Ahmed KALKAN

08 Kasım 2011

VAN VE ERCİŞ'TEN İZLENİMLER, İBRETLER

    Bayram günleri içindeyiz, ama buruk bir bayram. Bayram etleri ve çikolataları  boğazımıza diziliyor, hırsız müteahhitlerin para hırsına kurban giden kardeşlerimiz, enkaz altında kalan umutlarıyla ayakta durmaya çalışan depremzedelerimiz bayrama hüzün katıyor. Onlarla hüzünlenmeyen vurdumduymaz nesillerin bizde bıraktığı hüzün ise daha büyük. Bir tarafta Filistin’de, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de Müslümanların, kurban sofrasındaki zeytin gibi kurşunlarla kurban giderken; diğer tarafta et bayramı yaparcasına gülüp eğlenen insanlarımız… Bir tarafta zihinleri, gönülleri işgal edilip kurban edilmiş bunca insanımız, neye ve kime kurban olduğunu bile bilmezken; diğer tarafta onları umursamayan, sadece rahatını düşünen halkımız… Ve bir tarafta nylondan çadırımsı bir örtü altında gece yağmurun ve karın altında barınmaya çalışan depremzede Erciş’liler dayanma ve katlanma ölçeğini yükseklere çıkarırken; diğer tarafta bunca nimetler içinde yüzdüğü halde şükür yerine şikâyetlere, ibâdet yerine isyanlara dalanlarımız… Empati yapmaz oldu insanımız. İnsan unutuyor; bugün kardeşine gelen musibet, yarın kendi kapısını da çalabilir. Rabbimiz bu konudaki sünnetullahı şöyle belirtiyor: “Eğer size bir zarar dokunduysa, elbette benzer bir zarar (başka) insanlara da dokundu. Zira o (iyi ve kötü) dönemleri Biz insanlar arasında döndürür dururuz ki, Allah iman eden kimseleri seçip ayırsın ve sizden hakikate şâhid olanları tesbit etsin; çünkü Allah zâlimleri sevmez.” (3/Âl-i İmrân, 140)

   Ankara’dan İLKAV, İstanbul’dan Hay-Der, Kalem-Der, Kur’an Nesli K.M., Akmer, İmkan-Der ve Kocaeli’den Zeynep-Der’in ortaklaşa sürdürdükleri organizasyon adına deprem bölgesini ziyaret ve toplanılan emanetleri mağdurlara ulaştırmak için benimle (Ahmed Kalkan) birlikte, Mehmet Pamak, Hamza Er, İLKAV yönetiminden Şahin Özdaş ve Servet Polat yer aldılar.

    İstanbul ve Ankara’dan katılımlarla oluşan heyet, bölgede faaliyet yürüten Müslümanlara ait kuruluşların çadırlarını da ziyaret ettik. “Yardım Kardeşliği” çerçevesinde çaba gösteren Müslümanların kuruluşları adına gerek yardım için bölgeye gelen gönüllülerle, gerek bölgenin mağdur olmuş halkının temsilcisi konumundaki kardeşlerimizle kucaklaştık, onlara buralardan  selâm ve dualar ilettik. Geçmiş olsun, başsağlığı, sabır tavsiyesi ve dua içerikli görüşmeler, deprem, imtihan ve sorumluklarımız konusunda, âhiret eksenli hayat tasavvurumuz üzerine sohbetler yaptık.

     Bize emanet edilen yardımları ulaştırmak, orada kurban kesmek isteyenlerin vekâlet ve emanetlerini ulaştırmak ve en önemlisi, musibete uğrayan kardeşlerimizle dertleşmek için Mehmet Pamak ve Hamza Er ile Van ve Erciş’e gittik. İbret alınacak nice sahnelere şahit olduk. Başakder Başkanı arkadaşımız Gültekin Keleş’in ve başka bazı kardeşlerimizin taziyelerine gittik. Küçük çaplı da olsa depremzede olduk, onların acılarını ve sıkıntılarını kısmen yaşayarak gördük. Van’da günlük hayat, bunca acıya rağmen devam ediyor, mağazalar, marketler açık. Ama Erciş ölü bir şehir görünümünde. İlçeye girerken, sanki milattan once içinde yaşanılıp yok olan bir şehrin kalıntıları, harabeler yığınına dönmüş eski bir yerleşim yeri ile karşılaşıyorsunuz. Ortalıkta dolaşan az sayıda insan da bu tarihî harabeleri gezen turistler gibi geliyor. Binaların hiçbiri içinde yaşanılacak gibi gözükmüyor. Ya yerle bir olup moloz yığınına dönmüş veya kısmen tahrip olup ha yıkıldı ha yıkılacak gibi duran ya da en şanslıları olarak hâlâ dimdik ayakta durmaya çalışan felçli misali çatlakları dışarıdan bile rahat görülen, beni yatırın diye yalvaran binalar… İnsan nedense bu binalara bakıp depremin dehşetini düşünüyor; ama ya bu binalarla birlikte depremi yaşayanlar, ölenler ve yaşayanlar… depremin esas acıklı tarafı burası. Onlar, binalara inat dimdik ayaktalar, yıkılmadan durmaya çalışıyorlar. Ama belli etmeseler bile, onlar da birileri kendilerine direk ve dayanak olmasa yıkılıverecekler. Deprem binaları tutup yere sererken içindekilerini de hayli tahrip etmiş. Fakat, mütevekkil müslüman tipini yüzlerde görüyorsunuz; sanki depremi kendileri yaşamamış gibi tebessüm edebilen, olgunca olayı karşılayan Doğunun çilekeş insanı, teselli cümlelerine ihtiyaç bırakmadan kendileri bunları dillendiriyor: “Allah Verdi, Allah aldı”, “imtihan bu, Allah bizi yoklukla sınıyor”, “Alan Allah yarın bir daha verir”, “mülkün sahibi O, dilediğine verir, dilediğinden alır”, “dünyevîleşmenin sonu bu, Allah bizi seviyor ki, kendimize gelmemiz için bizi sarstı”, “şükürler olsun Yaradan’a, bizi ikaz etti.” gibi sözler bizim ağzımızdan çıkmadan, onların dillerinden dökülüyor. İsyan edenlere hiç rastlamadık, ellerinde bir şey kalmamış belki ama gönüllerinin zenginliğini hemen fark ediyorsunuz.  İslâm olmasa idi ya da insanımız o mükemmel dinle tanışmamış, ona teslim olmamış olsaydı, o zaman bu insanların hali nasıl olurdu? Tüm teselli kaynakları var, fıtratın ihtiyaç duyduğu tüm güzellikler ve dayanaklar…

     Oturup sohbet ettiğimiz Ercişli arkadaşlarla konuşurken bazen sormayı  geciktirdiğimizi fark ediyoruz. Senin kayıpların var mı? Çoğunlukla, kaybettiği yakınlarını, arkadaşlarını sayıyor. Ayrıca sorarsanız kaybolan evini, varsa servetini… Ama şikâyet etmemeye çalışarak, onurundan tâviz vermeden…

     Depremin Merkezi Ankara, Devlet de Enkaz Altında

     Konuştuğumuz Ercişliler’in ortak tespiti: Özellikle en fazla yardıma ihtiyaç  duyulan ilk üç-dört gün başta olmak üzere devletin sınıfta kaldığı. Yani, deprem aslında Erciş’te değil, Ankara’da olmuş; ölçeği de 7,2 değil, 9’un üzerinde; Ercişliler değil, enkazın altında devlet kalmış. Cemaatler olmasa, ülkenin dört bir yanından gelip gece-gündüz uyku ve yorgunluk bilmeden çalışan müslümanlar olmasa, devletin boşluğu o kadar sırıtacak ki… Devletin once Doğuya bakışının değişmesi şart. Van’ın hemen her tarafından görülecek şekilde şehrin yanındaki koca dağa apartman gibi harflerle Kürtlerin gözüne sokarcasına yazılan “Ne mutlu Türküm diyene” yazısı, hâlâ orada duruyor. Vanlı depremzede, “ne yapalım, biz Türk değiliz, o yüzden mutluluğu bize lâyık görmeyenler var, ne mutsuzluk Kürde, Kürd’üm diyene” diye iç geçiriyor, kendilerine hakaret kabul ediyor haklı olarak. Depremin bu faşist zihniyeti enkazları altına alması için az da olsa umutlanıyor.   

     Anlatılan o kadar ibretlik olay var; 25 saniye once zengin iken o kısa zaman sonra fakirleşip bir dilim ekmeğe muhtaç olan, aşevlerinden yemek istemeyi o güne kadarki imkânları icabı kendisine zül gördüğü için yemek sırasına giremeyen, başkası  görmesin diye gece, herkes yattıktan sonra ailesine yemek istemeye gelen dünün varsılı, günün yoksulu… Ailesine dağıtılan bir ekmeğin, kalabalık aile bireyleri tarafından en azla yetinerek yarısını tüketip yarısını “belki ekmeği olmayanlar vardır” diye aşevine geri getiren insanlar... Başka muhtaçlara yeterince kalmayabilir endişesiyle üç öğün yemek yemeyi kendisi için caiz görmeyip ailecek sadece akşamları tek öğün yiyip oruç tutan çok sayıda depremzedeler… Az sayıda işletmeye yeniden açılabilecek derecede az hasar görmüş mağazasını, dükkânını komşu ve akrabaların acıları sürerken açmayı düşünmeyip acıların hafiflemesini bekleyen esnaf… Yıkıntılar arasında camdan yarısı dışarıya çıkmış beyaz eşyaya elini bile sürmemiş fakir insanlar… Yine, kırık camdan elini uzatsan vitrindeki meyve kasalarından rahatlıkla alınabilecek elmalara, üzümlere elini uzatmayı aklının ucundan geçirmeyen aç insanlar ve kasaların içinde çürüyüp giden meyveler… Dağdaki ulusalcıların yaptığı tek-tük yağmalama olaylarının olduğunu ya kabul etmiyor veya en azından kendilerine fatura edilmesine hayli öfke duyuyor. Kendisine “yağmacı!” diye iftira atılmasını protesto amacıyla ve bu iftiranın iştahını kestiği gerekçesiyle yemek yememesi… Çadırlarda veya bez örtülerden ve nylon muşambalardan çadıra benzetilen barınaklarda kalan çoluk-çocuk, kadın-ihtiyar, oralara çoktan gelen kış mevsiminin soğuk yüzünü göstermesi karşısında ancak bir metrekare alanını ısıtabilen katalitik veya sobaların ısısına tahammül eden insanlar… Sabah kahvaltısıyla durduğumuzu bilmeseler bile, uzaktan misafir geldiğimiz bilindiği halde “karnınız aç mı?” diye soramamalarının kendilerine ne kadar zor geldiğini yüz hatlarından okuyorsunuz. Kendi ekmeği, yiyeceği yok ki seni davet etsin. Çayı olan çay, süt veya ayran (kendilerine yardım olarak gelen nesi varsa) onu ikram etmeye çalışıyor. Yanında parası olanlar da paranın para etmediğini anlamış durumda. Fırınlar, bakkallar gıda satan mağazalar tümüyle kapalı olduktan sonra para denilen şeyin, işe yaramayan kâğıt parçasından başka ne anlamı var ki… Gece saat 10 civarında bir cemaatin açtığı ve 3 bin kişiye sıcak çorba veya yemek yapılıp dağıtılan basit bir çadırda yemeğe davet edildik. Depremzedelerin yediği kimbilir kaç günlük ekmeği ve soğuk çorbayı yerken (içerken değil, tabii yerken, ekmeğinize katık edecek başka bir yemek yoksa, tabii çorbayı yersiniz), başka muhtaçların yiyeceğinden yediğimizi düşünerek en azıyla yetinmeye çalıştık. Ertesi gün öğle civarı da yemek çadırının kenarında ayakta en az beş günlük olduğu tahmin edilen ve ezilip genişliği bir santimden daha fazla olmayan incelmiş ekmeği ısırmaya çalıştık ve yanında verilen yarım tabak pilavı katık ettik. Evlerimizdeki çocukların ve gençlerin birkaç çeşit yemeği beğenmedikleri bir vasatta, oradaki kardeşlerimizin her gün ne yiyip içtiğini düşünmemiz ve komşusu açken tok yatmanın hükmünü düşünmemiz gerekiyor.  

     Ortak tespit olarak gıdaya ihtiyaçları olduğunu öğrendik. Yeterince battaniye, çadır, elbise gönderildiğini, ama bir haftalık gıda stoklarının olduğunu, sonra açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalma ihtimalleri bulunduğunu belirtti yardımla ilgilenen arkadaşlar; bizden duyurması. 

     Deprem ve Depremlerde Ölenler

     Deprem, üzerinde yaşadığımız yer kabuğunun, çeşitli sebeplerle kırılması  neticesinde ortaya çıkan titreşimlerin, dalga dalga yayılarak yeryüzünü  sarsmasıdır. Dünyada bir yılda 3,5 milyonla 4 milyon arasında deprem olmaktadır. Bu da, yaklaşık her üç saniyede bir deprem olduğunu gösterir.

     Dünya üzerinde şu ana kadar ölçülebilen en büyük deprem 22 Mayıs 1960 Şili depremidir, büyüklüğü 9,5’tur. Dünyada ölü sayısı en çok olan deprem 2 Şubat 1556 yılında Çin'de Shensi vilayetinde meydana geldi. Bu depremde 830 bin kişi hayatını kaybetti. Bu depremin büyüklüğünün 9.0’dan daha fazla olabileceği belirtiliyor. 28 Temmuz 1976 günü yerel saatle 03.00 'de Doğu Çin Tanguhan'da yaşanan depremin şiddeti ise 8,2; ölü sayısı 750.000'dir. Âletsel dönemde Türkiye’de kaydedilen en büyük deprem 26 Aralık 1939 Erzincan' da olmuştur. Gece yarısı olan depremde yaklaşık 33 000 kişi ölmüştür.

     Bu rakamlar elbette önemlidir, ama trafik kazalarında ölen insanların sayısı depremde ölenlere oranla çok daha büyüktür. Tüm dünyada trafik kazalarında her yıl 1,2 milyon kişi ölüyor; 50 milyon kişi sakatlanıyor; yollarda meydana gelen sakatlıkların maliyeti her yıl 518 milyar doları buluyor. Trafik kazalarında tüm dünyada her gün ortalama 3200 kişi hayatını kaybediyor. Türkiye’de ise, her yıl ortalama 10.000 insan trafik kazalarında hayatını kaybetmektedir. Dünya genelinde günde ortalama 300 bin kişi ölmektedir. Her saniye dünyada dört kişi hayattan göçmektedir. Hastalıktan, kazalardan veya ihtiyarlıktan her gün ölen 300 bin sayısı insanı ürkütmüyor da, niçin üç-beş yılda, on yılda bir büyük depremde ölen bir-iki bin kişi insanları ürkütüp korkutuyor?  

     Depremin Faydaları

     Bazılarımızın “depremin faydaları da mı olurmuş?” diye hayretle sorduklarını hayal ediyorum. Elbette; Allah’ın yarattığı  her şey, insanların faydasınadır, hayrınadır. Allah, kullarına zerre kadar bile zulmetmez. “Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar.” (10/Yunus, 44). “Allah, kullarına zerre kadar zulmetmez ve onlara kaldıracağından fazla yük yüklemez.” O, ne yaratmışsa güzel şekilde yaratmıştır. "O'dur ki her şeyin yaratılışını güzel yaptı ve insanı yaratmaya çamurdan başladı." (32/Secde, 7). Allah, "ahsenü'l-hâlikîn: yaratanların, takdir edenlerin, yapanların en güzelidir (Bkz. 23/Mü'minun, 14; 37/Saffat, 125). Bir şeyin içinde cüz’î bir şer veya çok az kimseye zarar varsa, o şeyin çok kimselerin hayrına olması, o şeyin hayır olduğunu gösterir. Rahmet olarak ad verilen gökten indirilen suyun, yani yağmurun bazı kimselere bazı zamanlarda zarar vermiş olması, onun rahmet ve hayır olmasına engel değildir. Depremler için de bunu aynen düşünebiliriz. Bu durum, hoşumuza gitmese de böyledir. Gerçek hayır, neticesine göre hüküm alandır. Hoşlanmadığımız şeyleri Allah hayırlı kılmış olabilir: “Nice hoşlanmadığınız şeyler vardır ki, sizin için daha hayırlıdır… Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (2/Bakara, 216).                           

     Bazen insan, bir şeyi hayırlı bulmayıp şer zanneder. Fakat Allah kula terbiye olması, aklını başına alması için musîbet verir; günahlarının affedilmesi veya bir kısmından vazgeçilmesi ve ecirler kazanması için hastalık verir (2/Bakara, 216). Allah, bize şer şeklinde görünen sıkıntı ve musîbetleri hayra vesile olması için yaratır. Eşya ve olayların mâhiyet ve kıymetleri, zıtlarıyla anlaşılır. Hastalık olmazsa sıhhatin, cehâlet olmazsa ilmin kıymeti anlaşılamazdı. Yağmur ve karın yağmasında, rüzgârların esmesinde, insanlara zararlı mikrop ve hayvanların yaratılmasında görülen cüz'î şerler, bunların hayır ve faydaları yanında yok gibidir. İnsana bazen iyilik halinin bazen sıkıntının isâbet etmesi aslında bir sınavdır: “Sizi imtihan olsun diye, önce kötülük (şer) ve iyilik (hayır) ile deneriz. Sonra Bize geri döndürülürsünüz.” (21/Enbiyâ, 35) Şer ile imtihan karşısında müslümanın en önemli dayanağı sabır ve duâdır. Mü’min, kendine göre şer saydığı belâ, musibet, keder ve mahrumiyet anında, kararlı davranarak, bütün bunların bir sınav olduğunu düşünerek sabreder. Denemeyi başarmak için Rabbine niyaz eder. Yalnızca O’ndan yardım diler, halini yalnızca O’na arzeder. Çünkü mü’min duâ ile evrenin dehşet verici sessizliği içerisinde yalnız olmadığını anlar, duâ ile Rabbini yanı başında ve kalbinde bulur.

     Sabredersek acı olaylar tatlılaşır, Allah olayları hikmetle örmüştür. Bazen hayırlı sonuçları görünüşte insanın hoşuna gitmeyen olaylara bağlamıştır. Şerri hayır yapacak yine O'dur. "Allah tevbe edip güzel iş yapanların kötülüklerini iyiliklere çevirir." (25/Furkan, 70). Meyveler güneşin karşısında dura dura tatlılaşır. Hakk’ın rızâsına boyun eğenler de rûhen olgunlaşır, iki cihan mutluluğuna ererler.  

     Kur’an şöyle diyor: “Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu(n karşılığını) görür. Kim de zerre ağırlığınca şer işlerse, onu(n karşılığını) görür.” (99/Zilzâl, 7-8). Bu âyetin zelzele ile ilgili sûrede (Zilzâl veya Zelzele Sûresi) zikredilmesi, üzerinde düşünülmeye değer.

     Şerleri giderecek olan, şerleri hayra tebdil edecek olan O’dur: “Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun keremini geri çevirecek (hiçbir güç) yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. O çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (10/Yûnus, 107)

     Depremler Olmasaydı… Kâinattaki her şey gibi depremler de türlü hikmetlerle yaratılır. Yer kabuğu ile çekirdek arasında kalan 2900 km.’lik katman “Manto” olarak isimlendirilir. Manto tabakasında biriken enerji, depremler vasıtasıyla açığa çıkamasaydı, Dünya’da çok büyük patlamalar meydana gelirdi. Ve bu patlamalar, depremlerden çok daha fazla zarar verirdi. Depremlerle birlikte yeryüzüne çıkan madenler, ortaya çıktıkları coğrafyanın toprağının zenginleşmesine vesile olur. Böylelikle depremler, insanların temel besin ihtiyaçlarını karşılamasına da katkı sağlamış olur. Depremler olmasaydı yeryüzündeki jeotermal enerji kaynakları ortaya çıkamaz böylelikle insanlar kendileri için çok önemli olan şifalı su kaynaklarından mahrum kalırdı.

     Kulların işleri hâriç, kendisinde hiçbir hayır bulunmayan sırf şerrin, şerri hayrından fazla olan veya hayrı şerrine eşit olan şeylerin yaratılması Allah'ın hikmetine aykırıdır. Melekler, "Biz seni hamdinle tesbih ve takdis edip dururken orada (yeryüzünde) fesad çıkaracak ve kan dökecek kimse mi yaratacaksın?" (2/Bakara, 30) diyerek Allah'ın yeryüzünde insanı yaratmasına, bundaki hayrı göremeyip şer olacağını zannettikleri için insanın yaratılış hikmetini bilemediklerinden sormuşlardı. Allah, bundaki hayrı bildiği için onlara, "Sizin bilmediklerinizi Ben bilirim" (2/Bakara, 30) diye cevap vermişti.

     Görüldüğü  gibi kâinattaki her şey bir nizam üzere, sünnetullah dediğimiz Allah’ın yeryüzündeki değişmez kanunları istikametinde yaratılmıştır. Görünüşte kötü gibi algıladığımız bir olay, sonuç olarak nice nimetlere sebep olmaktadır. Esas olan, bizlerin depremin varlığını ve her an meydana gelebileceğini düşünerek, kendimizi, binalarımızı, şehirlerimizi ona göre hazırlamamızdır. Depremin de bazı küçük sayılabilecek zararları yanında, hayır tarafı şer tarafından fazladır. Deprem, insana acziyetini gösterir. Bir depremlik malı ve canı olduğunu düşündürür. Van ve Erciş’teki deprem 25 saniye sürdü. Bu 25 saniye öncesinde nice zengin, o kadar kısa bir süre sonrasında fakir oluverdi. Hayattaki nice insan ölüverdi. 

     Deprem adlı öğretmen uygulamalı olarak öğretti ki; mal-mülk, bize emanet olarak verilen canımız dâhil her şeyin sahibi Allah’tır. Biz sadece emanetçiyiz. O, mülkünden dilediği kadarını dilediği kimselere verir, dilediğinden dilediği kadarını da geri alır: “De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini aziz kılar yüceltir; dilediğini de zelil kılar alçaltırsın. Her türlü hayır/iyilik Senin elindedir. Gerçekten Sen her şeye kadirsin.”(3/Âl-i İmrân, 26)    

     Depremler, dünya malının geçici olduğunu, hayatın her an yok olabileceğini, ölümün bize hiç de uzak olmadığını göstermesi yanında, bizi olgunlaştırıp terbiye eder. Sabrı, kanaati, dayanışmayı, kardeşliği, fedâkârlığı öğretir. Bu depremin ayrı  bir faydası da, Doğu ile Batı, Kürtler ile Türkler arasında ciddi boyutlara tırmanan gerginliğin, düşmanlığa dönüşen ırkçılığın sona ermesi açısından güzel bir yaklaşıma sebep olmasıdır. Bundan önceki hiçbir depremde görülmeyecek oranda yardımlar Batıdan Doğu’ya aktı. Deprem, Doğudaki Müslümanlarla Batıdaki Müslümanlar arasında bir köprü oldu. Sarsılmaz, depremlerle yıkılmayıp güçlenecek bir bağ oluşturdu.  

     Deprem bir imtihan olduğuna göre, bazı kardeşlerimiz bununla imtihan olurken, bazılarımız da depreme uğrayan insanlarla imtihan oldular; onlara karşı görevlerini ne oranda yapıp yapmayacakları sınandı. 

     Batıda yaşayan ve kendini Türk kabul eden halkın önemli bir bölümü,  özellikle kendini İslâm’a nispet edenler; terörle, PKK ile, ırkçılıkla Kürtleri birbirinden ayıracak olgunluğa ulaştı. Müslümanların ancak kardeş olduğunu fark etti. Devlet de, deprem sürecinde belirli oranda son günlerdeki katı ve despot çizgisini sürdürmedi. Yakın zamanda 24 askerin ölmesine ve bunu topyekûn Kürtlere karşı düşmanlığa götüren fitneci odaklara rağmen Batılı insan, dişinden tırnağından arttırarak kısa sürede çok ciddi boyutlarda yardım gönderdi. Halkın fıtratında küllenmiş bulunan İslâm kardeşliğini deprem adlı sert ve haşin öğretmen yeniden canlandırdı. Kürt-Türk, hangi cinsiyetten olursa olsun Müslümanlar, kardeşlerine sahip çıktılar. Depremin başka hiçbir olumlu tarafı olmasa, bu bile yeter.

     Kürtlerde de güzel ahlâkın unutulmaya yüz tutmuş güzelliklerine şahit olduk. Ekmeğini komşusuyla paylaşan, önce komşusunun karnını doyurup sonra kendi karnını doyurmaya çalışan, îsâr bilinciyle kardeşini kendine tercih eden, din kardeşinin ihtiyacını karşılamadan kendine sıra gelmeyeceğini düşünen güzellikler gördük. Bu kardeşliği hazmedemeyen bazı odaklar, yağmalar yaparak yardımları engellemeye çalışıp kendi egemenliklerini sürdürmeyi tercih etmenin intihar boyutunda hatalarını sergiledi. Aslında onlar da düzenin zulmünün eseri idi. sistem, bilinçli ve bilinçsiz, ama artık kontrol edemeyeceği bir grup oluşturdu. Rejim, kendi elleriyle yaptığının cezasını çekiyor; çeksin de, olan esas Türk ve Kürt halklara oluyor.

     Önce binalar depremle teste tâbi tutuldu, depremle sınandı. İlk darbede yere serilenler, tuş olanlar çıktı, kör-topal ayakta durmaya çalışanlar oldu, moloz yığınına, enkaza dönüşenler görüldü. Koma halinde de olsa hâlâ ölmeyip yaşayanlar (ama içine alıp yaşatma ümidi vermeyenler) var.

     İş ahlâkı, malzeme hırsızlığı, para sevgisinin insan hayatından önemli olup olmadığı imtihana tâbi tutuldu. Kazananların ödülleri mutlaka verilecek, kaybedenlerin de cezaları… Allah imhâl eder (mühlet verir), ama ihmal etmez.

     İnsansa, her an sınavda, her alan ve her mekân onun sınav salonu. Depreme dayanıklı evlerden önce, depreme dayanıklı insan yetiştirmek gerek. Teknolojinin bütün kurallarına ve imkânlarına uygun ev yaptırdığı halde depremden evi yıkılsa, en sevdikleri ölse, depreme dayanıklı adam yıkılmaz ve sırât-ı müstakim üzere yoluna devam eder. Depreme dayanıklı adam, Kur’an ahlâkına uyan, Kur’an’daki Zilzâl, yani Deprem sûresinin 7 ve 8. âyetinde ifade edildiği gibi zerre kadar hayır/iyilik yapsa karşılığını göreceğine, zerre kadar şer/kötülük yapsa cezasını çekeceğine inanan insandır. Bu imana sahip bir insan işçi, usta, kalfa, mühendis, müteahhit ne olursa olsun, yapacağı işten zerre kadar çalmaz, eksik yapmaz. 

     İnsan, unutkan bir varlık. Hiç unutmaması gereken Allah’ı unutunca, Allah da insana kendisini unutturur. (bkz. 59/Haşr, 19). Dolayısıyla insanın insan olduğunu kavrayıp hatırlamasına yardımcı olacak uyarıya ihtiyacı vardır. Deprem bu açıdan önemli bir vâiz ve nasihatçidir. Bu vâizin öğütlerini ne kadar hayata geçirmeye çalışıyoruz? 

     Esas deprem, kişinin gönlünü yıkan, kafasını karıştıran, beynini sarsan, kişinin istikametini kaybettiren mânevî sarsıntılar, zelzelelerdir. Aileler, bu tür depremlerle çatırdıyor, işyerlerinde büyük hasarlar oluşuyor. Ailedeki depremlerin yol açtığı  hasarı,  mahkeme koridorlarından ya da gözü şişen, vücudu yaralanan eşlerden anlıyorsunuz. İşyerlerindeki depremin şiddetini öğrenmek isterseniz işçilere; çekini, senedini ödemeyenlere, kredilerin altında ezilenlere sorun. Bedenî haz uğruna ruhunu gıdasız bırakmış kişilerin İslâmî hayatları çoktan enkaz altında kalmış durumda. Depremzedelere yardım edenlerin onda biri bu tür kurtarma çalışmalarına katılmıyor. Fay hattının etkisi yok bu tür depremde, en büyük mânevî depremleri düzen hattı oluşturuyor, kırılmaları, savrulmaları o hat gerçekleştiriyor. Bu depremin merkezi Ankara, devlet kendisiyle birlikte vatandaşını da enkaz altına almak için bin bir yol deniyor.  

     “Hoştur bana senden gelen / Ya gonca gül, yahut diken 
            Ya hil'at u yahut kefen / Lütfun da hoş, kahrın da hoş.”
diyebilmek, Allah’tan böyle musibet anlarında da râzı olabilmektir marifet.
 

     Deprem vasıtasıyla Rabbimiz bizi yakamızdan tutarak sarstı. Kendimize gelmemizi, uyuşukluk ve tembellikten sıyrılmamızı, dünyevîleşip çoğaltma yarışına giren çizgimizi değiştirip istikametimizi doğrultmamızı  hatırlattı. Bunu, bizi sevdiği için yaptı; Rahmân ve Rahîm olduğu için merhametinden ikaz etti, şok bir tedavi ile, depremle dürttü, şefkat tokadı ile bizi uyardı. Hamdolsun O’na. Rabbim biz Senden râzıyız. Verdiğin depreme de en küçük çapta isyan etmiyoruz. Nasılsak öyle idare olunuyoruz. Biz, nefislerimize zulmettik, affet bizi Allah’ım. "Başınıza gelen her musîbet, kendi ellerinizle işleyip kazandığınız günahlar yüzündendir. Bununla beraber, Allah birçoğunu da affeder." (42/Şûrâ, 31) diyorsun. Biz günahkârız, yolumuzu şaşırmış gâfilleriz. Doktorun “istediğini yiyebilirsin, evine gidip istirahat edebilirsin” dediği gibi ümitsiz vaka olmadığımızı, bizi uyarmak istediğini anlıyoruz. Toplum olarak daha büyük helâklere aday ve müstahak olduğumuz halde, bizi zelzele ile sarsıp uyardığın için Sana şükrediyoruz. Bütün bunlara rağmen, dünyanın ödül ve ceza yeri olmadığını, ceza ve ödülün âhirette olduğunu biliyoruz. Ey Rabbimiz, unutur ya da yanılırsak bizi muâheze etme, kaldıramayacağımız yükü yükleme; bizi affet, bağışla bizi. Bize merhametinle muâmele et. Sen bizim mevlâmızsın, kâfirlere karşı bize yardım et…   Bize dünyada da güzellikler ver, âhirette de. Bizi o ateşin azâbından koru Allah’ım. Bizi, Müslüman ecdadımızı ve bütün mü’minleri hesap gününde mağfiret eyle…

 

     Mânevî  depremlerden korunmak için gelin Kur’an mesajına kulak verelim. Konuyla ilgili âyet meallerini ve bazı hadis-i şerif rivâyetlerini vererek yazıyı noktalayayım:

     Yer, o şiddetli sarsıntıyla sarsıldığı,

     Yer, ağırlıklarını dışa atıp  çıkardığı,

     Ve insan: "Buna ne oluyor?" dediği zaman,

     O gün (yer) haberlerini anlatacaktır.

     Çünkü senin Rabbin ona vahyetmiştir.

     O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye bölük bölük fırlayıp çıkarlar.

     Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür. (Zelzele Suresi, 1-8) 

     “Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.

     Hep birlikte Allah'ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı  sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın  üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O'nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz.

     İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.

     Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.”  (3/Âl-i İmrân, 102-105)

     “Ve (Allah), onların kalplerinin arasını birleştirendir. Sen, yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah, onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak gâliptir, hikmet sahibidir.” (8/Enfâl, 63) 

     Sizi imtihan olsun diye, önce kötülük (şer) ve iyilik (hayır) ile deneriz. Sonra Bize geri döndürülürsünüz.”  (21/Enbiyâ, 35)

     "Allah'ın, kereminden kendilerini (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için şerdir. Cimrilik ettikleri şey de kıyâmet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası  Allah'ındır. Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır." (3/Âl-i İmrân, 180)

     “...Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şeriatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse hayrâtta (hayırlı/iyi işlerde) birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir.”  (5/Mâide, 48)

     "Kim cimrilik ederse, kendi zararına cimrilik eder. Allah zengindir; hiç  kimseye ihtiyacı yoktur; siz ise fakirsiniz, O'na muhtaçsınız. Eğer (O'ndan ve Allah yolunda harcamaktan) yüz  çevirirseniz, sizin yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi olmazlar." (47/Muhammed, 38)

     "Kim cimrilik eder de kendini müstağni sayar, Rabbine ihtiyaç  göstermez, en güzeli de yalanlarsa, biz de onu en zora, en güçlüğe sevkederiz. Düştüğü zaman da malı  kendisine hiç fayda vermez." (92/Leyl, 8-11)    

     "Mallarını  gizli ve açık olarak gece ve gündüz harcayan kimseler var ya, işte onların, Rableri katında ecirleri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır." (2/Bakara, 274)

     "Mallarını  Allah yolunda harcayanların hali, her başağı yüz daneli yedi başak bitiren bir tohumun hali gibidir. Allah dilediği kimseye daha kat kat verir. Allah'ın ihsanı çok geniştir. Her şeyi hakkıyla bilendir." (2/Bakara, 261)

     "Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcayıncaya kadar birre (Cennete ve iyiliğin en güzeline) eremezsiniz." (3/Al-i İmran, 92)

     "Sarf ettiğiniz her hangi bir şeyin yerine O daha iyisini koyar." (34/Sebe', 39)

     "Allah, faizi tüketir (faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları  ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez." (2/Bakara, 276)

       “Hoşunuza gitmediği halde üzerinize savaş yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki hoşlandığınız bir şey de sizin için şerdir. Allah bilir de siz bilemezsiniz.” (2/Bakara, 216)

     "Başınıza gelen her musîbet, kendi ellerinizle işleyip kazandığınız günahlar yüzündendir. Bununla beraber, Allah birçoğunu da affeder." (42/Şûrâ, 31)

     Mallarını  gizli ve açık olarak gece ve gündüz harcayan kimseler var ya, işte onların, Rableri katında ecirleri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır." (2/Bakara, 274)

     "Mallarını  Allah yolunda harcayanların hali, her başağı yüz daneli yedi başak bitiren bir tohumun hali gibidir. Allah dilediği kimseye daha kat kat verir. Allah'ın ihsanı çok geniştir. Her şeyi hakkıyla bilendir." (2/Bakara, 261)

     "Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcayıncaya kadar birre (Cennete ve iyiliğin en güzeline) eremezsiniz." (3/Âl-i İmran, 92)

     "Sarf ettiğiniz herhangi bir şeyin yerine O daha iyisini koyar." (34/Sebe', 39)

     "O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları  içindeki tek bir taneyi bile bilir." (7/En'âm, 59)

     "Allah, faizi tüketir (faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları  ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez." (2/Bakara, 276)

     "Sana hangi şeyi nafaka vereceklerini sorarlar. De ki: İhtiyacınızdan artanı verin." (2/Bakara, 219)

     “Mü’minin işi tuhaftır, her işi hayırdır. Bu, yalnız mü’mine özgüdür. Sevindirici bir işle karşılaşsa şükreder, o iş kendisi hakkında hayırlı olur. Üzücü bir işle karşılaşsa sabreder, kendisi için hayırlı olur.”  (Müslim, Zühd, 64; Dârimî, Rikak 61; Ahmed bin Hanbel, V/24)

     "Allah, hiçbir mü'mine, yaptığı tek hayrın bile karşılığını  ihmal etmek sûretiyle zulümde bulunmaz. Yaptığı  her hasenenin karşılığı hem dünyada, hem de âhirette kendisine verilir. Kâfir ise, yaptığı  hayır sebebiyle dünyada öylesine yedirilir ki, âhirete varınca, karşılığı  verilecek tek hayrı kalmaz." (Müslim, Sıfatu'l-Münâfıkîn 56, hadis no: 2808)

     “Mü'minin mü'mine durumu (bağlılığı), parçaları birbirini kenetleyip tutan/bütünleyen bir bina gibidir” deyip Peygamberimiz bunu açıklamak için, iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetledi. (Buhârî, Salât 88, Edeb 36, Mezâlim 5; Müslim, Birr 65; Tirmizî, Birr 18; Nesâî, Zekât 67; Ahmed bin Hanbel, Müsned 4/104, 405, 409)

     “Birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve acımalarında mü'minler tek bir vücuda benzerler. Vücudun bir organı rahatsız olunca diğer organları da uykusuzluk ve ateş ile onun rahatsızlığını paylaşır.”  (Buhârî, Edeb 27, 41; Müslim, Birr 66, h. no: 2586; Ahmed bin Hanbel, Müsned 4/270)

     “Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip istemedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olmaz.” (Buhârî, İman 6, 7; Müslim, İman 71-72; Tirmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, İman 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime 9)

     “Nefsim yedinde olan Allah'a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selâmı yayın.”  (Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66, İman 93, hadis no: 54)

     “Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim kardeşinin ihtiyacını görürse, Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir müslümanın sıkıntısını giderirse Allah da o sebeple onu kıyâmet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah da o kimsenin ayıp ve kusurunu (kıyâmet gününde) örter.” (Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58; Ebû Dâvud, Edeb 38, 46, 60, hadis no: 4893; Tirmizî, Hudûd 3, hadis no: 1426, Birr 19; İbn Mâce, Mukaddime 17; Benzer bir hadis için bkz. Müslim, Zikr 38, hadis no: 2699; Kütüb-i Sitte Terc. 10/149)

     “Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir.” (Ebû Dâvud, hadis no: 4599)

     “İnsanlara merhamet göstermeyen kimseye Allah da merhamet etmez.”  (Buhârî, Edeb 18; Tevhid 2; Müslim, Fezâil 66; Tirmizî, Birr 16, Zühd 48)

     “Kim sevdiğini Allah için sever, buğz ettiğine Allah için buğz eder, verdiğine Allah için verir ve men ettiğini Allah için men ederse, iman kemâle erer.” (Ebû Dâvud, Sünnet 16, h. no: 4681; Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyâme 22, h. no: 2642)

      (Fotoğraflar: Hamza Er - Servet Polat)