Ahmed KALKAN
YARDIM FİLOSUNUN OLUMLU VE OLUMSUZ YÖNLERİ -II-
Bazı Sorular
1- Bizim insanımız orada ölürken, bunları düşmanlardan koruması gereken halkın çocukları olan askerler, halkın vergileriyle alınmış savaş gemileri neden boy göstermedi? Göstermelik dahi olsa neden orada değildi? Kudüs Gününde İsrail’e net tavır alınan toplantı için Sincan’da tankları yürüten, Düzeni eleştiren bir gösteri sonrasında Doğu’da savaş uçaklarını alçaktan uçuran düzenin askeriyesi, İsrail’in kendi vatandaşını suçsuz yere öldürmesi karşısında üç maymunu oynamayı tercih ediyor. Böyle bir ordunun vatanı kime karşı savunduğu tartışılmalı değil mi? İç düşman kabul ettiği kendi insanına gösterdiği demir balyoz rolünü, esas görevi olan dış düşmanlara karşı en küçük çapta göstermeyi niye düşünmemektedir? Acaba başka bir ülkenin insanına bu reva görülseydi, onlar T.C. askerlerinin takındığı tavırsızlığı mı
gösterirlerdi? Tabii, T.C. istese bile nasıl tavır göstersin? Uçakların dijital yazılımını Yahudi yaptı; havalanmadan düşürülebilir. Tankları Yahudi modernize etti, kendi kendini infilak edebilir. Silahlar Yahudi malı, kurşunu bitse yerine yenisini koyamaz. Kullandıkları benzini bile Müslümanların kuyularından alıp getiren Yahudi petrol şirketleri. Haydi, gel de savaş bakalım! 2- Yakın zamana kadar Türk bandıralı olan Mavi Marmara gemisi, Gazze’ye yola çıkmadan kısa süre önce Komor Adaları bandırasına (bayrağına) neden geçirildi? Bu değişiklik ne anlama geliyordu? Eğer gemi Türk bandırası olarak kalsaydı, uluslararası sularda gemiye yapılan bir saldırı, uluslararası hukuk uyarınca Türkiye topraklarına yapılmış sayılacaktı. Bu durum, sadece duygusal bir öneme sahip değil. Türkiye, bir NATO üyesi. NATO’nun ünlü 5. Madde’si gereği askeri bloğa üye olan devletlerden birisinin topraklarına başka bir ülke tarafından yapılan saldırıda, blok üyeleri yapılan saldırıya topluca yanıt veriyor. Bandıranın değiştirilmesiyle Türkiye, bir saldırı durumunda uluslararası hukukun sunacağı yolları, hatta NATO müdahalesi ihtimalini dahi kendi elleriyle yok etmiş oluyor. Acaba bütün bunlar niye böyle yapılmış?
3- Sigortası 27 Nisan’da biten geminin şu anki sigortasının hangi şirkette devam ettiğine kimse neden ulaşamadı? Çünkü sigorta yaptırılmadı. Kim niye yaptırmadı? Gemide zarar gören, yaralanan veya ölen olursa, kayıplar için sigortadan para alınması yolu baştan niye tıkandı? Veya böyle bir olayın gerçekleşeceğini sigorta şirketleri de bildiği için mi sigorta yapmaya yanaşmadılar?
4- AKP’li bazı milletvekillerinin İsrail’in saldırısına uğrayan gemilerle Gazze’ye gitmek istedikleri, ancak parti yönetiminin izin vermemesi nedeniyle son anda bundan vazgeçtikleri ortaya çıktı. Gemideki gönüllüler arasında bulunan Yeni Şafak gazetesi yazarı Hakan Albayrak 17 Nisan’da, “Bir grup AKP’li milletvekili 15 Mayıs’ta demir alması planlanan yardım gemilerinde çoktan yer ayırttı” diye yazmıştı. Edinilen bilgilere göre AKP’li bazı vekillerin saldırıya uğrayan gemilerde bulunması son anda AKP yönetimince engellendi. Geçen yıl aralık ayında AKP’li 16 milletvekili, “Filistin’e Yol Açık” sloganıyla Gazze’ye ulaşmak için bir ziyaret gerçekleştirmişti. Bu ziyarette yer alan AKP’li milletvekillerinden aralarında Türkiye-Filistin Dostluk Grubu Başkanı Zeyit Aslan ile Hüsnü Tuna, Cemal Yılmaz Demir ve başka bazı milletvekilleri de İsrail’in saldırdığı gemilerle gitmek istedi. Milletvekilleri, İHH’nin organize ettiği yardım kampanyası kapsamında saldırıya uğrayan Mavi Marmara gemisinde yer alma isteklerini AKP yönetimine iletti. Ancak parti yönetiminden milletvekillerinin bu talebine vize çıkmadı. Parti yönetimi vekillere izin vermezken açık bir gerekçe göstermedi. Bu aşamada milletvekillerinin gemilerle Gazze’ye gidişlerinin uygun bulunmadığı belirtildi. Milletvekilleri de uzun zamandır hazırlık yürütmelerine karşın parti yönetiminin izin vermemesi nedeniyle son anda gitmekten vazgeçti. Gemilerde 40 kadar yabancı milletvekilleri vardı. AKP’li Milletvekilleri neden yoktu? “Gemi yola çıkmıştı, ama başına gelecekler belli idi, devlet yetkilileri tarafından biliniyordu. Bunun içindi bu milletvekillerinin gitmeme sebebi, daha önce yazışmalarla İsrail’in gemiyi vuracağı kesinlik kazandığı içindi, bunu bilen AKP insanımızı bilerek ölüme yolladı” iddiasına karşı yetkililer ne diyor?
5- Uzun yıllardır oralarda müslümanlar vahşice katledilirken İsrailliler hiç kimseden izin isteme ihtiyacı duymamıştı. Bebek, çoluk-çocuk, ihtiyar, kadın demeden İsrailliler müslümanları katlederken Gülen (mi Ağlayan mı) Hoca niye bir açıklama gereği duymadı da oralarda susuz, ilaçsız, yiyeceksiz bir şekilde aç aç yaşamaya çalışan insanlara iyi niyetli bir şekilde beyaz bayrakla yardım etmeye çalışan müslümanlar vahşi katillerden izin istese ne değişecektir? Zâlim İsrail’i kendisinden düşmanlarına yardım için izin alınacak, itaat edilecek bir yetkide ve makamda görmek dünyaya nizam vermeye kalkan bir hocaefendiye ne kadar yakışır? Türkçe şarkı yarışması kadar şehid kanlarını önemsemeyen insanlar, hiç olmazsa kendi dışlarındaki İslâmî çalışmaları ve muvahhid mü’minleri görmezden geldiği gibi keşke hiç sesini çıkarmasaydı da, şehid ve gazileri eleştirmeseydi… “Hırsızın hiç mi suçu yok?” dedirtecek şekilde suçu mü’minlere yükleme kolaylığını seçti. Niçin? Hatırlanacağı üzere; Baba Bush yönetimindeki A.B.D. Irak’a saldırdığı zaman, Saddam İsrail’e iki Scud füzesi göndermişti. Bu füzelerle birkaç Yahudi çocuğu yaralanmıştı. İşte o zaman Fethullah Gülen, cami kürsüsüne çıkıp zâlim Saddam’a, “masum Yahudi çocukları”na saldırdığı gerekçesiyle gözyaşı dökmüş ve lanet okumuştu. Ama, Amerikan uçaklarının bombalarıyla ölen on binlerce Iraklı müslüman çocuğu için bir tek kelam ettiğini, bir damla gözyaşı döktüğünü gören ya da duyan olmamıştı.
6- Deniz Baykal gibi birisinin evli bir kadınla zina isnâdının akabinde destek mesajları göndermeyi ihmal etmeyen bu zât; İsrail’li çocuklar için ağladığını bildirdiği halde, Filistin’de, Irak’ta ve Afganistan’da şehid olan veya yaralanan insanlar için niye sesi-soluğu çıkmadı?
7- Hop oturup hop kalkan ve her seferinde İsrail’e sadece sözle çatan hükümet, İsrail adlı buzdağının görünmeyen derin ayağını oluşturan A.B.D.’ye karşı niye en küçük bir sitem bile yollayamıyor? Esas çıbanbaşının o olduğunu, İsrail’in her yaptığı fesadı, Amerika’nın izni ve gücüyle yaptığını bilmiyor mu?
8- Acaba, Türkiye’nin yönetimini Ortadoğu’ya ihraç etmek, ılımlı İslâm anlayışını Türkiye örneğiyle diğer halkı müslüman ülkelere yaymak için bütün bunlar bir senaryo gereği olarak mı uygulandı? Bütün bu olup biten önceden kurgulanmış olaylar, “One minute”’un devamı “two minute” muydu, diye sorgulanması gerekmiyor mu?
9- Demokrasilerde “çare” değil, ama “çene” tükenmez. Esip gürlemek gerçekten başarı mıdır? Meselâ İsrail’e benzer saldırı olsaydı ne yapardı? Ya da bu olay sonrasında yapılması gereken sadece diplomatik girişimler mi olmalıydı?
10- Bu tarz metodlar ümmetin âlimleriyle istişare edilmeli değil mi? Ümmet, küfür ve şirk içinde yüzerken, demir ve çimento yardımı mı öne çıkmalı? Bunca bedel ödenerek gönderilen inşaat malzemeleriyle yapılacak binaların İsrail’in birkaç bombasıyla yeniden yok olacağı, bunun hep tekrar edilerek, Filistinlilerin binanın içinde ve tok olarak ölmeleri mi ciddi faaliyet oluyor, değerlendirilmeli değil mi? Filistin’li mü’minlere yardım elbette önemlidir. Ama yardımın en doğru yönteminin bu olup olmadığı yeniden sorgulanmalıdır.
11- İHH, birkaç ay sonra yeniden benzer bir organizasyon yapacağını açıkladı. İslâmî çalışma ve gayretlerin temel misyonunun bu tür organizasyonlar mı olması gerektiği, yoksa Kur’anî, tevhidî ölçüler ışığında Nebevî yöntemlerle İslâm’ın insanlara ulaştırılması mı olmalıydı?
İsraillilere ve dünya kamuoyuna İslâm adına tevhidî bir mesaj verilmesi gerektiği hiç kimsenin aklına mı gelmiyordu? Organizatörlerin bu konuyu geri plana atmalarını nasıl değerlendirmeliyiz? 12- Bu olayı, başından itibaren muvahhid mü’minler İslâm’ı dünya kamuoyuna duyurmak, tevhidî mesajlar vermek ve İslâmî hedefleri öne çıkartmak olarak kullanamadıkları gibi; olayın süreci ve sonucunda da İslâmî ve tevhidî mesajlar hemen hiç ortaya konulamamıştır. Tâğutların kendi çıkarlarına hizmet için istismarına göz yumulmuştur. Bütün bunlar, müslümanların “acaba kullanılıyor muyuz?” sorusunu sormalarını gerektirmiyor mu?
13- Rasûlullah olsaydı, bu tür organizasyonlar yaparak mı Filistin’e sahip çıkar, onlara öncelikle inşaat malzemesi mi gönderirdi? Yahudilerin bunca zulmünü sadece protesto mu ederdi?
Hükümet Ne Yapmalı?
İslâm Devletinin başında bulunan Allah’ın indirdikleriyle hükmeden ülü’l-emrin, İslâmî hükümetin yapacakları farklıdır; bugünkü hükümetten beklenen şeyler elbette farklıdır. Hatta “bir mü’min, reddetmek zorunda olduğu tâğutlardan hayırlı olarak ne bekleyebilir?” sorusu ve bu soruya net cevap bulmak zorunluluğu öne çıkarılmalıdır. Bununla birlikte, bu hükümet yapılması gerekenleri, yapabilecekleri şeyleri yapıyor değil, halkın gözünü bağlıyor. Dolaylı olarak zulme fırsat veriyor. Sadece laf üretiyor. Mü’minlerin hakla karışık sunulan bâtılı, içinde doğru da bulunan yanlışı tanımaları ve nasıl korunmaları gerekiyorsa öyle korunmaları gerekmektedir.
Peki, ya Müslümanlar Ne Yapmalı?
Olaya heyecanla, duygularla değil, serinkanlılıkla, tecrübe birikimiyle, akılla, vahyin tedriciliğe verdiği önemle bakmak gerekiyor.
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, kimin eli kimin cephesinde belli değil. Kim kimin uğrunda, niçin cihad ettiğini bilmiyor. Hangi teşkilat, hangi grup neyi amaçlıyor; çok net değil. Net kabul edilenlerin de yarın nasıl bir pazarlık ve hesaplar içinde olacağını, şehid kanlarını satıp satmayacağını, ya da kandırılıp kandırılmayacağını kimse bilmiyor.
İsrail’i kim besliyor, kim ayakta tutuyor, kim lojistik destek veriyor, kim hangi anlaşmalarla onlara yardımcı oluyor? Daha doğrusu soruyu tersten sormak lâzım: Hangi ülke yönetimi yardım etmiyor? Kim İsrailleşmemiş ki?! Öyleyse cihada nereden başlamalıyız?
Allah için sigarasını bırakamayan veya sigara içmiyorsa onun kadar zararlı ya da benzer günah sebebi, adı başka “sigara”larını terk edemeyen insanımız, dünyevîleşip malıyla cihad edemediği halde nasıl canıyla cihad edecek!?
“Öyle bir fitneden sakının ki, o sadece sizden zâlim olanlara isâbet etmekle kalmaz (herkese sirâyet ve tüm halkı perişan eder). Bilin ki Allah’ın azâbı şiddetlidir.”12 Fitne, imtihan, ya da belâ... İçindeki bir grubun ne şekilde olursa olsun, zulüm, hatta zulmün en büyüğü şirk işlemesine hoşgörü ile bakan, zâlimlerin karşısına dikilmeyen, bozguncuların yoluna engel olmayan bir toplum, zâlimlerin ve bozguncuların cezasını hak eden bir toplumdur. Zulüm, bozgunculuk ve kötülük yaygınlık kazanırken, insanların hiçbir şey yapmadan yerlerinde oturmalarını İslâm asla hoş görmez. Zira İslâm, birtakım pratik yükümlülükler gerektiren bir hayat sistemidir. Kaldı ki, Allah’ın dinine uyulmadığını ve Allah’ın ilâhlığının rededilip yerine kulların tanrılığının yerleştirildiğini gördüklerinde müslümanların sessiz kalmaları, bununla beraber Allah’ın, onları belâdan kurtamasını istemeleri, sünnetullaha ters bir arzu ve kabul olmayacak bir tavırdır. “Sakın, zulmedenlere az da olsa meyletmeyin. Yoksa size ateş (Cehennem) dokunur. Sizin Allah'tan başka velîniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.” (11/Hûd, 113)
Zafer önce gönüllerde ve kafalarda kazanılır. Gönüllerindeki, zihinlerindeki, hayatlarındaki işgallere karşı direnenler, er-geç zafere ulaşacaktır. Kurtulamayan kurtaramaz. Kendini fethedemeyen hiçbir şeyi fethedemez. Gönül kapısını tevhid anahtarıyla açabilen kimsenin önünde ise, nice kapalı kapılar kolayca açılacaktır. Allah nazarında en üstün olan kişi, gönlünü, bileğini ve kafasını birlikte güçlendiren ve bu dengeli gücü Allah yolunda kullanabilen kimsedir.
Ekonomik savaş, günümüzde silâhlı savaştan daha az etkili değildir. Kur'an'da cihadla ilgili hemen her âyette, önce "mallarınızla cihad edin" ifadesi dikkat çekicidir. “Müslümanım” diyenler, çoğunlukla yahûdilere hizmet veren bankalardaki paralarını çekse, Ortadoğudaki petrol üreten ülkeler petrolü ambargo, fiyat ayarlaması vb. şekilde silâh olarak kullansa, müslüman halklar İsrail ve onun sömürgesi Amerikan mallarına boykot uygulasa... bırakın İsrail denen yapay ülkeyi, ABD bile dünkü Sovyetler Birliği gibi teslim bayrağını çeker.
Her kaka kola İsrail için bir kurşun, her MC Donald hamburgeri, bir tank mermisi, her Amerikan ve Yahudi firmalarının sattığı bir ürün, bir Filistin çocuğunun ölümü demek. Bankalara ve özel sigortalara para yatıran müslüman, farkında olmasa da, İslâm’a ve müslümanlara savaşa katkıda bulunuyor, tâğut yolunda infakçı ve savaşçı oluyor. Kapitalistin de siyonistin de dini imanı para ve madde olduğuna göre, onlarla savaşın bir cephesi de ekonomik olmalı ve siyonizme hizmet edenlerin mallarını alarak, kurumlarıyla çalışarak İsrail silâhlarına kurşun taşıma ihânetini terk etmeliyiz. İnternet sitelerinden binlerce ses yükseliyor: "İsrail'in ve İsrail'e yardım edenlerin mallarını protesto edelim!" Ve uzunca marka ve mağaza listeleri sıralanıyor. Tercih ettiğimiz bir marka, bilinçli veya bilinçsiz, hangi safta yer aldığımızı ele veriyor: "İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğut (bâtıl dâvalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır." (4/Nisâ, 76) Ve Rasûlullah’ın uyarısı: "Kim bir zâlime yardım ederse, Allah Teâlâ, o zâlimi ona musallat eder."
1. 2/Bakara, 190
2. 2/Bakara, 194
3. 2/Bakara, 191
4. 59/Haşr, 13-14
5. Ebû Dâvud, Edeb 41, hadis no: 4884
6. Müslim, İmâre 158; Ebû Dâvûd, Cihâd 18; Nesâî, Cihâd 2
7. 5/Mâide, 82
8. Buhârî, Cihad 38; Müslim, İmâre 135-136; Ebû Dâvud, Cihad 20; Tirmizî, Fezâilü’l-Cihad 6; Nesâî, Cihad 44
9. 61/Saff, 8-13
10. 5/Mâide, 105
11. 8/Enfâl, 17
12. 8/Enfâl, 25