Şinasi ULUDOĞAN

29 Mart 2016

NEDEN KUR’AN NEDEN TEVHİD NEDEN ADALET?

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd göklerde ve yerde her ne varsa onların Rabbi olan Allah’a Salât ve Selam gönderilen tüm Resullere, Nebilere ve onların yolunu yol edinenlere olsun.

Dünyada yaşamaya ikamete tabi tutulduğumuz günden bu yana Rabbimizin tüm insanlara vahiyle bildirdiği iki temel esastır Tevhid ve Adalet.

Dünyada insanlık aslında bu iki eksene göre şekil almaya başladığında ve bunu sürdürebilir hale getirdiğinde esenliğe huzura rahata kavuşacaktır. Zira bu ikisinden biri olmayınca mutlaka zulüm hasıl olmakta ve zalim ve mazlum meydana çıkmaktadır.

Hayati mesele olarak bu iki ana konunun iyi idrak edilebilmesi de elimizdeki şaşmaz ölçü olan Kur’an’ı gerektiği gibi anlayabilmek ve hayatın merkezine alarak davranabilmekten geçiyor.

Kuranın ne olduğunu, ne için geldiğini ve düne bu güne yarına dair neler söylediğini anlayamaz isek bu iki ana kavramı da anlayamamış oluruz. Zira Kur’anda vaaz edilen bu iki konu aslında yaratılışta her insanın kodlarına yerleştirilen ancak çoğu insanın üstünü örttüğü hakikatleri açığa çıkarmaktadır ve insanların tamamını bu evrensel ortak iyiye davet etmekte ve bunun uygulanmasını talep etmektedir.

Kur’an dışında yeryüzünde Furkan olarak adlandırılan ve adlandırabileceğimiz hiçbir kaynak hiçbir kitap hiçbir eser yoktur.

Dolayısıyla Kuranın mucize olmasının da asıl nedeni işte budur. Bu hakikate iman etmek insanı en hakiki olana ve bu hakikati ona indirene yani yaratıcıya ulaştırmaktadır. Bu hakikat aynı zamanda yeryüzünün ıslahının ve yaşanabilinirliliğinin yegane yolunu göstermektedir.

Zira şu ayette “Geçmişte insanlığa yol gösterici olarak, yine hakkı batıldan kesin hatlarla ayıran mesajı da O indirmiştir. Allah'ın mesajlarını inkar eden kemselere gelince: Onlar için şiddetli bir azap vardır; zira Allah üstün ve yüce olandır, insana yaptıklarının acısını tattırandır.

 

Kendisinde şüphe olmayan ( 2/2 ) ve Allah tarafından kıyamete kadar koruncağı vaad edilen, ( 15/ 9 )  insanları en doğru yola ileten ( 17/ 9 )  bu kitabın insanlığı bu iki ana kavram yani Tevhid- Adalet üzere olmaya davet ettiğini görmekteyiz.

Şöyle ki: Tevhid her canlı ve cansız varlığın yaratıcısı olarak en üst noktada bir tanrı anlayışına sahip olmakla birlikte bu canlı ve cansız varlıkların idaresini de ve onlar üzerinde egemenliği ve onları sevk ve idare etmeyi bu yaratıcıya hasretmek. Bu aynı zamanda yaratıcının kulları üzerindeki siyasetini de ihtiva eder. Yani biz Müslümanların Allah olarak adlandırdığımız yaratıcımızın bizler üzerinde tek tasarruf sahibi olduğunu kabul etmek onun bizler üzerindeki siyasetini kabul etmek anlamına gelir. Allah azze ve celle biz kulları üzerindeki siyasetini daha öncede olduğu gibi vahiyle ve vahin ilk muhatabı olan Resuller vasıtasıyla Gerçekleştirir.

Aslında tüm insanların yaratılışında onlara yerleştirilen kodlarda yani fıtratlarında bu kıyamete kadar baki kalacak fıtri hakikatler mevcuttur. Bunlar tüm insanlığın ortak değerleridir.

Şems suresi 8. ayette “Ona bozukluğunu ve korunmasını (isyanını ve ita'atini) ilham edene andolsun ki:” buyurulur.

Dolayısıyla yaratanın yarattığını en ince ayrıntılarına kadar bilmesinden daha doğal bir şey olamaz. Bundan dolayı da yaratanın yarattıkları üzerindeki mutlak egemenliği tartışma götürmez bir gerçektir.

Tevhid geleneksel din anlayışının algıladığı bir biçimde zikir halkaları oluşturup lâfzen yüzlerce kez tekrar etmek değil aksine tamamen Allah’tan başka kulları üzerindeki tüm otoriteleri ve tüm vesayetleri kaldırmanın ve O’nun için O’nun adına ve O’nun vahiyle belirlediği ölçülerde yaşama ve yaşatmanın adıdır “lailahe illallah” yani tevhid

Geleneksel din anlayışının en temel referans olarak sunduğu “Son nefeste dahi kelime-i tevhidi getirende cehennemde kalmaz. Resulullah hesap gününde son nefeste de olsa  bu kelimeyi söyleyenler cehenneme düşmesin diye yalvaracak ve duası kabul olacak” şeklindeki rivayetler hem sıhhat bakımından hem mana ve mesaj bakımından doğru değildir.Doğru olan Müslüman olarak yaşayıp Müslüman olarak can vermektir.Yani “illellezine amenü ve amelüssalihat” eyleyen ve hayatı hep böyle oan kimse umulurki rabbini razı etmiş olacaktır. “Rabbim! Bana güç verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaradan! Dünya ve ahirette velîm sensin; benim canımı müslüman olarak al ve beni salihler arasına kat! Yusuf 101

“Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve Müslüman olarak bizim canımızı al.” (A‘raf, 126)  “Ey Muhammed! De ki: Namazım da, diğer ibadetlerim de, hayatım da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’am, 162)

Kuranda temel olarak dört terim vardır. Bunlar: İLAH- RABB- DİN- İBADET

İLAH: Isınma ve alışma anlamındaki kökten gelir. İhtiyaçları gideren, amelin karşılığını veren, sakinlik sunan, yüce, hükmü altına alıp koruyan anlamlarını ifade eder. Kendisine sevgiyle muhabbetle bağlanılan, saygı huşu ve haşyet duyulan varlık olarak da anlamlandırılır.

RABB : .Mürebbi, gereksinimleri karşılayan, terbiye veren ve yetiştiren; 
2.Kefil, gözetici, koruyup kollayan, ıslahla sorumlu olan; 
3.Çeşitli kimselerin oluşturduğu bir toplulukta merkezi bir sıfata sahip olan; 
4.Kendisine bağlananların efendisi, sözü geçen, üstünlüğü ve yüceliği kabul edilen ve tasarruf hakkına sahip, itaat ve boyun eğilen efendi, güç ve egemenlik sahibi reis; 
5.Malik, efendi. 

DİN:  Otorite sahibinin üstünlüğü, ona gösterilen tapınma ve itaat, uyulan âdet, kanun ve yol, muhasebe etme, yargılama, cezalandırma ya da mükafatlandırma. 

İBADET: İbadet kelimesi, "abede" fiilinin mastarı olup "itaat etmek, boyun eğmek, tevazu göstermek, bağlanmak ve hizmet etmek" anlamlarına gelir. İbadet kelimesinin türediği "abd" kökü, şu anlamlara gelir: a- Hürün karşıtı olan köle,  b- Boyun eğmek ve itaat etmek,  c- Kulluk etmek, ilah tanımak, tapmak, d- Bir şeye bağlanıp, ondan ayrılmamak. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere ibadet kelimesinin ifade ettiği esas manalar; "kişinin yüksek ve üstün birine karşı baş eğmesi, itaat etmesi, kendi hürriyetinden feragat ederek onun karşısında her türlü isyanı terk etmesi, tam bir bağlılıkla ona boyun eğmesidir." İşte bu durum, kulluk ve itaattir. İbadet, itaat etmenin bir çeşididir. Bu itaata müstahak olan da, hiç şüphesiz gerçek ma'bud olan Allah'tır. Çok ibadet edene âbid; kendisine ibadet edilene de ma'bud denir.

Bu konuda Mevdudinin dört terimİ ile Ali Şeriatinin Dine Karşı Din kitaplarının okunması faydalı olacaktır.

Bu konuyla ilgili birkaç ayeti hatırlatmakta yarar var.

“Şüphesiz Rabbiniz, gökleri ve yeri altı aşamada yaratmış, sonra arşı istiva etmiştir. Gece ile kendisini kovalayan gündüzü örter; Güneşi, ayı ve yıldızları da emrine boyun eğmiş olarak (yaratmıştır). Dikkat edin, yaratma, emir ve idare yalnızca O’na aittir. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!” Araf 54

“Yine bilmez misin ki göklerin ve yerin hakimiyeti Allah'a aittir. Sizin için, Allah'tan başka ne bir yar, ne de bir yardımcı var.” Bakara 107

“Şüphe yok ki, göklerin ve yerin egemenliği yalnızca Allah'ındır. Hayatı bahşeden de, ölümü takdir eden de yalnız O'dur. Allah'tan başka sizi koruyabilecek ve yardım edebilecek kimse yoktur. “ Tevbe 116

“(Sana gelince, Ey Muhammed, sen de) yalnızca sana vahyedilene uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret: çünkü hükmedenlerin en iyisi O'dur.” Yunus 109

“Allah, hak ile hükmeder. O'ndan başka yalvardıkları (tanrılar) ise hiçbir hüküm veremezler. Çünkü işiten, gören yalnız Allah'tır.”Mü’min 20

 “Onlar Allah'a imandan başka bir din/ itikat mı arıyorlar? Hâlbuki göklerde ve yeryüzünde olan her şey isteyerek veya istemeyerek O'na boyun eğer, çünkü her şey (sonunda) O'na dönecektir.” Ali imran 83

“Allah'tan başka o yalvarıp yakardıklarınıza gelince -bunların kendileri yaratılmış varlıklar olduklarına göre- hiçbir şey yaratamazlar; hayatı hiç tatmamış ölülerdir onlar; ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. Sizin ilahınız Tek İlahtır; ne var ki, ahirete inanmayanların kalpleri bunu, boş bir kibir yüzünden, kabule yanaşmıyor.” 16/ Nahl 20-22:

"Gerçek şu ki, göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmişlerdir." (Bakara, 116) 

"İnsanlar arasında Allah 'ı bırakıp, O 'na koştukları eşleri ilah olarak benimseyenler ve onları Allah'ı severcesine sevenler vardır. Müminlerin Allah'ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir. " (Bakara, 165) 

"Ne zaman onlara: 'Allah'ın indirdiklerine uyun' denilse onlar: 'Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız' derler. Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?" (Bakara, 170; Benzer ayetler için bkz. Maide, 104; Zuhruf, 22-24; A'raf, 28) 

"Kim tağutu inkar eder ve Allah' a iman ederse, şüphesiz kopması mümkün olmayan sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah işitendir, bilendir." (Bakara, 256) 

"Gerçek, sizin ilahınız hakikaten bir'dir." (Saffat, 4) 

"Allah'tan başka ilah yoktur." ( Al-i İmran, 62) 

"Kendisi hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a şirk ortak koştuklarından dolayı küfredenlerin kalplerine korku salacağız. Onların barınma yerleri ateştir. Zalimlerin konaklama yeri ne kötüdür!" (Al-i İmran, 151) 

"Allah sizin düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Veli (gerçek bir dost) olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir." (Nisa, 45)

"Hiç şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlar ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah 'a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır." (Nisa, 116

"De ki: 'Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah'tan başkasını mı veli/dost edineceğim?' De ki: 'Bana Müslüman olanların ilki olmam emrolundu.' Ve 'sakın Allah’a ortak koşan müşriklerden olma!' (denildi)." (En'am, 14)

"O ancak tek bir ilahtır. 'Doğrusu ben O'na ortak koşmanızdan masumum' de." (En'am, 19

Neden Tevhid konusunu kısaca hatırladıktan sonra ikinci konumuz olan  <Neden Adalet> sorumuzun cevabı olarak kavrama kısaca değinelim.

ADALET: Arapça bir kelime olan "adalet", adi kökün­den türemiş olup bir şeyi yerli yerine koymak demektir. Adalet, zulmün karşıtı bir kelime olarak çoğunlukla "Hak" ile eşanlamlı biçim­de kullanılır. Adalet kelimesi, dengelemek, dengeli davranmak, tesviye edip düzeltmek, bir şeyi uygun yere koymak, bir hakkı sahibine vermek anlamlarına gelir. Bu kavramın içinde insaf, hakkaniyet, istikamet mânâları da vardır. Dolayısıyla adaletli davranmak, bir şeyi, bir işi hakkaniyet ve insaf ölçülerine göre yapmak demektir. Kur'ân-ı Kerîm'de pek çok âyette geçen "اَلْقِسْطُ: el-kıst" kelimesi de adalet kelimesinin ihtiva ettiği mânâları ifade eden bir kavramdır. İslâm'da adalet anlayışı, bir arada yaşamaktan ve insanlar arası ilişkilerden ortaya çıkan insan hakları temeline dayanır. Adalet, bu hakları olması gereken yere koymak, hakkı olanlara vermek demektir. Adaletin zıddı ise zulümdür ve o da bir şeyi yerli yerine koymamak veya uygun olan yerden başka yere koymak anlamlarına gelir.

Bu izahtan da anlaşılacağı gibi adalet zulmün zıddıdır. Küçük olsun büyük olsun nerde bir haksızlık nerde bir zulüm varsa orada adaletten söz edilmez. Adalet her insanın vicdanına yerleştirilmiş en geçerli en değişmez ve en vazgeçilmez evrensel bir ilkedir.

İşte bu ilkenin Kuranda anlatımı da vereceğim birkaç ayet örneğinde çok net olarak görülecek anlaşılacaktır.

“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır. “ Nisa/135

“Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor. Doğrusu Allah, işitendir, görendir. (Nisa Suresi Ayet 58)

“Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi Ayet 8 )

“Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur. Onların heva (istek ve tutku) larına uyma. Ve de ki: Allah’ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adaletli davranmakla emrolundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. Bizimle aranızda deliller getirerek tartışma ya (huccete gerek) yoktur. Allah bizi bir araya getirip-toplayacaktır. Dönüş O’nadır. (Şura Suresi Ayet 15)

“Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.” (Mümtehine Suresi Ayet 8 )

“Andolsun, Biz elçilerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik. Ve kendisine çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik; öyle ki Allah, kendisine ve elçilerine gayb ile (görmedikleri halde) kimlerin yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın). Şüphesiz Allah, büyük kuvvet sahibidir, üstün olandır.” (Vakıa Suresi Ayet 25) .

 Sonuç olarak ana fikir olarak yani <tevhid ve adaletin> en esaslı bir şekilde anlaşılabilmesi şu aşağıdaki dikkat çektiğim konu olacaktır.

"Onlar, Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Oysa Allah güçlüdür, azizdir.Hac / 74
Allah azze ve celleyi Kuran'a göre tanımayanlar,Allah'ın Resullerini vahyinde tanıtığının dışında üretilen uydurulan bilgilerle tanıyanlar, sonraları tuttular Resulleri Allah'ın oğlu Allah'ın sevgilisi yaptılar.Tuttular Allah'ın insanlara insanca indirdiği vahyin, en güzel en sağlam, en net, en açık sözlerinin (Hadisinin) yanına Peygamberlerinin, peygamberlerin arkadaşlarının (Sahabelerin) âlim saydıklarının, efendilerinin, şeyhlerinin sözlerini koydular kattılar.Bu böyle olunca ortaya çoklu din ( şirk dini) çıktı. Musaya İslam geldi Yahudiliğe çevirdiler. İsaya İslam geldi Hıristiyanlığa çevirdiler. Hz. Muhammed’e İslam geldi onu da Sünniliğe Şiiliğe ve birçok mezhebe çevirdiler.
Oysaki vahiy "Kendisinde şüphe olmayan Allah'ın şüphe olmayan (hadisi) insana dair insanca olan ayetleri idi ve kıyamete kadar da muttakiler için yol gösterendi. Oysaki vahiy "En doğruya ileten idi. Oysaki vahiy Hud suresi birinci ayette belirtildiği gibi "Elif-Lam-Ra! Öyle bir kitaptır ki (bu), her hükmünde tam isabet sahibi ve her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından, ayetleri şüpheden arındırılmış ve hayatta karşılığı olan doğru hükümlerle sabitlenmiş, dahası çok boyutlu ve anlaşılır kılınmıştır". vs vs .

İşte bundan dolayıdır ki öze dönüş yani fıtrata dönüş ancak bu hakikatlerin farkına varıp gerekli adımları atmakla mümkün olacaktır.

SELAM ve DUÂ İLE