Şükran TAŞDELEN
KADINLAR GÜNÜ PROBLEMATİĞİ
Tüm dünyada kadınların haklarının talep edildiği gün olarak kutlama programlarına alınan kadınlar günü, ne yazık ki tarihçesine baktığımız zaman hala istenen ölçüde kadınlara hak ettikleri değeri veremediğini görmekteyiz. Yine de modern dünya açısından hala hak arayışlarının sürdürülmesi adına sevindirici. Ancak haklar talep edilirken ya da elde edilirken kullanılacak kıstaslar olarak hangi kıstasların kullanılacağı veya bu kıstasların tüm dünyada ne denli geçerli olacağı çook tartışma götürecek cinsten. Bu yüzden önce bu günün kabulüne kadarki tarihi süreçten bir nebze bahsedelim ve sonra kendi inancımız açısından kullanılan ölçütlere bir göz atalım. Bakalım hangi dünya kadınları, haklar ve hak talepleri konusunda yol katetmiş.
Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak yolunda verdiği savaşın temsili başlangıcı 8 Mart 1857 yılında ABD’nin New York kentinde başladı. Konfeksiyon ve tekstil fabrikalarında çalışan 40.000 işçinin insanlık dışı çalışma koşullarına ve düşük ücrete karşı başlattığı grev, polisin saldırısıyla kanlı bitti. Saldırı sırasında çıkan yangında çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı.
1910 yılında Danimarka’nın Kopenhag kentinde toplanan 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında, Almanya Sosyal Demokrat Parti önderlerinden Clara Zetkin, bu yangında yaşamını yitiren 129 kadın işçi anısına 8 Mart gününün Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını önerdi. Kadın hakları hareketini, özellikle oy hakkını onurlandırmayı amaçlayan Kadınlar Günü önerisi oy birliği ile kabul edildi.
1975 yılında Dünya Kadınlar Yılı’nı ilan eden Birleşmiş Milletler Örgütü, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın tüm kadınlar için Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı. 1857 yılında New York’lu dokuma işçisi kadınların daha insanca bir yaşam isteyerek, eşitsizliklere ve ayrımcılığa karşı sürdürdüğü mücadele ile başlayan süreçte 8 Mart, tüm dünya kadınlarının, kutladığı uluslararası bir güne dönüştü.
Kadınlara eşit hakların verilmesinin Dünya barışını güçlendireceği kabul edildi. Böylece 8 Mart, dünyada kadınların yüzyıldır yürüttüğü özgürleşme mücadelesinin kutlandığı ve kadınların güncel taleplerinin ifade edildiği bir gün haline geldi. Ne yazık ki gün olarak kararlaştırılıp kutlansa da alınan kararların uygulanma pratiğinde bugünkü kadınların ihtiyaçları açısından bakıldığında sonuç hiç de iç açıcı görünmüyor. Hala kadınlar, erkeklerle aynı işi yaptığı halde aynı ücreti alamıyor, işten çıkarılmada kadınlar ilk önce gözden çıkarılıyor ve kadınların erkekler üzerinde herhangi bir işyerinde üstün mevkilere gelmesi hala problem arz ediyor. Üstelik bu haksızlıkları, yana yakıla kadın haklarını gündeme getiren kesim yapmaktadır.
Bunun yanı sıra kadınların toplum hayatındaki annelik, gibi önemli görevleri ihmal edilerek pozitif bir ayrımcılık öngörülse de uygulanması yine kadük kalıyor. Bunun yanı sıra kadınlara haklarının iadesi sadece feminist kadınların talepleri olarak gündeme geldiğinde sanki başka düşünce ve inançları yaşayan kadınların bu haklara ihtiyacı yokmuş gibi ya da başka inançlar (özellikle İslam dini) kadına sanki hiç hak vermemiş gibi davranılıyor. Kadın hakları pratiğinde dünya kadınları açısından bir birlik de göze çarpmıyor. Bu gidişle çağdaş dünya daha çok mücadele edecek gibi görünüyor.
Her şeyden önce inanan bir kadın olarak bir de kendi tarihimize ve bu konuda varılan noktaya göz atmamızda fayda var. Çünkü Müslüman kadınlar söz konusu olunca gelenekçi, modern, feminist ve inanç açısından ateist kadınların da önyargılı saldırılarıyla ortam hepten bulandırılıyor. Müslüman kadının kendi kaynaklarına ulaşımında da sorunlar çıkarıldığından konu muğlâk kalıyor ve sanki dinden kaynaklanan bir sorun varmış gibi hepten İslami inanç ve bu konudaki ilkeleri yok sayılıyor.
Tarihin ilk devirlerine gidelim önce taa Cennet safhasına… Henüz dünya hayatı yokken, Cennetteki yaşantıda ve Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın ilk günahı işlemelerine… Kur’andaki hiç bir ayette tek başına Hz. Havva bu suçun müsebbibi olarak zikredilmemesine rağmen geleneksel Hrıstiyani ve İsrailiyat anlayışlarının tesirinde kalarak hep Hz. Havva suçlu gösterildi. Hz. Âdem’i saptıranın kadın olduğu ısrarla işlendi. Oysaki Allah Teâlâ bu suçta ikisinin aynı derecede biri diğerinden az veya çok olmaksızın şeytana uymadaki zaaflarının olduğunu bildirdi. Şeytanın iğvasına ikisi aynı şekilde kapılmışlar ve neticede dünya hayatına indirilmeleriyle sonuçlanmıştı süreç. Kur’anda Hz. Havva asla tek başına suçlanmamıştır. Ancak Kur’andan ve onun anlaşılmasından uzaklaştırılan Müslümanlar bu konudaki kesin vahiy bilgilerinden değil de, saptırılmış kaynakların bilgilerinden beslendikleri için kadın hakları konusunda İslam’ı değil İsrailiyat dediğimiz kaynağı esas almışlardır. İslami bakış açısı ne yazık ki daha ilk anda kaybedilmişti…
Kur’an ve İslam’ın ilkeleri söz konusu olduğunda baştan bir önyargı ile yaklaşılıyor ve bu önyargı perdesi yüzünden konu anlaşılmaz derecelerde spekülasyonlara uğruyordu. Ataerkil bir bakış açısıyla yorumlanan Kur’an ayetlerine bir de sadece alim erkeklerin nazarlarından bakılınca kadınlar aleyhine oldukça büyük yekun tutan bir haksızlıklar dizisi çıkarılabiliyordu. Ayetler insan bakış açısıyla değil de cinsiyet bakış açısıyla açıklanmaya çalışılıyor ve Allah’ın muradından uzaklaşıldıkça uzaklaşılıyordu. Hala toplumda yerleşik bulunan ve gelenekten gelen ancak Kur’ana iftira denilecek uygulamalar, İslam adına sahipleniliyor ve bu adaletsizlikten bir şekilde nemalanan erkekler, kadınlar üzerinde mutlak bir güç, kadının ise onun kölesi ve istekleri için yaratılmış yarım bir mahlûk olarak kabul ediliyor maalesef.
Tarihi yolculuğumuza devam ediyoruz. İnsanlığın liderleri, önderleri olan peygamberlerin yanında mutlaka onlara yarenlik eden inanan kadınları görüyoruz. Allah’ın bu kadınlara lütfunu gözlemliyoruz. Hz. İbrahim ve hanımı Hacer’in Mekke’nin kuruluşunda ve Kabe’nin yeniden inşasında birlikte görüyoruz. Peygamber hanımı ve peygamber annesi olan bu siyahî kadın, Allah katındaki değeriyle Hacc menasikinin tam ortasında görüyoruz. Mezarı Allah’ın evinin içinde. Peygamberlerin bile mezarı Allah’ın evinin içine defnedilmemişken O bu lutfa mazhar olmuştur.
Firavunun sarayında bir imanlı kadın görüyoruz sonra Asiye. Adını firavuna asi olmaktan alan kadın, Rabbine kul olmada örnek gösterilen bir kadın şahsiyet… İmanı yaşamada hiçbir küfri ortamı mazeret göstermeden Allah’a adanmış ve Firavunun küfründen beri tutulmuş bir hayat… Allah, Firavunun karısı olmaktan dolayı hiçbir şekilde bu kadını göz ardı etmemiş, aksine küfrün sarayında, Allah’a imanın zirvesine çıkan bu kadını Cennetiyle taltif etmiştir.
Tarih yolculuğumuz devam ediyor. Hz. Meryem müstesna bir kadın model… Allah’ın büyük imtihanını imanıyla aşan kadın… Tertemiz ve pak bir imanla kavminin tüm saptırılmış geleneğine savaş açan ve tarihi değiştiren kadın. Kadın hakları açısından hiçbir hak, hukuk ve değeri gözetmeyen kavmi, İsrailoğulları onunla imtihan edilmişlerdi. O sapasağlam bir imanla bu imtihandan çıkarken İsrailoğulları kaybettiler. Allah’ın bir kadına bu kadar lütufkâr olamayacağını vehmettikleri için… Bir kadının Allah’ın katında değerli olamayacağını zannettikleri için… Hz. Hatice’ye bakıyoruz yine. Son peygamberin en büyük destekçisi, Allah’tan özel selam alan, ilk mümine… Tahire unvanıyla taçlanan, tüm maddi varlığını Allah ve Resulü yolunda harcamaktan çekinmeyen kadın. Cennet kadınlarından Resulün gözbebeği, hatırası unutulmayan kadın…
Ve Tahire’nin yine pak ve tahire olan kızı Hz.Fatıma… Son peygamberin soyunu devam ettiren kızı, Kevser… “Sana Kevser’i verdik. Asıl sana buğz eden soyu kesiktir!” ilahi mazhariyetine matuf olan… Peygamber soyunun devamı bir kadından, kızından sürmekte. Bugün bile hala soyun sadece erkekten sürdüğüne inanılan cahilce bakış açısını yerle bir eden bir anlayıştır bu! İslam’daki kadına verilen değerin göstergesi olarak bir tek bu nokta verilse bile dikkate değer! Kadından devam eden soy, hala cahiliye kırıntılarını yaşayan şu anki halkımızda bile kabul edilmesi zor bir gerçek! Fakat İslam bu gerçeği bize Hz. Fatıma ile hatırlatıyor!
Bütün bu kadınlar tarihin köşe başlarındaki en önemli taşlar. Tarihe yön veren kadınlar. Tüm bu kadınlar, örnek gösterilen özellikleriyle Allah katında özel lütuflara mazhar olanlar. Veda hutbesinde Resulullah’ın özel hitabına dâhil olanlar yine kadınlardır. Bedeni zaafiyetlerinin aleyhlerinde kullanılan kadınlar konusunda uyarılan erkekler var hutbede. Allah’ın emaneti olan kadınlara cahili yaklaşımlarla değil, İslam’ın bahşettiği insani şeref ve değerle davranılması buyrulmuştur hutbede. Fakat bunu uygulayan imanlı erkekler nerede?
Ve birçok ayette müminlere seslenilirken yapılan Salih ameller babından Allah katında kadın- erkek farkının olmadığı defaatle vurgulanır. Örneğin şu ayete bir bakar mısınız? “İnanan erkeklerle inanan kadınlar birbirlerinin velisidirler. İyiliği emreder kötülükten men ederler. Namazı kılarlar, zekâtı verirler. Allah’a ve O’nun Resulüne itaat ederler. İşte onlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz ki Allah daima galiptir, hikmet sahibidir. Allah, Mümin erkeklere ve mümin kadınlara altından ırmaklar akan cennetler vaad etti. İçlerinde ebedi olarak kalacaklardır. Hem onlar için Adn Cennetlerinde hoş meskenler vardır. Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte asıl büyük kurtuluş da budur.” Tevbe suresi- 71- 72.
İşte can alıcı bir ayet daha… “Mümin erkekler ve mümine kadınlar, itaatkâr erkekler ve itaatkâr kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşu duyan erkekler ve huşu duyan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çok anan erkekler ve çok anan kadınlar yok mu; işte bunlara Allah bir mağfiret ve büyük mükâfat hazırlamıştır.”Ahzab suresi-35.
Rabbimiz kadın erkek ayrımı yapmadan insan olma çizgisinde iki cinsin de aynı haklara sahip olduğunu bildirmekte ve bu hakların korunması gerektiğine dikkat çekmekte fakat gel gör ki, müslümanım diyen erkek ve kadınlarda iman noktasında problem olunca kadın- erkek meselesine de problemli yaklaşmaktadırlar. Hele kadın hakları konusunda en az cahiliye adetlerini ve sapkın modern yaklaşımlarda bulunanlar kadar büyük hatalar yapmaktadırlar. Hakkını koruyan Müslüman kadınlara ise en kestirme yoldan feminist yaftasını yapıştırabilmekteler.
Oysaki ister Müslüman ister gayri Müslim kadınların tarih boyunca haklarının erkekler tarafından gasp edildiği apaçık bir gerçek olarak orta yerde durmakta iken, yapılması gerekeni yapıp kadınların haklarını en az kendi haklarını korudukları gibi korumaları gerekirken bu sorumluluktan fersah fersah kaçan erkekler söz konusudur. Şimdi konuya imani bir yaklaşımla baktığımızda hakların iadesi zaten Allah’ın emridir. Mesele kim bu emirleri yerine getirmekte ya da kim bu emirlerden nefsine hoş geldiği için çark etmekte… Müslümanım diyenlerin daha hassas yaklaşmaları gerekir diye düşünüyorum.
Bir Müslüman kadın olarak Allah’ın bana tanıdığı tüm haklardan razıyım. Ancak bu hakları çiğneyenlerden razı değilim. Dinimin de her alanda haklarımı koruduğuna inanıyorum. Hem ayrıca tüm hayat, cahili bir yaşam tarzı ve hak ihlalleri üzerinde yükseliyorsa tek bir güne sığdırılan günlerden de hazzetmiyorum. Bir günü ihdas edenlerden çok da adil bir yaklaşım beklemesem de, etkinlikler düzenleyerek, bir günlüğüne kadınların gönlünün hoş edileceğine de inanmıyorum doğrusu. Ayrıca bu günleri kutlamakla da kadınlara hakları verilmiş sayılamaz. O yüzden bu günü birlik uygulamalardan tez elden kurtulmalıdır.
Söz gittikçe uzasa da işin özü İslam dünyasının kadınlarının haklar bazında bir eksikliği bulunmamakta ve fakat uygulayanlar olarak erkeklerde problemler çıkmaktadır. Allah’tan hakkıyla korkanların zaten kadınlarına hayırlı olduklarını bilmekteyim. Fakat bu erkekler de azınlıkta kalıyor yazık ki. Yine de erkekleri uyarmakta fayda var. “Kadınlar konusunda Allah’tan korkun!” diyen bir Resulün izinden gidiyorsanız bir durup yapıp ettiklerinize bakın! Allah’a hangi yüzle hesap vereceksiniz? Ve ayrıca toplumumuzun genelinde İslami bir hassasiyet oluşursa bu batı tandanslı günlere de hiç mi hiç ihtiyaç kalmayacaktır.