Yasin AYDOĞAN
TE’LİF HAKKI
Ehli dünyayı, ranta şöhrete kulluk edenleri, sahip olduğu her bilgi ya da dökümanı, kendisine ait gören, satan ve pazarlayanları, te’lif ettikleri üzerinden köşe dönenleri, anlamak zor değil. Çünkü onlar öte dünyaya inanmıyorlar, ilahi rızayı bilmiyorlar. Varı yoğu elinde olan, elinde bulunanı çoğaltma, artırma çabasına giren ve rabbinden bihaber yaşayanlar, seküler zihniyetin mensubu olarak inançlarının gereğini yapıyorlar. Hadi onlar ticaret yapsınlar, satsınlar, kazansınlar, te’lif taleb etsinler.
İyi de bize ne oluyor?
Rabbimizin verdiği aklı, zekayı, kalbi, eli, fikretme-fıkhetme kabiliyetini, bize verilmiş olan en büyük rızık-nimetleri (Kur’an, Peygamber) anlama-algılama yolunda kullanıyoruz. Kitab’ı indiren O, bize akıl ihsan eyleyen O, düşünme, anlama, hıfzetme, algılama, kaydetme yeteneği ve araçları veren O, bizim için peygamber tavzif eden O, bize yazmak için el veren O.
Ama te’lif hakkı-ücreti bize ait.
Nasıl oluyor bu iş? Ben hiç anlamadım, bir türlü anlayamadım.Allah’ın dinine hizmeti değil de bireysel rantı, kitab üzerinden para kazanma ve zengin olmayı hedefleyen bir ahlaka sahib, makyavelist, problemli, parazit kimseler çok zarar veriyorlar din-i mübin-i İslam’a. Ne zaman Allah’ın dinine hizmeti, her şeyin başında ve her şeye tercih etme fedakarlığını göstereceğiz?
Te’lif kelime olarak uzlaştırma, bağdaştırma, birleştirme, alıştırma, toplama, düzenleme gibi anlamlara geliyor.
Müellif de ism-i fail olarak uzlaştıran, bağdaştıran, birleştiren, alıştıran, toplayan, düzenleyen kimse-kişi demek.
Şimdi te'lif işini yapan, yani müellif kimse bu işi yaparken Allah’ın verdiği peşin değerleri alarak aklını, zekasını, iradesini bu yönde kullanarak bir takım fayda veren fikirler üretiyor, açılımlar sağlayarak inandığı davaya katma değer oluyor-olmaya çalışıyor. Bir kere peşinen kerim ayetleri ve efendimizin kutlu beyanlarını alıyor, iktibas ediyor, orijinal ayet metnini dilediği yerde alıntılıyor, o kerim ayetler üzerinden yorumlar yapabiliyor, bunu en tabii hakkı olarak görüyor. Buraya kadar tamam, işin bu noktasına varıncaya kadar bir yanlış yok, çünkü İslam’ın en aziz değerleri, tüm Müslümanların ortak değerleridir. Alınabilir. Çoğaltılabilir, üretilebilir, tüm Müslümanların istifadesine sunulabilir. Zaten kulluk yolunda bu, asli görevlerimizdendir ve muhakkak başaran-başarabilenler tarafından mutlaka ifa da edilmelidir. Yaptığımız-yapmaya çalıştığımız vasat kulluk gereğidir. Yoktan var etmiyoruz, olandan elimizde cevher olarak bulunandan, karınca misali çabalıyor ve yine Rabbimizin lutfu-keremiyle bir şeyler katabiliyor-yapabiliyoruz. Biz, bağ kuran aklımızla, hayata dair bir çok kavram arasında, uzlaştıran, bağdaştıran, birleştiren, alıştıran, toplayan, düzenleyen bir misyon üstleniyoruz hepsi bu kadar.
Ama gelin görünki iş burada kalmıyor, kendisini İslam’a ait aziz değerleri alma hakkına sahip görürken, kendi yorumlarına-katkılarına-ürettiklerine alıntı, baskı, çoğaltma yasağı getiriyor. Te’lif hakkı taleb ediyor. Yani tekeline alıyor, tekelleştiriyor.
Sonra bakın ne diyor “Te’lif hakkı bize aittir, her hakkı mahfuzdur, izinsiz çoğaltılamaz, basılamaz, alıntı yapılamaz. Haydaa!
Etrafınıza yüksek bir duvar örüyor, geçebilene helal olsun..
Tüm müslümanlara ait ortak kaynak-değerleri alabiliyor, lakin kendisine ait fikirlere kota uyguluyor.
Bu kafaya yazıklar olsun, yuh olsun.
Bir yayınevine ait Yasin-i Şerif ve Amme Cüz’ü çalışmasında girişte okuduğum ifadeler tansiyonumu o kadar artırdı ki utandım bir Müslüman olarak, yazıklar olsun dedim, biz bu kafa ile, Allah’a ait değerleri satarak, tezgaha sürerek, bu dinin tüccarlığını yaparak, rant düşkünlüğü ile, ihlastan uzak bir hal ile bu çağın insanına neyi nasıl taşıyabiliriz-taşıyabileceğiz? diye sordum kendime.
Diyor ki mezkur çalışmada özetle “Kitabı isterken mutlaka yazarın ve yayınevinin ismini verin, kopya olanları almayın, kopya kitablarda feyzu bereket yoktur, feyzu bereket olmayınca sevab ve faziletten mahrum kalırsınız, okumayın, bereketi azalır, aynı istifadeyi elde edemezsiniz. Mutlaka falan yazarın ve filan yayınevinin orjinal kitablarını isteyiniz.” Emin olun çalışma da tümüyle orijinal Arapça metinler ve meallerinden müteşekkil. Kayda değer bir fikir bile yok. Böyle bir anlayışa sahip dindaşlarım olduğu için utanıyorum vallahi…
Bu, ibreti alem bir misal.
Geçen gün bir başka çalışmanın giriş bölümünde şöyle bir ifadeyle karşılaştım ve gelecek adına ümidim arttı. İşte bunlar, hem dindaşlarım hem de kardeşlerim benim dedim…“Bizim yayınlarımızda mevcut her yazı müminlerin ortak değerleridir, kendi malınızı kullanmada nasıl özgürseniz bu yazıları kullanmada da o kadar özgürsünüz. Bizim yayınlarımızda, te’lifi falancaya aittir, basılamaz, çoğaltılamaz, asarız, keseriz gibi ifadeler kullanılmaz. Allah rızası olduktan sonra, bizim adımıza çıkan her ürün bizim değil sizindir, yayın hakkı da sizindir kendi malınız gibi kullanın.” İfadenin sahibine karşı içimde oluşan muhabbeti anlatamam, tanımıyorum ama o kadar dua ettim ki, içimden akıp gelen dualarıma mazhar oldu bu kardeşlerim..
Bu da bir numune-i imtisal.
Aslında ben bu kardeşlerimi tanıyorum ortak paydamız var. Bana peygamberleri (a.s) hatırlattılar.
Ne buyuruyorlar, Kur’an’ın diliyle sevgili efendilerimiz “Benim ücretim Alemlerin Rabbi olan Allah’ a aittir.” (Şuara 127-145-164)
Peygamberler te’lif hakkı-ücreti isteseydi halimiz nice olurdu..
Onlar ücretlerini Alemlerin Rabbinden istediler-beklediler, biz insanlardan istiyor-bekliyoruz.
Merhum üstadımız Muhammed Hamidullah onlarca eserin müellifi olarak her zaman şöyle dermiş yayıncılara, neşriyatla uğraşanlara “Bana ilahi rıza-ödül lazım size de para, size vasiyetim, eserleri okuyucuya en ucuza ulaştırmanızdır yeter ki okusunlar, istifade etsinler, ben hiçbir şey istemiyorum.”Bu bir tercihmidir sizce?
Kanaatimce bu İslami-tevhidi-asli-hakiki bir duruştur.
Ne kaybettiysek bu duruşu kaybettikten sonra kaybettik.
Kur'an'ı ta'b edip çoğaltırken, hediyesi şu kadardır şeklinde okuyucunun istifadesine sunarken, aslında bir edebi-hayayı izhar ederdi müslümanlar. Uygulamaya satış adı vermezler haya eder, bir edepsizlik yapmaktan çekinir-korkarlardı..Bu aynı zamanda kitab üzerinden dini ticarete alet etmeme ahlakının bir ihsası idi.
Şimdi ise o kadar çok şey değişti ki Allah'ın bize bir nimet olarak sunduğu anlayabildiğimiz-algılayabildiğimiz-kavrayabildiğimiz-üretebildiğimiz belkide sadece yaşadığımız çağla mukayyed ilahi lutuf olan, şükründen aciz olduğumuz fikirlerimiz için sınır çiziyor, kota uyguluyoruz.
Te'lif hakkı bana aittir diyebiliyoruz. izinsiz çoğaltılamaz, basılamaz, alıntı yapılamaz deme cür'eti sergileyebiliyoruz.
Ve dine hizmet ettiğimizi zannediyoruz.
Allah (c.c) encamımızı hayreylesin, kulluk yolunda bu kafayla cidden işimiz zor, bunu zorlaştıran da biziz başkası değil...