Şükran TAŞDELEN

28 Kasım 2011

TEFEKKÜR ETME VE FERASET

                           

Tefekkür; herhangi bir mesele hakkında “düşünme, zihni yorma, derin düşünme ve işin şuuruna varma”demektir. Tefekkürün zıddı, fikirsizlik ve düşüncesizliktir. Tefekkür insana mahsus bir özelliktir ve diğer canlı varlıklardan tefekkür sayesinde üstün olur. Tefekkür ancak kalpte tasavvuru mümkün olan şeyler hakkında yapılabilir. Örn: Allah’ın yarattığı varlıklar hakkında tefekkür mümkündür ve tavsiye edilendir. Ancak Allah’ın zatı hakkında tefekkür mümkün değildir ve aynı zamanda men edilmiştir. Çünkü Allah, hiçbir surette vasıflandırılamaz ve şekil olarak hayal edilemez! ( El İsfehani, El müfred)

Resulullah Efendimize(saa) en çok etki eden ayetlerden biri tefekkürle ilgiliydi. Hz. Aişe’yi iki kişi ziyaret ediyor ve “Hz. Muhammed’de gördüğünüz etkileyici bir şeyi anlatır mısınız?” diye soruyorlar. Hz. Aişe diyor ki; “Resulullah bir gece kalktı, abdest aldı, namaz kıldı. Namazda çok ağladı. Öyle ki, secde esnasında yerleri ıslattı, mübarek gözyaşlarıyla… Sonra Hz. Bilal(r.a) geldi. Onu öyle görünce “sizin geçmiş ve gelecek tüm günahlarınız affedilmişken, sizi ağlatan nedir? Diye sorunca Resulullah “Bu gece Allah bir ayet indirdi. Beni bu ayet ağlatmaktadır.”Dedi. Ve şu ayeti okudu.“ Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette aklıselim sahipleri için ibret verici deliller vardır.” Ali İmran–190 Ondan sonra Resulullah(s.a.v) “bu ayeti okuyup ta üzerinde tefekkürde bulunmayan, düşünmeyen kişilere yazıklar olsun!” dedi.

Kur’anı Kerim’de tefekküre davet edilen akıl sahiplerinin özellikleri ve durumları da bir sonra ki ayete açıklanıyor “ Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerinde yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler(düşünürler) “Rabbimiz derler bunu boş yere yaratmadın! Sen yücesin, süphansın bizi ateş azabından koru!” Ali İmran- 191

Bir hadiste o kutlu Resul (s.a.v), “Allah’ın zatını düşünmeyin. Allah’ın şahsı hakkında düşünmeye güç yetiremezsiniz!” buyurmuştur. Lokman (a.s) uzun uzun tefekküre dalardı. İnsanlar “neden böyle yapıyorsun?”diye sorunca da “ uzun süre yalnız kalmak tefekküre daha müsaittir. Tefekkürde bulunmak ise insanı cennete sevk eder.”derdi. Ömer b. Abdülaziz “Yüce Allah’ın nimetlerini düşünmek en faziletli ibadetlerdendir.” Demiştir. Demek ki, tefekkür etmek, düşünmek bir ibadettir. İmam Şafii de “ herhangi bir konuda hüküm çıkarırken tefekkürden faydalanın!” diyerek, usul ilminde tefekkür etmenin önemine işaret ediyor.

Tefekkürün sonunda insan, geniş bir ilme sahip olur. İnsanın ilmi artınca kalbinin hali de değişir. Kalp değişince insanın hali ve davranışları yani ameli de değişir. Demek ki bir değişimin vuku bulması, ya da hataların düzelmesi tefekkür etmeye başlamakla mümkün oluyor. Bunun için Kur’an da Yüce Allah çeşitli hususları dile getirdikten sonra “Şüphesiz bunda tefekkür eden(düşünen) insanlar için ibretler vardır” Nahl–11 buyurmaktadır. Aynı ayet, yaklaşık ifadelerle Rad suresi 3. ayetinde, Rum Suresi 30. ayetinde ve Casiye Suresi 13. ayetlerinde de tekrarlanmıştır.

Kur’anda birçok ayette “akıl erdiren, düşünen bilen insanlar için ibretler vardır” denilmekte ve tefekkürün önemine dikkat çekilmektedir. İslam dini düşünerek, akıl erdirerek kabul edilip teslim olunan bir dindir. Körü körüne bir inanış geçerli değildir. Hatta “atalar dini” üzerinde olmaktan dolayı Allah tarafından bir kınama da vardır. İşte ayet;“Onlara “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğine “hayır, atalarımızı neyin üzerinde bulduksa ona uyarız”dediler. Ya ataları bir şeye akıl erdirmez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi?” Bakara- 170

Taklitte kalan bir iman, kâmil bir iman değildir. Ancak insan tahkik ederse, yani araştırırsa, düşünürse, akıl yürüterek iman ederse, o zaman erişilen iman hakiki bir iman olur. Allah katında da bu özellikte bir iman makbuldür.  Tefekküre dayanan bir iman insanı taklitçilikten, nefse dayalı boş bir hayat yaşamaktan kurtarır. Her şey anlam bulur. Taşlar yerlerine oturur. Zaten Allah demek “anlam” demektir. İşte tefekkür her şeye anlamını vermek ve asıl veçheleriyle bilmektir. Örn; dünya hayatı geçici ve değersizdir, ahiret hayatı ise asıl ve ebedi olandır.

Şimdi ebedi olan mı, geçici olan mı kabule daha yatkındır? Ya da insan hangisini seçerse daha kârdadır? Kesinkes ölümün geleceğini tefekkür edersek ve ölümden kaçmanın da mümkün olmadığını düşünürsek ve ölüm sonrası hakkında da en doyurucu en hakiki bilgiyi veren de Kur’an olduğuna göre, ebedi olanı seçmek akıllıca bir seçimdir. Bu seçimi yaptıktan sonra insana düşen nedir? Tabii ki, ölümden sonraki hayatta kârlı çıkaracak ameller işlemektir. Çünkü bu dünyadaki ömür süresi, ebedi hayatı kazanmak için veriliyor ve aslında her insana düşünüp akledecek kadar bir ömür verilmektedir. (Fatır suresi–37 ayeti.)

Derin bir tefekkür sonucu iman eden, bilinçli hareket eder. Dünyadaki asıl amacın Allah’a kulluk olduğunu hiç unutmaz! Nefsini her zaman iyi, doğru ve güzel şeyler yapmak için eğitir. Böylece kötü, hayâsız ve ahlaksızca olandan korunmuş olur. Ebedi mutluluğu kazanmış olur. Mümin insan tefekkür ederek feraset sahibi olur. Olayların veya toplumsal sorunların arka planını kavrar, hiçbir şeyin, her zaman göründüğü gibi olmadığını bilir. Bu açıdan dünya hayatındaki yaşamında adımlarını güvenle atar. Her daim Rabbinin murakabesinde olduğunu aklından çıkarmaz.

 Şimdi tersi bir durumu düşünelim. Tefekkür etmeyen sadece “ben, ben” diye nefsinin istekleri peşinde koşan, helalleri haramları ayırt etmeden karıştıran, hiçbir ölçü takmayan, hesap, ölüm, cehennem gibi ilahi uyarılara kulak tıkayan insanın dünya yaşantısı nasıldır? Ahireti kaybettiği zaten ortada… Ya dünyası?

Nefsinin peşinden giden insan, başkasının hakkını düşünür mü? Hatta başkalarının hakkını gasp etmenin yollarını arar. Bunun için her türlü hileli yolu düşünür. Yani olumsuz kötü düşünceleri vardır. Kimden ne kadar koparırsa kârlı olduğunu düşünür. İnsanların iç yüzü ortaya çıkınca onu dışlamaları, aralarına almamaları çok da önemli değildir böylesi için… Yalnızdır ama bunun acısını etrafındaki insanlara zulmederek çıkarır! Yemesinde içmesinde, giyinmesinde hep aşırıya kaçar! İsraf hayat tarzıdır. Üstelik hayatını, sahip olduğu nimetleri ve varlığını saçıp savurarak başkalarına hava da atar! Pek marifetmiş gibi…

Kibirlidir! Kendini yere göğe konduramaz. İnsanların en iyisi olduğunu zanneder ama yüz karası olduğunu düşünmez. Çünkü doğru düşünce yollarına ulaşamamıştır! Allah’ı unutmuştur, hatırına bir an bile getirmez! Bir resul gelmiş mi, gelmişse ne getirmiş, nasıl yaşamış bilmez. Bu resule iman edip etmediği de belli değildir.

Ömrünü, gençliğini, servetini, nerelerde tüketmiştir? İyi mi yapmış, kötü mü yapmış hiç mi hiç düşünmez! Saçlarına ölümün habercisi olan kırlar dolsa da, yüreği taş bağlamıştır artık! Oturup düşünmek için bir saatini ayırsa belki çok şeyi değiştirebilecektir, ama nerede düşünen? Dünyaya bir dalış dalmıştır ki, aniden gelen ölüm ancak hüsranını artıracak, azaba götürecektir. Ne yazık, bunu da düşünmez! Böyleleri için Allah’ın Resulü şöyle buyurur; “insanlar bu dünyada uykuda gibidirler. Ölünce uyanırlar!” Düşünen insan bu dünyada da uyanıktır, ahirette de… Yani bilinçlidir, şuurludur, aklını kullanır, kâr zarar hesabını yapabilendir tefekkür eden kişi…

Düşünen ve aklını kullanan insanlar dünyaya yön verenlerdir. Medeniyet kuranlardır. Medeniyeti başlarına yıkılanlar ise düşüncesizlik, fikirsizlik, şuursuzluk ve akılsızlık yüzünden çöküşü hak eden cahillerdir. Düşünce ve aklı kullanmak cehaletin düşmanıdır. Onların olduğu yerde cehaletin hiçbir türü barınamaz! Hükmetmek isteyen müstekbir güçlerin ilk yaptığı faaliyet, insanları düşünmekten men etmek, eğlence kültürüyle nefislerini azdırmaktır. Nihayet böylece cehalet batağına çekilen milyonlarca insanı koyun gibi güderler!

Nice üniversite bitirdiği halde cehaletinden kurtulamayan insan vardır. Ne yazık ki diploma sahibi olmak insan olmak için yeterli değildir! Düşünmek, akletmek, şuuruna varmakla insan olmanın ayrıcalığını ve üstünlüğünü yakalar. Yoksa yiyip, içip üreyen bir hayvandan farkı kalır mı insanın?

Cehalete açılan savaş ilk Kur’an ayetiyle başlıyor dikkat ederseniz!

“Oku, yaratan Rabb’inin adıyla oku!” Alak Suresi- 1

Bu gün müslümanlar ne kadar okumaktadır? Ne kadar tefekkür etmektedir? Ne kadar akletmektedir? Ne kadar şuurlanmaktadır? Bu sorular üzerinde biraz kafa yoralım. Okuyup araştıralım. O zaman bakış açımız genişleyecek, dünyayı ahireti, ölümü hayatı daha hakiki bir tarzda anlamış olacağız. Şunu unutmayalım! Düşüncesiz insan topluluğunu mutlaka güden birileri her zaman olacaktır!