Şükran TAŞDELEN

12 Kasım 2011

HEVA VE HEVES MABEDİNİN KURBANLARI

Bazen çok merak ederim. Neden, insanların çoğunluğu, “bir ve ortaksız” olan Allah’a inanmak istemezler diye. Sonuçta, inanmak insan fıtratında kayıtlıdır. Ve insan doğru ilaha (Allah’a) inanmayınca, O’nun yerine nice sahte ilahları, ilahçıkları koyabiliyordu. Tanrıtanımaz dediğimiz ateistler bile, “dinsizliği” bir din olarak ilahlaştırmıyorlar mıydı?

Bu neden böyledir? Kanımca, insan bir ve tek kaynaktan gelen, doğru dinin emrettiği sorumluluğu yüklenmekten kaçındığı için sahte ilahlar ediniyor. Bu sahte ilahlar, insana bir sorumluluk yüklemiyor. Yüklese bile bu insanın nefsine uygun oluyor. Ahlaki olanla teçhiz etmiyor, dahası insana, nefsine göre yaşama imkânı tanıyor! Tam da şu ayette Rabbimizin buyurduğu gibi: “Nefsini, heva ve hevesini ilah edineni gördün mü?” Furkan- 43

Evet, insan hakiki, ilkeli, bir ve ortaksız olan “Allah’a” inanmak istemiyor. Çünkü O’nun dinini çarpıtmaya, sulandırmaya imkân yok! Nefsinin isteklerine göre yaşamak yok! Ahlaki özellikler, iman eden insan için olmazsa olmazlardandır. En önemlisi de ferdi ve toplumsal birçok vazife ile sorumluluk bilmeye davet ediyor insanı. İnsan ise, doğasında bulunan kibir, tembellik ve cehaletten olsa gerek, sahte ilahların, sahte gölgesinde yan gelip yatmak istiyor! Sorumluluk, erdemlilik, ahlaki olmak yok! Nefis dilediğince haram- helal ölçütü gözetmeden yiyecek, içecek. Birçok hemcinsinin hakkını gasp edecek. Kimse de ses çıkarmayacak. Bu adaletsizlik ve başıboşluğa sahte ilahlardan bile itiraz gelmeyecek! Meydanı boş bulan insan da, dilediğince at koşturacak, vız gelip, tırıs gidecek!  İlkesiz, sorumsuz, ölçüsüz bir hayat! Tam da nefsinin kölesi olan insanın istediği gibi..

Hırs ve tamahkârlığının esiri olan insanlar, toplumsal statü ve saygınlık için, dayanılması zor istekler ile bayağı ve ahlak dışı tutkular içinde oldukları için, “Allah’a” karşı umursamaz davranırlar! Yani inkâr ederler! Hâlbuki bu inkârın, Allah’a hiçbir zararı olmadığı gibi, ancak insanın kendi kendini aldatışını arttırır. Bu aldanış içinde olan zavallı insanlar, eğer Allah’a inanmazlar ise, her şey onlar için mübah olacaktır zannıyla, kendi keyfilikleri içinde, istedikleri gibi hüküm- ferma edecekler. Güç yetirebildikleri hiç kimse de onlara dur diyemeyecektir. İnsanın önüne ilkeler, sorumluluklar, helal, haram sınırları konulmayınca, ya da konulan bu ilkelere iman etmeyince gelebileceği nihai nokta, kendi nefsini ilahlaştırmak olmaktadır. “Ya, şimdi baksan ya, o kimseye ki, hevasını ilah edinmiş, Allah da onu bir ilim üzere şaşırtmış, kulağını ve kalbini mühürleyip, gözüne de bir perde çekmiştir. Artık onu Allah’tan sonra kim yola getirebilir? Hala da düşünmez misiniz?” Casiye- 23

Kendi arzu ve özlemlerini ilahlaştırıp Allah’ın dinine, ilkelerine, kısacası hidayetine de zihnini, kalbini ve kulaklarını kapalı tutarlar. Onlar böyle istedikleri için de Allah, onları zorla doğru yoluna iletmeyecektir tabii... Onlar için her şey bu dünya hayatıdır. “Onlar hala, bu dünyadaki hayatımızdan başka bir şey yok, derler.” Casiye- 24. Ne sorumluluk, ne merhamet, ne de iyilik duyguları yer eder kalplerinde! Varsa, yoksa nefislerinin tatminidir. Bilmezler ki, “kalpler ancak Allah’ın zikriyle tatmin olur!”

Yararlı iş yapmakmış, adaletli olmakmış, hiç önemli olmadığı gibi kendilerini bağlamaz sanırlar! İman etmeyi kibirlerine yediremezler. İman etmek demek, sorumluluk demek, ahlak demek, kanun, yasa demek çünkü… Ama onlara göre tek kanun vardır. O da nefislerinin heva ve hevesleridir.  Allah (c.c) ise, böylesine gemi azıya almış, azgınlaşıp, saldırganlaşan nefisleri tehdit ediyor: “Siz bu hesap gününün geleceğine aldırmadığınız gibi, Biz de bugün size aldırmayacağız! Sonuçta varacağınız yer ateştir. Ve siz yardım edecek bir kimse de bulamayacaksınız!” Casiye- 34

İnsan, dünya hayatına saplanıp tek hayat olarak kabul edince, nefsinin istek ve arzularına kaptırıyor kendini. Hâlbuki ahirete iman olunca, insanın nefsini ıslah etmesi, kötülüklerden arındırması mümkün oluyor. “Her kim Rabbinin makamından korkmuş ve nefsini hevasından arındırmışsa, onun varacağı yer muhakkak Cennettir!” Naziat- 40- 41 Sorumsuzca bir hayat ancak nefsi, saptırır ve aldanışlara sürükler. Dünyanın geçiciliğini unutturur. Aynı zamanda dünyanın “dena” oluşunu da. Yani değersizliğini… “O kâfirler ki, oyunu ve eğlenceyi kendilerine din edindiler ve o dünya hayatı kendilerini aldattı.” Araf- 51

Dünyanın oyun ve eğlencesine kapılanlar, her ne kadar, dünyanın zevkinden, süsünden faydalanıyor görünse de, asıl hayat olan ahirette ise ebedi kaybedenlerden oluyorlar. Heva ve hevesinin ardına takılanları, dünya hayatı ayartıyor. Dünyevi hırslara esir olduklarından, Allah’ın mesajını (Kur’an’ı)  göz ardı ediyorlar! “Hakikati inkâr edenlere şöyle denilecek: mesajlarımız size iletilmedi mi? Aslında iletildi, ama siz küstahça büyüklük tasladınız ve günaha saplanmış bir kavim oldunuz!” Casiye- 31

Demek ki, nefsin her istediğini ona vermek, insanın hayrına değildir. Aksine nefsi terbiye ve tedip etmek, nefsin nihai anlamda kazanmasına vesiledir.

Ey müminler! Artık nefsinizin yularını, imanınızın eline verdiniz değil mi?