Şinasi ULUDOĞAN

02 Ekim 2013

ADİL OLMAK FARZDIR

RAHMAN ve RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

“Muhakkak ki Allah, adaleti, ihsanı (iyiliği), akrabaya yardım etmeyi emreder…” 16/90 

Hamd o göklerin yerin ve içerisindekilerin Rabbi Allah’a, salat ve selam insanlık sadece yaratıcılarına kul olsunlar diye gönderilmiş elçilere ve onların yolunu yol edinenlere olsun.

Rabbimiz Allah azze ve cellenin insanın arzda yaşamaya başladığı günden bu yana üzerinde durduğu en önemli husus <adalet > kavramıdır. Çünkü adaletin zıddı zulümdür. Dün olduğu gibi bu günde yaşanan büyük zulümlerin sebebi gayri İslam’i gayri adil, gayri insani sistemler düzenler ve yönetimlerdir.

Ümmetin son yüzyılı aşkın yaşadığı vahim trajedinin alt yapısını oluşturan temel nedenlerden birisi de adaletten uzaklaşılmış olunmasıdır.

Sadece Müslümanlar için değil, tüm insanlık için hayatın her alanında dünyevi ve uhrevi saadeti vaaz eden Kur’an’ı Kerimin ayetleri bu günde hala taptaze hala capcanlı olarak elimizde bulunurken alıcılarını ve uygulayıcılarını beklemektedir.

Küresel anlamda Kabilin temsilcilerinin egemenliğinde geçirilen binlerce yıl olmasına rağmen Rabbimizin vaadine olan imanımız sarsılmış değildir ve asla sarsılmamalıdır. Zira Allah’tan ümit kesmek kâfirlerin işidir. (bkz.12/87)

Evet, Müslümanlar olarak Rabbimizden ümidimizi asla kesmiyoruz. Biliyoruz ki Rabblerinden indirilmiş olanın en güzeli olan Kur’an’ı Kerim’e iman edip gereğini yerine getirmeye çalışan Müslümanlar dünyanın gelip geçici süsüne aldanmayan dünyayı ebedi yurt olarak görmeyen ve hayatın meşakkatlerine, acılarına, yokluklarına sabreden varlık ve rahatlık anlarında da bunun gelip geçici olduğunun farkında olan ve asıl mutluluk yurdunun Rabbimizin vaad ettiği Adn ve Firdevs ve benzeri cennet yurdu olduğuna iman eden insanlardır.

Ancak ne var ki kendilerini Müslüman olarak tanımlayan milyonlarca kişi mevcut konumları her ne olursa adil olmaktan ve adilane bir yaşantıdan bir hayli uzak yaşamaktadırlar.

Genel olarak İslam âlemi gerek ailevi gerek sosyal gerek siyasi gerek ekonomik gerekse kültürel anlamda hayatın merkezinde olması ve uygulanması gereken adaleti tesis edememekte hatta etmemektedirler.

Bunun böyle olduğunu anlayabilmek için içerisinde bulunduğumuz ortamlara bir göz atmak yeterli olacaktır.

Müslümanların haftalık bayramı ve olağan kongresi niteliğinde olan Cuma toplantısında minberde görevlinin okuduğu Nahl Suresi 90. Ayette sürekli hatırlatılan “ Muhakkak ki Allah, adaleti, ihsanı(iyiliği) akrabaya yardım etmeyi emreder,  ( fahşayımünkeri ve bağyi) çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O düşünüp uygulayasınız diye size öğüt veriyor”

Her hafta camilerde okunan ve dinlenen bu ayetin günlük yaşantıda bir karşılığının fiili olarak olmadığını görmekteyiz. Buna örnek olarak gerek kamuda gerekse özel şirketlerde çalışan ve çalıştıranların arasındaki muamelenin ekseriyetle adaletten yoksun olduğunu gösterebiliriz.

Allah azze ve cellemal, makam vemevki verdiklerini bu konuda büyük bir imtihana tabi kılmaktadır. Özellikle mal ve makam sahibi olanların yani yetkiyi ve gücü elinde tutanların imtihanı bunlardan yoksun olanlara göre daha çetindir. Zira yetki sahibi insanların elleri altında bulundurdukları insanlar hakkında verecekleri kararlar ve uyguladıkları uygulamalar adalet temelli olmak zorundadır. Aksi takdirde bir kişiye bile istemeyerek de olsa yapılan haksızlık adaletsizliği dolayısıyla zulme dönüşür. Zulm sahibi ise o hal üzere ölürse Rabbine asla hesap veremez.

Bir beşeri sistem olarak batıdan devşirilmiş olan ve İslam’la bağdaşması ve benzeşmesi asla mümkün olmayan demokratik sistemlerin ürettiği hiyerarşik yapı ve statükoculuk insanlar arasında ayrışmalara maddi ve manevi anlamda bölünmelere sınıfsal farklılıklar oluşturmakta ve bunun neticesinde de bir takım çatışmalara neden olmaktadır. Müslüman olduklarını iddia eden yüzbinlerce üst düzey bürokrat elde ettikleri makamları egolarını tatmin için kullanırken elleri altında çalışanlara Allah’ın emrettiği bir selamını dahi vermemekte kendileri ekonomik olarak birçok kalem gelire sahip iken asgari ücretli olarak kendilerine hizmet edenlere çekirdek tanesini bile vermemektedirler.

Cuma günleri camilerde omuz omuza gelip yukarda bahsettiğimizNahl suresi 90.  ayetini beraberce dinleyen bu insanlar camilerden dağıldıktan sonra sanki bunları hiç dinlememiş gibi davranmakta İslam’ın hayatın her alanına yayılmasını emrettiği adaleti ve kardeşliği hiç mi hiç dikkate almamaktadırlar.

İş konuşmaya, mangalda kül bırakmamaya gelince bu zevatlar herkesten fazla Müslüman kesilmekte ama uyguladıkları adaletsiz, hikmetsiz ve gayri insani uygulamalarla hem kendi ortamlarında hem de çevrelerinde zulmün oluşmasına neden olmaktadırlar.

Allah azze ve cellenin kendilerini imtihan için vermiş olduğu ama kendilerince <dirsek çürütüp elde ettikleri> ben kazandımcılar ( “Karun dediki bu bana bilgim sayesinde verildi.” Bknz 28/78)her yıl düzenlenen kutlu doğum etkinliklerinde herkesten fazla Hz Muhammedci kesilmekte, o yüce Resulü yere göğe sığdıramamaktadırlar.

Oysaki çok net ve açıktır ki Allah’ın elçisi ve tüm elçileri sadece namaz kılmakta oruç tutmakta vs. değil hayatın her alanında toplumlarına en güzel bir şekilde vahyin emrettiği şekilde örnek olmuşlardır.

Hz Muhammed Allah’ın elçisi olmakla birlikte aynı zamanda iyi bir devlet başkanı, iyi bir yönetici, iyi bir arkadaş, iyi bir halk adamı, iyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir damat, iyi bir kaynata, iyi bir dede ve toplamda da üstün bir insandı. Onun bu üstünlüğü vahye sıkı sıkıya bağlılığından neşet etmişti. Çünkü o dünyada hiçbir insanın çalışarak elde edemeyeceği bir makama Allah tarafından atanmış ancak o, kendisine verilen makamı yani statüsünü insanları kendisine hizmetkâr kılmak için değil kendisi insanlara hizmetkâr olmuş halktan biri gibi yaşamış, krallara ve kralcık gibi yaşayanlara ve onların yüksek tahtlarına atlastan, ipekten ve altından işlemeli giyeceklerine ve küşstünden eksik sofralarına tevessül etmemiş arkadaşlarıyla birlikte aynı zeminde oturarak onlarla birlikte gülmüş onlarla birlikte ağlamış onlarla birlikte çalışmıştır.

Dışardan yabancı birileri Medine’ye geldiğinde onu mescidde hiçbir kimseden ayırt edilemeyecek bir şekilde buluyorlardı. Ve hayretler içirişin de“sizin lideriniz bu mu” diyorlardı.

Şimdi günümüz makam ve mevki sahipleri hemencecik < yahu o peygamberdi biz ise değiliz ve biz asla peygamber ve sahabe gibi olamayız  > basitliğine kaçabilirler. Ancak sonuç bu kişilerin özde değil de sözde Hz. Muhammedîn ümmeti oldukları gerçeğini değiştirmeyecektir. Bulundukları makamlara girip çıktıklarında kendileriyle birlikte çalışanlara Allah’ın selamını dahi vermeye imtina eden ve Cuma namazlarında saf bağladıkları ve bir saatliğine de olsa zahiren kardeş oldukları insanlarla cami çıkışında kardeşliklerini unutup orada bırakanlardan “ellerinin altında bulundurduklarına rızkı eşitlemelerini” (bknz 16 /71) beklemek çölde serap görmek gibi bir şey olsa gerek.

Bu mal makam ve mevki sahipleri ellerinin altındakilerden, yani personellerinden önlerini iliklemelerini el pençe divan durmalarını ve onların kendilerine sürekli teveccüh göstermelerini < bana değilse de makama saygı olunsun <  diyerek hevalarından ürettikleri kutsallara tazim edilmesini istemektedirler. Oysaki Kutsal olan Allah azze ve celle ve O’nun belirledikleridir. İnsanda bu manada  “ahsenitagvimm” üzere yaratılmış olmasından dolayı Allah azze ve celleden sonra kutsal olmamakla birlikte en değerli varlıktır.

Bu arada şunu da söylememiz icap eder. Elbette ki bir hiyerarşik yapı zaruridir. Amir Memur,  İşçi Patron, Ast üst gibi. Ancak bu hiyerarşik yapı asla alttakini ezme onu kendisi gibi görmeme ve onlara her alan ve anlamda gayri adil davranma değil bilakis işlerin belirli bir düzende yürütülmesi içindir. Nitekim yüce Rabbimiz “ Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini biz taksim ettik. Birbirlerine iş gördürebilsinler diye biz onların bir kısmını diğerlerinden geçimlik bakımından üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.” ( Zuhruf suresi 32. Ayet)

Yine toplumun her kesimince kabul edilen ve klişeleşmiş olan   < Allah her şeyi affeder kul hakkı hariç > anlayışı bile bu bahsettiğimiz zevatın gayri adil davranışlarının düzelmesi yönünde kendilerine bir hareket kazandırmamaktır.

Elbette ki insana çalışmasının karşılığı vardır. İster dünya için olsun ister ahiret için olsun ister ise her ikisi için olsun çalışan için mutlaka bir kazanım vardır. Ancak kişi bu kazanımlarını < ben kazandım ben elde etim> diyorsa  (ki çoğunluk maalesef bu noktadadır) o zaman tıpkı Karun gibi tıpkı Kehf suresinde geçen bahçe sahibi gibi davranıyor ve o davranışın sonucunu hak ediyor demektir. Onların sonu da dünyada ve ahirette hüsrandır.

Kendilerine imtihan amaçlı verilen makam ve mevkilerle insanlarla kendileri arasına bir takım duvarlar örenler bilsinler ki Allah’la ve O’nun rızasıyla ilişiklerini kesmektedirler. Bu bağı koparanlarda o hal üzere öldüklerinde ebedi cehenneme yuvarlanacaklardır.

Bu arada Resullerin tamamımın toplumun yalın ayaklı insanlarıyla daha fazla haşır neşir olduklarını görürüz. İnkârcılarıninkârlarının gerekçelerinden biride ( ki kendilerine göre) Resullere iman edenlerin toplumun mal, makam ve mevkice kendilerinden alt seviyede olmalarıydı. Nitekim Hz Nuh’a şöyle demişlerdi. “Buna karşılık, kavminin ileri gelenleri dediler ki : “Biz seni bizim gibi bir insanlardan biri olarak görüyoruz, başka değil. İlk bakışta bizim ayak takımımızdan başkalarının sana iman edip seninle beraber olduğunu da görmüyoruz. Sizin bizden fazla bir meziyetiniziz de olduğunu düşünmüyoruz. Aksine sizi yalancılar sayıyoruz”  (Hud suresi 27. Ayet)

Gelir dağılımındaki adaletsizliklerden vergilerin fahiş derecede yüksek ve yoğun olduğu bir ülkede iktidarda olan ve partisinin sıfatı <adalet> olan bir partinin ve onun ülkeyi yöneten Başbakanının ve Bakanlarının ve kurumlardaki yöneticilerin ve tüm iş dünyasının bu uyarıya kulak vermeleri hakka ve adalete kulak vermeleri anlamına gelecektir. Zira bir insan Müslüman olmayabilir ama bu onun adil olmayacağı olamayacağı anlamına gelmez. Bir insanda kendisini Müslüman olarak addeder ama gayri adil ve zalim olmayacağı anlamınada gelmez.

Sonuç olarak ülkenin Cumhurbaşkanından Başbakanına, en üst düzey bürokratından en zengin adamına, köylerdeki ağalardan, şeyhlerden cemaat liderlerine vs maddi ve manevi anlamda kalemi ve kâğıdı elinde tutan mal, makam, mevki, yetki, güç ve otorite sahibi olup toplumları yöneten herkese buradan bir kez daha hatırlatıyorum ki sizlere imtihan amaçlı verilmiş olan bunların karşılığında eğer Hz Muhammed, Hz. Süleyman,Hz. Davud Hz Ömer vs gibi olmuyor ve ya olamıyorsanız sanız kendi ellerinizle kendinizi ateşe atıyorsunuz demektir.

Zira adalet Allah’ın tüm kullarına emrettiği bir emirdir ve kullarında bu emre uymaları yani her alan ve anlamda ve her zaman adil olmaları farzdır ve herkese mutlaka bir gün lazım olur ve olacaktır. Gecikmiş adalette asla adalet değildir.

Selam ve Dua ile