Ahmed KALKAN
YENİDEN İMANA
İnsanlık hüsrânın tüm boyutlarını yaşıyor. Şirkin zulmü globalleşiyor. Çağ imaj, kandırma, vitrin, reklam, tüketme ve tükenme çağı. Çılgınlık, azgınlık ve isyan hiçbir sınır tanımıyor. Nice insan, İslâm’ı mükemmel yaşayanlara şâhit olamadığı için İslâm’ın dışında kalıyor; hatta görmediğine, bilmediğine düşman oluyor. Müslümanların da önemli bir kesimi müslümanlığı doğru şekilde bilmiyor. Bilenlerin de yapabileceklerinin tümünü yaptıklarını iddia etmek zor. Bu ortamda, teknik imkânlarla donanan, devle(tle)şen, küreselleşen fitne, sadece yapanları değil; tüm insanlığı kemiriyor. Ülkeler, sokaklar, evler, beyinler, gönüller işgâle uğramış durumda. Müslüman olduğunu iddia edenlerin de büyük bölümü bilinçsizce şirkin kucağına atılıyor, kurtuluşu zâlimlerin safında arayıp ifsâdı ıslah zannediyor.
Bireysel, sosyal ve siyasal hayattaki tüm problemlerin kaynağında Kur’an’dan uzak inanç ve yaşayışın olduğunu görmek zorundayız. Kur’an’ın diriltici emirlerinden biri şöyledir: “Ey iman edenler iman edin…”[1] Yani, imanın hakkını verin, nasıl iman edilmesi gerekiyorsa öyle iman edin. Sadece sözde değil; özde de, davranışta da teslimiyet gösterin. Bütün organlarınıza iman ettirip onları Allah’a teslim olan müslüman yapın. İmanınızı itaatle ispatlayın. Mü’minlerin geçirileceği sınavlara hazır olun. Ve imanda sebat edin.
Batılı bâtılın şoförlüğünde helâke doğru son sürat sürülen dünya arabasının tek kurtuluş şansı vardır. Tüm birikimlerini harcayan, bütün umutlarını yitiren çağdaş insanının tek umudu kalmıştır. O da müslümanların müslümanlaşması. Müslüman gibi inanıp müslümanca yaşayan müslüman göremediği, o boy aynasında boyunun ölçüsünü alıp kendine bakamadığı için insanlık, kendi yanlışlarının farkına varamamaktadır.
Müslümanların, emredildikleri gibi müslümanlaşması için tevhid, ibâdet ve cihad bilincine yeniden kavuşması ve bunları içselleştirmesi gerekmektedir. Asr-ı saâdeti yaşamanın, saâdeti Asra taşımanın yolu akîdenin sağlamlığından geçer. Kur’an’ın istediği gibi iman edilmedikçe, kişilerin ve toplumların düzelmesi mümkün olmayacak, ahlâkî öğütler delik kaba su doldurma gayreti gibi sonuçsuz kalacaktır. Rasûlullah’ın Allah’a sığındığı faydasız bilgi için her zorluğa göğüs geren insan, âhirette kurtuluş ve dünyada huzur için gerekli İslâm’ı öğrenme ve yaşama çabası içinde değilse, büyük bir yanlışlık var demektir. İslâm’ı öğrenmeye çalıştığını sanan bazı kişilerin de, abdesti bozan şeyler kadar imanı bozan şeyleri öğrenmeye önem vermediği de ayrı bir problem. Her taraftan câhiliyyenin kuşattığı insanın, her türlü beşerî dayatmalara karşı direnebilmesi, Allah’tan başkasına eğilmeyecek bir güce ulaşabilmesi için çok sağlam bir imana ihtiyacı olacaktır.
Kur’an, insanın sadece Allah’a kulluk yapmak için yaratıldığını vurgular. Her türlü puta tapıcılığı, şirkin tüm çeşitlerini, tâğutun bütün görüntülerini, sahte ilâhların egemenliklerini reddetmeden yalnız Allah’a kulluk sergilenemez. İman iddiası da, itaat ile ispat edilmeden insanı kurtaramaz.
“Ey iman edenler! Allah’tan O’na yaraşır şekilde, hakkıyla, nasıl korkulması gerekiyorsa öyle korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.”[2] Müslüman olarak ölmek istiyorsak, yeniden müslümanlaşmak ve müslümanca yaşamak zorundayız.
Müslümanların yeniden müslümanlaşmasını zarûrî kılacak problemleri ana hatlarıyla üçe ayırmak mümkün:
1- Tarihten gelen problemler. Miras alınan din anlayışında yer yer geleneksel sapma ve yozlaşmalardan dolayı, din adına sahip çıkılan değerler ve yaşanılan hayat, Kitap ve Sünnetin istediği İslâm’la her noktada çakışmadığından bu konuları hakkıyla araştırmayan müslümanların iyi niyetle de olsa bid’at, hurâfe ve hatta şirk unsurlarına İslâm diye sarılmaları…
2- Modernizmin ve modern hayatın problemleri. Çağdaş ideolojilerin ve müslümanları da çepeçevre kuşatan, bazı konularda dine müdâhale edip yönlendiren veya gerçek dinin sosyal hayata yönelik yansımalarını yasaklayan devlet düzenlerinin problemi. Batı kafasıyla, müsteşrik zihniyetiyle İslâm’a bakan, geleneksel çizgiye karşı çıkarken yerine ondan daha beter tezler öneren biraz laik, biraz demokrat, biraz özgürlükçü, biraz düzenci, biraz kolaylaştırıcı, biraz diyalogcu, biraz pragmatist din anlayışı. Teknolojinin, medyanın, eğitim kurumlarının, israfa dayalı modern yaşama biçiminin, dünyevîleşmenin, sekülerleşmenin, aşırı özgürlükçü yaklaşımın, bireyselliğin… müslümanlara sıçrattığı olumsuz etkiler.
3- Çok sağlam ve köklü bir imana sahip olmamanın etkisiyle, zor bedel isteyen konular başta olmak üzere dinden tâviz vermek, görevlerini ihmal etmek, ibâdetlere gevşek davranmak, ahlâkî dejenerasyondan kurtulamamak gibi dâhilî problemler.
Bütün bu üç problemin özünde dinin özü olan tevhidin geri planlara itilmesi sorunu göze çarpmaktadır. O öz kaybolunca veya en azından gölgelenip ihmal edilince ondan boşalan yeri bu üç maddedeki olumsuzlukların tümü ya da bir kısmının doldurması hiç de sürpriz olmayacaktır. O öz kaybolduğu için Kitabım dediği Kur’an’la ilişkisini sıfıra yaklaştıran ve Kur’an’dan daha fazla başka kitapların yönlendirmesine râzı olan bir müslüman tipi oluşmuş, haramlardan, hatta şirkten daha fazla yasal yasaktan veya ayıptan korkan, ama “elhamdü lillâh müslümanım” demeye devam eden bir karakter ortaya çıkmıştır.
Ulemâ ve ümerânın gaflet veya dalâletlerinden kaynaklanan uyarı, yönlendirme ve tavsiyenin (emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker) yetersizliği, hatta tümden terkedilmesinin bu cinâyetlerin sergilenmesinde büyük katkısı vardır.
İslâm, câhiliyye çağını tarihin çöplüğüne atmış, insanlığın bugüne kadar bir daha göremediği en huzurlu çağını “saâdet çağı”nı başlatmıştır. Kur'an çağ kapatıp çağ açmıştır. Dünyanın gördüğü ve göreceği en büyük inkılâb, Kur'an'ın yaptığı inkılâbdır.
İnsanlık, bugün bilmem kaçıncı cahiliyye çağının karanlıklarında yaşıyorsa bu, müslümanların müslümanlıktan uzak kalması, diğer insanları da bu güzellikten mahrum etmesinden dolayıdır. Kur'an gelip câhiliyyeyi değiştirmeden toplumda neler yapılıyorsa, modern biçimde bugün de, buralarda da maalesef aynı şeyler arz-ı endam etmektedir; hem de “müslümanım” diyenler tarafından.
Peki, Kur'an, aynı Kur'an olduğuna göre, bugünkü cahiliyyeyi niye değiştiremiyor? Bugünkü insanlar Kur'an okudukları halde, niçin karanlıklardan sıyrılıp değişik bir kimliğe bürünemiyor? Yani Kur'an, niye artık inkılâb yapamıyor? Kur'an değişmemiştir; ama Kur'an okuyanlar başkalaşmıştır. Kur'an anlayışı, Kur'an'a bakış, Kur'an'a yaklaşım değişmiştir. Kur'an, aynı Kur'an'dır; ama Kur'an'a yönelmesi gereken insan, Kur'an'a sahabe gibi yönelmiyor. Çeşme, bin dört yüz yıldır akmaktadır. Bu güne kadar onun hayât veren lezzetli suyunu içenleri suladığı, nimetlendirip dirilttiği gibi, hâlâ canlandıran rahmet suyunu sunmaya devam etmektedir. Ama biz, kabımızı o çeşmenin altına tutmuyor, çeşmeden yararlanmayı bilmiyorsak suç elbette çeşmenin değil; bizimdir. Karanlıklarda yaşayan insan çeşmenin yolunu unutmuş olabilir, ama çeşmenin suyundan az da olsa tatmış olanların yapmaları gereken büyük görevleri olmalıdır. Hele o çeşmenin yanı başındaki yangınları farkeden itfaiyeci (dâvet ve tebliğci) görevini yapmıyorsa, karanlıktan yararlanarak yangını çıkaran ve değişik araçlarıyla yangını körükleyenler kadar, o da suçlu değil midir? Kendilerini ve toplumlarını değiştirmek isteyenlere Kur'an yardıma hazırdır; referansları, örnekleri ortadadır. Hayırlı ve olumlu değişim ve dönüşüm projelerini, kendisine yöneleceklere sunmaya, yol göstermeye, yollarını aydınlatmaya hazır beklemektedir.
Bir ilâcın şifaya vesile olması için, o ilacın kullanılması gerekir. Sadece reçetenin veya prospektüsün okunmasıyla şifa beklenemez. "Kur'an şifadır."[3] Hem ferdî hastalık, problem, stres ve buhranlarımıza; hem de sosyal kargaşalara. Aynı zamanda devlet yönetiminin ölümcül hastalıklarına şifadır. Bunun böyle olduğu sayısız deney ve tecrübelerle kanıtlanmış tarihî ve güncel bir vâkıadır. Aynı ilaç, bayatlamadan bozulmadan duruyor. Raflarda, kabından açılmadan tutuluyor. Uygulayacak hastaları bekliyor.