Ahmed KALKAN
SURİYE'DEN MEKTUP VAR
Suriye'den Bir Talebe Arkadaş Son Gelişmeleri Aktarıyor
(Suriye İzlenimlerimle ilgili daha önce 2 yazı yazmıştım. Sitemizi takip eden bazı okuyucular, üçüncü yazıyı bekliyorlardı. Ben de izlenimlerimi genel olarak anlattığımı düşünüyor, orijinal ve başkaları tarafından gündeme getirilmeye çok yeni bilgilere sahip olamadığım için üçüncü yazıyı yazmakta acele etmiyordum. Suriye’den tanıştığımız orada okuyan bir kardeşimiz, bana bir mektup gönderdi. O mektubu, aynen iktibas ederek, yazı dizimizin üçüncüsü niyetiyle yayınlıyorum. -Ahmed Kalkan-)
es-Selâmu AleykümSûriye’de gösteriler büyüyerek devam ediyor. Lâzkiye, Hama, Hıms (Humus), Banyas, Der’a, Deyrızzôr ve diğer tüm şehirlerde halkın isyânı geri dönüşü olmayan bir merhale aldı. 1 milyonu aşkın nüfûsuyla Der’a halkı için ok yaydan çıkmış durumda. Bu insanların Allah’ın izniyle –Rabbim kendilerine nusret nasîb eylesin– geri dönüşü yok. Elektrik ve telefon hatları kesilmesine ve su depoları vurulmasına rağmen sürekli yürüyüşler ve protestolar devam etmekte. Her Cuma, hatta birkaç haftadır her gün şehit veriyorlar.
Şam ve Haleb’in ise rîfinde, çevre köy ve kasabalarında yürüyüşler protestolar yapılıyor. Şam’da Muaddamiyye ve Dûmâ bölgelerinde yaklaşık bir aydır bini aşkın asker sürekli bulunduruluyor. Asker konuşlandırdıkları bu bölgelerin bazı yerlerinde kum çuvalları/torbalarını yığıyorlar alenen… Savaş hazırlığı gibi aptalca bir görüntü…!!! Mütekebbir zâlimlerin korkulu halet-i ruhiyesinin bir yansıması…!!! Ebu’n-Nur’un (üniversite) yeni yurdunun bulunduğu Berze bölgesine geçen Cuma 3 tankla girdiler. Dumâ’dan okula gelen bir grup arkadaşımız var. Birkaç hafta önce herhangi bir eylem olmaksızın korkutup gözdağı vermek için öldürdükleri kişiler oldu. Bir âilenin iki oğlunu fırına giderken uzaktan dürbünlü ile öldürmüşler. İlki 16 yaşında, ekmek fırınına gidiyor, fırının önünde vuruyorlar. Geri gelmeyince âbisi arabayla arkasından gidiyor, onu da arabanın içinde vuruyorlar. Bu bölgelerde ciddî tepkiler oluştu ancak 2-3 haftadır yoğun bir asker yığımından dolayı ciddî bir eylem gerçekleşemedi.
Bu iki şehrin merkezinde şiddetli bir istihbârat baskısı ve tanzîm eden merkezlerin olmayışı sebebiyle tepkiler şimdilik çok büyümüş değil. Protesto gösterilerine çıkan çok samîmî arkadaşlarımız var. En ciddî problemin organize gerçekleştirecek bir merkezin olmaması olduğunu söylüyorlar. Kardeşler şahsî gayretleri ile güvendikleri kişilere ulaşmaya çalışıyorlar. Yâni bir nevî kulaktan kulağa, zira Facebook’taki sayfa istihbârat tarafında takib ediliyor. Ve protesto gösterisi olacağını anladıkları yâhut olabileceğine ihtimâl verdikleri câmilere güvenlik güçlerini yahut elleri sopalarla cami dışında sigara içerek bekleyen amelelerini (görevlilerini) yığıyorlar. Emevî Câmiine bu ameleleri (muhâberât denilen Nusayri sivil polisleri) taşıyan 8-9 otobüs her Cuma Dımeşk kalesinden Şâriu’s-Sevra’ya kadar diziliyor. Cuma namazı bitince geri dönüp otobüslere binerek defolup gidiyorlar.2-3 hafta Meydan’da 1000-1500 kişi toplanıldı. Câmiu’l-Hasen’de Cuma namazından çıkıp toplu yürüyüş yapıldı. Geçen hafta, beklenmeyen bir câmi olarak Nâbulsi’de küçük de olsa bir çıkış/eylem oldu. Bu hafta da orada bir eylem için sözleşildi, ancak, câmiin üçte birinden fazla istihbârat doluydu neredeyse. Kimse bir çıkış yapamadı… Bir de Nâbulsî’nin biraz aşağısında muhâberât şûbesi var, konum olarak pek de uygun değil. Muhâberâtın tahmîn etmediği bir zamanda (Cumâ namazı dışında) ve yerde toplanılabilir bundan sonra inşâallah. Şunu net bir şekilde söyleyebilirim: Bu idâre, dünyânın gözünün üzerinde olduğunu bilmese, Der’a gibi bir şehri haritadan silecek bir katliam yapmaktan zerre kadar tereddüt etmez. 2 haftadır siyâsetlerini değiştirdiler, ölü sayısını az tutuyorlar, tutuklananların sayısı artıyor: Sadece dün 1000’i aşkın kişi tutuklandı Suriye genelinde… Bu ne demek: Dışarıya yansıyan öldürme haberleri azalıyor, ancak içeriye girenin başına ne geliyor ve kaçı sağ çıkacak, bunlar bilinmiyor ve de basına yansımıyor. Yani tutuklama adı altında, perde altında kalan infâzlar gerçekleştiriyorlar!!!
Şam’da mel’ûn Hâfız Esed dönemine kadar nesillerdir Emevî Câmiinin hatîbliğini üstlenmiş ehl-i beyte mensûb ilim, erdem ve izzet timsâli bir aile var: el-Hatîb âilesi. 1986’da vefât eden Ebu’l-Ferac el-Hatîb’in şu anda Dımeşk’te faal olan Muâz, Abdulkâdir ve Mücîr el-Hatîb isimlerinde 3 oğlu bulunmakta. Nûreddîn ez-Zengî’nin (r.a.) inşâ ettiği ilk hadîs medresesi Dâru’l-Hadîsi’n-Nûriyye’yi tanıtan Rihle Dergisini’nin Âhiret sayısında bir yazı yayınlandı. Bu yazıda bu âilenin, uzun süredir yıkılmaya terk edilmiş bu medreseyi kendi gayretleri ile ayakta tutmaya çalıştıkları vs. zikrediliyor. Muâz el-Hatîb, bir dönem Emevî câmiinin hatibliğini yapmış daha sonra rejime ters düştüğü için Dıkku’l-Bâb isminde başka bir câmiye gönderilmiş, daha sonra ise bütün ders ve hutbeleri yasaklanmış bir zât; Uzun süredir Fırat Petrol Şirketinde çalışan Jeofizik Mühendisi bir âlim ve dâvetçi… Bir çok dünya ülkesine dâvet için rihleler (ilmî seyahatler) yapmış, halk tarafından çok sevilen ve itibâr sâhibi bir zât. 4 haftadır her Cuma istihbârat bürosunda kendisini tutup ertesi gün salıyorlardı. Ancak 2 hafta önceki Cuma günü (6 Mayıs, 2011) kendisini tutukladılar. Şu ana kadar kendisinden bir haber yok. (Bu haberi elinizden geldiğince yayabilirseniz iyi olur. El-Cezîra ve BBC’de kısa bir altyazı olarak geçti, ancak Türkiye’de pek duyulmadı.[1]
Talebelere gelince; Ebu’n-Nûr’un dil kurları durduruldu. 15 Mayıs’ta yeni kur başlangıcı var, ancak yeterli talebe olmadığından büyük ihtimalle açılmayacak. Davet ve Şeriat Fakültesi ve Şerî ma’hedlerin (yüksek okulların) geneli, imtihanlarını erkene aldılar. İmtihanı bitirenler ülkelerine dönsün diye. Ancak imtihan beklemeden dönenler de çok. Rusya, Dağıstan ve Çeçenistan öğrencilerinin %90’ından fazlası hükümetlerinin emri ile döndüler. Bunun dışında benim bildiğim kadarıyla genelde âilelerin çağırması ve ülkelerinde olan endişe sebebiyle dönüyorlar. Buna rağmen yine de Sûriye’de hâlâ epey talebe var. Benim bulunduğum Ma’hed 3 fasıldan oluştuğu için normal şartlarda Ramazan öncesine kadar devam sözkonusu. Öğrencilerin yarısından fazlası memleketlerine gitti. İdâre ilk 2 dönemde başarılı olan öğrencilerin bir dahaki sene gelirlerse sınıfı geçmiş sayılacaklarını açıkladı. Şimdilik Suriye’de derslere devam ediyoruz, ancak eski ciddiyet ve talebedeki rağbet kalmadı. Zihinler dağınık, bu sebeple benim arzum 3 faslın iptâl edilip yerine kalan talebeler için 4-5 esâsî dersi içeren bir devre düzenlemeleri. Zîra 20 dersle ilgilenecek tâkat ve ilgi yok umûmiyetle… Hayırlısı olur inşâallah… Türk âilelerin tamamına yakını, talebelerin ise çoğu Türkiye’ye döndü. Benim bildiğim kadarıyla genel durum bu… Rabbim hayırla netîcelendirir inşâallah.
Şam âlimlerine gelince, kalabalık kitlelere hitâb eden tanınmış 4 âlim var. Üsâme Rifâî, Naîm Araksûsî, Râtıb en-Nâbulsî ve Ramazan el-Bûtî. Bûtî maalesef sistemin sözcülüğünü üstlendi ve bir çocuk kadar dahi va’y/anlayışı yansıtmayan gülünç ve utanç verici açıklamalarıyla Emevî Câmiinde ve Sûriye kanalında kullanıldı. “Gösterilere çıkanlar halkın içinden olmayan, alnı secdeye değmemiş insanlar” gibi yapmış olduğu bâzı açıklamaların nereye varacağını bilemeyecek kadar çocuksu ve seviyesiz. Bâzen kalbimde ta’rif edilemez bir öfke duyuyorum, bâzen ise acıyorum kendisine, ömrünün som demlerinde var olan bütün îtibârını ve ilmî vasfını ayaklar altına almış zavallı diyor ve inşâallah kalbinde bir kıpırdanma olur da tövbe edip tavrını değiştirir, ömrünü bu zâlimlerin uşaklığını yaparak sonlandırmaz diye duâ ediyorum. Lâkin ilk his genelde kalbime gâlip geliyor. İnsanlardan niceleri kendisine bedduâ ediyordur Allahu a’lem.
Şeyh Üsâme er-Rifâî –Rabbim kendisini korusun ve izzetini arttırsın- olayların 2. ya da 3. haftasında nasihat bâbından girerek idârecileri uyaran, işlenen cürümler/hak ihlalleri ile yapmaları gereken değişikleri/ıslahatları beyân eden bir hutbe îrad etti. 48 yıldır yürürlükte olan, altında nesillerin ezildiği olağanüstü hal/sıkı yönetim kanununun kaldırılması, fikir mahkûmlarının (sücenâu’r-Re’y) serbest bırakılması, sömürge altında olmayan her insanın sahip olması gereken özgürlüklerinin verilmesi gerektiğini bildirdi. Bu hürriyet meselesinin çerçevesine giren özellikle dînî sorunları ve Eğitim Bakanı ile Dımeşk (Şam) Vâlisinin bu konulardaki hak tanımaz tutumlarını eleştirerek, bunların mutlaka halledilmesi gerektiğini ifâde etti. Halkın yatışmasını istiyorsanız bu ve benzeri diğer sorunlara kulak vermelisiniz mânâsında 40-45 dakîkalık bir hutbesi oldu. Cemaati Câmi’den tekbirlerle çıkıp Kefersûse’deki gösteriye katıldılar. Yarım asırdır sindirilmiş eski nesil içinden bir âlim olarak Üstad Rıfâî’nin, rejim ulemâsının destek verdiği ve diğer yaşlı âlimlerin de genelde sükût ettiği bir dönemde îrad ettiği bu hutbesinin Allah’ın izniyle kendisi lehine şâhitlik edeceğini ümîd ediyorum. Bir hocamızın dediğine göre kendisi bunun ardından tehdîd edilmiş ve Şam’da olayların büyümesi hâlinde bundan kendisinin sorumlu tutacaklarını söylemiş meş’ûm rejim. Bir sonraki Cumâ’da câmi 1500’den fazla emniyet kuvveti ile sarıldı, sonrasında olanlarla ilgili daha önce yolladığım mailde biraz yazmıştım.
Şeyh Naîm’in hutbelerinde sarâhaten bir çıkış yaptığını ben bilmiyorum. Kendisi devlete muârız, lâkin alenen bir tepki ortaya koyamıyor. Cuma sabah namazından sonra ‘Celsetu’s-Safâ’ isimli bir meclisi/dersi olurdu. Bu derste sabah 5,30’da dahi İmâm Câmii tıklım tıklım dolardı. Şam dışından taşradan gelen çok talebesi var Şeyh Naîm’in… Olaylardan sonra 3-4 saf ancak oluyor. Dışardan gelemiyorlar artık. Der’a asıllı bâzı talebeleri bize, üstadın husûsî meclislerinde ayaklananları destekleyen konuşmalar yaptığını bildirdiler. Allahu A’lem…Şeyh/Doktor Râtib en-Nâbulsî sükûtunu muhâfaza ediyor. 2 ya da 3 sefer hâriç bu olaylar başladıktan sonra kendisi hutbe ya da ders vermedi… Genelde talebesi veriyor hutbeyi. Geçen hafta hutbenin ardından tam kamet getirileceği anda bir genç kalkıp olaylarla ilgili bir açıklama yapmasını talep etmiş. Şeyh Nâbulsî müezzine bir dakika bekle deyip genci dinledikten sonra bu hususta internette bâzı yazılar yazdığını söylemiş ve namaza geçerek geçiştirmiş. Genel durum böyle… Rabbim hayırla netîcelendirsin diye sürekli duâ etmeliyiz….
Şeyh Vehbe Zuhaylî’yi soracaksındır belki? Lâkin Üstad Vehbe Zuhayli Sûriye hâricinde İslâm Dünyâsında çok meşhûr olmakla birlikte, Suriye’de zaten çok faal bir konumu yok. Şimdiye kadar idârecilerden hep uzak duran bir tavrı var. Hitâbettiği büyük bir kitle söz konusu değil. Üstadın Şam’da, genelde ilmî çalışmaları ve te’lîfatı için köşesine çekilmiş bir konumu vardı. Lâkin Diyarbakır’lı bir arkadaşımız küçük bir talebe grubunun katıldığı bir dersinden sonra, yanına sokularak görüşünü sormuş, kendisi de “Evlâdım, her şey ortada değil mi?” diye cevap vermiş. Ben, sistemin zulmüne destek verip uşaklık etmedikçe bu zâtlara ihtirâm gösteriyorum. Âlim olmak kalbinden korkuyu söküp atabilmesini zorunlu kılmıyor. Zâlim idâreci karşısında açıktan hakkı söyleyerek cihâdın en üstününü gerçekleştirmek her âlimin başaramayacağı ve her devirde ender ulemâya nasîb olan bir duruş. Bu yüzden Allah Rasûlü böyle bir cesâretin ardından öldürülen kişinin Hz. Hamza (r.a.) ile birlikte şehidlerin efendisi olacağını müjdeliyor.
Bu ayaklanmada başı çeken ve gençleri yönlendirecek olan genç âlimler. Allah’a hamdolsun ismini şimdi zikredemeyeceğim birçok genç hoca var. Özellikle rîfte gençlerle berâber hareket eden.
Birkaç hadîs-i şerîf ile sonlandırmak istiyorum: Rasûlullah (s.a.v.) ümmetini uyararak şöyle buyurmakta:إنهسيكون بعدي أمراء فمن دخل عليهم فصدقهم بكذبهم وأعانهم على ظلمهم فليس مني وليستمنه، وليس بوارد لي الحوض، ومن لم يدخل عليهم ولم يعنهم على ظلمهم ولم يصدقكذبهم فهو مني وأنا منه وهو وارد عليالحوض
“Benden sonra birtakım idâreciler/yöneticiler olacaktır. Kim onların yanına girer, onların yalanlarını onaylar/doğrular da zulümlerine destek olursa benden değildir, ben de onlardan değilim ve o kıyâmet gününde (Kevser) havuzunda bana gelemeyecektir. Kim de onların yanına girmez, onların yalanlarını doğrulamaz ve zulümlerine destek olmazsa o bendendir, ben de ondanım ve o kıyâmet gününde (Kevser) havuzunun başında benim yanıma gelecektir.” [2]
منأتى أبواب السلطان افتتن، وما ازداد أحد من السلطان قربا إلا ازداد من الله بعدا
“Sultânın/yöneticinin kapılarına gelen fitneye düşer. Bir kimse yöneticiye yaklaştıkça Allah’tan uzaklaşır.” [3]
..."نعم ما لم تقم على باب سدة، أو تأتي أميرا تسأله" قالالمنذري: المراد بالسدة هنا باب السلطان ونحوه
Rasûlullah’ın (s.a.v.) âzadlı kölesi Sevbân anlatıyor: “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben Ehl-i Beyt’ten miyim?’ dedim, sustu (cevâp vermedi). Sonra üçüncü seferde: “Evet, yöneticinin/sultânın kapısında durmadığın ve idâreciden/emîrden istemediğin müddetçe!” buyurdular. [4]
كنانتعلم اجتناب السلطان كما نتعلم سورة من القرآن
İmâm Şâfiî ile Abdullah b. Mübârek’in hocası Fudayl b. İyâd (r.a.) diyor ki: “Biz Kur’ân’dan bir sûre öğrenir gibi/öğrendiğimiz gibi yöneticiden uzak durmayı öğrenirdik”. [5]
İmâm Suyûtî’nin bu konuda seleften nakledilen rivâyetleri topladığı ve Ulemâ’nın sözlerini derlediği ‘Mâ ravethu’l-Esâtîn fî ademi’l-Mecîi ile’s-Selâtîn” isimli şahâne bir risâlesi bulunmakta. İmkân bulan ilim talebesi kardeşlerime bu eseri mutâlaa ve müzâkeresini tavsiye ediyorum. Aynı şekilde İmâm Gazâlî’nin İhyâ’sında Helal-Haram kitabının Sultanlarla/Yöneticilerle bir arada bulunma (Muhâlatatu’s-Salâtîn) bâbı da tam bu içinde bulunduğum zamânın konusu. Bizden öncekilerin düştüğü hatâlardan Rabbimizin bizleri muhâfaza etmesi niyetiyle bu husustaki İslâmî bilince sâhip olmak gâyesiyle bu husûsta dikkatli olmayız. Rabbim ümmetin âlimlerine ve bizlere basîret ve ferâset ihsân etsin. Allah’a emânet olun. Es-Selâmü aleyküm.
(M. İ. K. / Damascus - Syria)
[1] Allah’a hamdolsun 16 Mayıs pazartesi günü Muaz Hoca salındı. Bu yazıyı sana yazmaya başladığımda içerideydi.
[2] Kâ’b b. Ucra (r.a.)’dan Tirmizî, 2259; İbn Hibbân, 279; el-Müstedrek, I/79 …
[3] Ahmed b. Hanbel, 2/371-440; Ebû Dâvud, 2860; el-Beyhakî es-Sünenü’l-Kübrâ, 10/101
[4] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid 6/173: Taberânî, el-Evsat’da rivâyetetmiştir. Râvîleri sikadır.
[5] el-Beyhakî, Şuabu’l-Îmân 9418