Şükran TAŞDELEN

05 Aralık 2011

10 MUHARREM VE KERBELA HADİSESİ

 Annem sünnet oruçları tutmada pek hassastı. Bizlere de çocuk olduğumuz halde tutmamızı ve alışkanlık kazanmamızı istediğinden tuttururdu. 10 Muharrem de, hep annemin aşura orucu tutma konusunu hatırlattığında gündemime giriyordu.  Zaman geçip kendi dinimin cahili olduğumu fark ettiğim günden beridir, İslam’ı ve İslam’a dair her şeyi araştırmaya başladığımda, !0 Muharrem ve Kerbela konusunda da yanlış ve eksik bilgilendirildiğimizi fark ettim. Bildiklerimiz zaten ilme dayanmıyordu. Atalardan ne görülmüşse onun takipçisi olunan, kulaktan dolma bilgilerin tekrarıydı bizlere söylenen. 

Ancak İslami ilimlerde az biraz ilerleme kaydettikten sonra ne peygamberi, ne Ehl-i Beytini, ne de Hz. Hüseyin’i gerçek anlamda tanımadığımı dehşetle görmüştüm. Halk arasında Kerbela çok yüzeysel biliniyordu. Arka planda olup biten imani, ahlaki, siyasi dejenerasyon bilinmiyordu. Ümmetin kendi Peygamberinin torunlarına nasıl da lakayt kaldığı ve ihanette bulunduğu ise hiç gündeme girmiyordu.  O günü idrak, sadece muharrem orucunu tutmakla sınırlı kalıyordu.

Oysaki Müslümanların kendi tarihlerinin kara sayfalarını bilmeye, anlamaya ve hakkıyla yorumlamalarına ihtiyaç vardır. Doğruluğu meçhul bazı rivayetlere dayanarak 10 Muharrem’de vukuu bulan olayları öğrenmek gündelik yaşantıda pek bir değişiklik yaratmıyor. Geleneksel yaklaşımlarla anlatılan bu tür rivayetler ise dini kendine has dinamikliği ile yaşamaya adeta ket vuruyor.

10 Muharrem ve Kerbela hadisesinin günümüz Müslümanlarının halen de yaşadıkları sorunların esas kaynağını teşkil ettiğini bilirsek herhalde daha farklı yaklaşımlarda bulunacağız. Sınırlı bir alana hapsetmeyeceğiz belki de bu olayı. Peygamber torunu ve vahyin indiği ailede ilk elden vahiyle muhatap olan Hz. Hüseyin, Resulullah’ın irtihalinden yaklaşık 50 yıl sonra bir kıyama kalkıştı. Halifelik Hz. Hasan’dan sonra bir süredir, zamanın saltanatçı, hedonist, zer ve zorla halifeliği kendi ailesine geçiren Muaviye’nin oğlu Yezid’dedir. Hz. Hüseyin, İslami bir yönetim şeklinin gittikçe saltanatçı, dünyaperest bir hale dönüştüğünü ve bu yönetimin Müslümanların aleyhine olduğunu görüyordu. Eğer peygamber torunu olarak vahye uygun bir karşı mücadele verilmezse, Müslümanların bu durumu içselleştireceklerini ve İslam’dan gittikçe daha da uzaklaşacağını seziyordu.

Halifelik ya da menfaat sağlamak için, bu başkaldırışta bulunmadı. Yönetim şeklinin peygamberden geldiği şekliyle şura ile olmasını, Müslümanların halifelerini seçerken İslami ilkelerle seçmelerini istiyordu. Ayrıca yönetim tarafından sergilenen tüm uygulamaların zulüm üzere olduğunun da anlatılması ümmetin cesaretlendirilmesi gerekiyordu. Çünkü zer ve zorla insanların çoğu mevkiiyle, parayla kandırılmış ve yönetim yandaşı haline getirilmişti. Üstelik halife diye Müslümanların başında bulunan Yezid’in ahlaki ve insani açıdan hiç de bulunduğu makama uygun değildi. İslam dışı yaşam tarzıyla Müslümanlara nasıl baş olabilirdi? Hz. Hüseyin’in tek isteği yönetim ve toplumun yine İslami esaslara dönmesiydi. Başında kendisinin bulunması ya da bulunmaması önemli değildi. Nitekim zalim Yezid’in katletme emrinden de haberdardı. Canından da olsa yine de Allah’ın dininin ihyası için yürüyecekti bu yolda. Bilinçliydi, her şeyi ön görmüştü. Ama yine de mücadeleden geri duramazdı. Vahyin yuvasında yetişen biri olarak İslami esaslara uygun bir önderlik yapması gerekiyordu.

İşte Hz. Hüseyin, tüm bu gidişatın İslam ümmetinin sonunu getireceğini bildiğinden, tüm peygamberlerin ve dedesi Hz. Peygamberin sünnetiyle iştigal ederek kıyama kalktı. Yürek burkan mücadelesi ve şehadeti tarih kitaplarında saklıdır. Ne var ki O’nun açtığı çığır, hala devam etmekte ve İslam dışı her oluşuma karşı direnmede müslümanlara ilham veriyor.

Hz. Hüseyin’i anlamak biraz da İslam’ı ve Resulü anlamak değil midir? O halde zamanın zalim Emevi yönetiminin bu mücadeleyi unutturmaya, gündemden düşürmesine dayanak olan aşura pişirip dağıtma geleneğini bir kez de bu yönden sorgulamak gerekir. Aşura günü meydana gelen 10 meşhur olayın da tam da o gün olup olmadığını da ancak Allah bilir. Aşura orucu Resulden gelen bir sünnet diye yerine getirilir. Ancak aşure tatlısının illa da yapılıp dağıtılması sünnet değildir. Bir gelenektir, adettir. Ne esef vericidir ki Emevi yönetiminin yerleştirdiği bir gelenektir. Peygamber torununun verdiği mücadeleyi Müslümanların gündeminden düşürmek için üzerinde önemle durduğu, dikkatleri başka yönlere çekilmesi hedef alınmış bir gelenek. Ki Müslümanlar, peygamberlerinin Ehl-i Beytine ne oldu diye hesap soramasınlar diye irtikâp edilen bir gelenek.

Yine de ameller niyetlere göredir. Halkımız arasında kim Allah rızası için sadaka babından tatlı dağıtıyorsa dağıtsın. Allah katında diğer sadakalar kadar getirisi olacaktır. Ancak, Hz. Hüseyin ve mücadelesinin anlaşılması ve anlamlandırılması ise hem dünya hem de ahiret hayatımızın tanzimi için muazzam bir bilinç inşa edecektir. Bu ise her halükarda halk geneline nazaran bilinçlenen Müslümanın farkındalığını ortaya çıkaracaktır. Peygambere ve Ehl-i Beytine selam olsun…

Allah’a emanet olunuz.