devletin faşist uygulamalarına karşı, faşistçe duruş ve istekler insanları ne adalete ne de mutluluğa götürür, diye düşünüyorum. "Batıla karşı batılca, yanlışa karşı yanlışça mücadele, insanları hürriyete götürmez ancak yeni bir köleliğin kapısını açar.”

 

Düşmanınızın size zulmettiğini düşünüyorsanız ve benzer yöntemlerle buna karşı koyuyorsanız, yapmış olduğunuz eylemler sizi başarıya ulaştırmaz. Ezilen tarafın mücadele yöntemi, tüm insanlığı bağlayan evrensel değerlerden oluşmalı ki,  mücadelenin haklılığı ve saygınlığı olsun.

 

İşin hükümet kanadına gelince, açılım çok iddialı sunuldu kamuoyuna, dolayısıyla hükümet çok ciddi adımlar atmazsa beklentilere cevap veremeyebilir.

 

Çünkü Türkiye devlet siteminin değişmezleri var, dokunulmazları var. Yaklaşık yüz yıllık bir ulus ve şoven yapı var. Kemalist ve Türkçü anlayışın egemenliği, baskısı var. Bunlar açıkça konuşulmadan, tartışılmadan, evrensel adalet yolunda bir takım adımlar atılmadan, kardeşlik hukuku öne çıkarılmadan hiçbir sonuç elde edilemez. Bu durumda ne dağdakiler iner, ne de bağdakiler bağcıyı dövmekten ve onun üzümlerini yemekten vazgeçer.

 

Önce Türkiye’de devlet sistemi, devlet yönetimi, resmi ideolojinin kanunları ve kavramları gözden geçirilmeli ve toplumun her kesiminin rahat, huzurlu ve güvenli yaşaması sağlanmalı. Yapılacak olan açılım toplumun bir kesimine mesaj vermeye yönelik olsa da, toplumun genelinin bir takım beklentiler içinde olduğunu unutmamak gerekir. Toplumun her kesiminin aşılması gereken sıkıntıları, problemleri var. Adalete dönük açılımlar sadece bir etnik yapıya dönük olmamalı.

 

“Kürt açılımı” yerine “Adalet ve özgürlük açılımı: Toplumun her kesimine ve hemen şimdi” denilse ve yola çıkılsaydı çok daha isabetli olurdu.

 

İş bu noktaya gelmişken, hükümet çok ciddi ve geri dönülmez adımlar atmalı, sitemle ve tabulaştırdıklarıyla yüzleşebilmelidir.

 

****

 

Nedir mesele!

 

İsimler ve izm’ler değişse de, insan için sorunların değişmediği mesele; güç ve egemenlik kavgasıdır. Gücün merhametsizliği, zayıfların birbirine olan merhamet eksikliği…

 

Mesele; tahammülsüzlük, yok sayma ve duymazlıktan/görmezlikten gelmedir.

 

İktidarı tekelleştirme, elinde olanı paylaşmama, adaleti tesis etmemektir.

 

“Hayır, sen yoksun” demek ve zayıfı ezmek, acımasızca yok etmektir.

 

Mesele; insanı insanlığından çıkaran dayatmalar, insanı, insan yapan değerlerden uzaklaştıran yasaklardır.

 

Öldürmektir mesele, fıtratları, bilinçleri, renkleri, doğayı, nesilleri öldürmektir.

 

Mesele; “Sen taşsın, sen taşsın, sen taşsın…” demek, herkesi “Ne Mutlu Taşım Diyene” elbisesine sokmaya çalışmak ve taşlaştırmaktır yürekleri ve beyinleri.

 

Mesele; insanla iletişime geçmemektir.

 

Dezenformasyonun ve manipülasyonun yoğun olduğu bu çağda, erdemden ve ahlaktan yoksun bir iletişim, iletişimsizliğin ta kendisidir.

 

Böyle bir iletişim kişileri ve toplumları ancak kaosa götürür, ki bugün ekranlardan yayılan kaostur meselenin bir yönü de.

 

Mesele; kâinattaki, doğadaki o döngüyü, değişimi, devrimi, sonsuzluğa gidişi anlayamamaktır.

 

İç dünyamıza gidip, yoktan var oluşun aynasında kendi mucizemizi görememektir, yeniden yaşayamamaktır.

 

İnsanı insan yapan değerlerin, sekülerizmin tezgâhında alınıp satılmasıdır.

 

Kapitalizmin kucağında, varlık içinde yokluk çeken, anlamından koparılıp yalnızlığa itilen insandır mesele.

 

Mesele; yeryüzünde cenneti arayan insanın, bu uğurda başkalarının varlığına son verirken cinnet halidir…