Bilal KUL
"ALLAH ALLAH" NİDASINDAN HİÇ TİKSİNDİNİZ Mİ?
Bir ders daha bitti nihayet. Hoca da son dakikaya kadar tuttu gene. Bazen bu işi biraz abartıyor. “Acaba öğrencilik yıllarına dair bir hafıza kaybı mı yaşıyor” diye düşünüyorum. Lisede ne güzeldi, dersin bitişini haber veren zille beraber fırlardık koridora... Burada bazen öyle olmuyor, gittikçe sıkıcı bir hal alan dersi bitiren hoca birde tek tek yoklama alıyor. Bizleri yoklarken de laf atmadan duramıyor. Zaten bardak taşmak üzereyken bir de bu laf atmaları hiç çekilmiyor ama farkında değil.
Nihayet bu şakalaşma işkencesi de bittiğinde tüm öğrenciler kapının önüne yığılıyoruz. “Kaçıın Atakan yeni bir bahane ile işkenceyi uzatmadan çıkalım” der gibi birbirimizi itekliyoruz. Çıkar çıkmaz derin bir nefes alıyorum. Ders çıkışında bu soğuk koridor bile ayrı bir güzel görünüyor gözlerime.
Öğle arasını iyi değerlendirmem gerekiyor. Arkadaşların birçoğu hemen yakınlardaki bir kafeye gidiyorlar. Yuları çözülen bir at nasıl hemen otlağa giderse bizimkilerde hemen kafeye koşuyorlar. O kadar ki bu kafe bölümün adıyla anılır oldu diyebilirim. Allah’ın bize verdiği düşünme yetisini kullanmak yerine atlar gibi sezgisel bir şekilde –belki de koklayarak- kafeyi buluyorlar. Ancak benim önce Allah’a (c.c.) sadakatimi göstermem gerekiyor. Bir saat içinde hem namaz kılıp -buraya geri döndüğümde bana yetecek kadar- şarj olmalıyım hem de boşalan midemi doldurmalıyım. Çok şükür bu konu da bana yardımcı olan arkadaşlarım var. Yerleşkeye çok yakın bir mahallede evleri olan bu arkadaşların kapıları bana her zaman açık. Oraya doğru yürümeye başlıyorum. Yerleşkemiz yürümek için güzel bir yer sayılır. Kuş ve böcek seslerine rüzgâr ile salınan ağaçların hışırtıları eşlik ediyor. İnsanın tefekkür etmemesi, düşünmemesi mümkün değil. Onlarca konu aklımda duraksıyorlar ama hiç biri son durak edinmiyor. Belki de aç olduğumdandır.
Yerleşkeden çıkıyorum ve yol üzerinde ki okula doğru ilerliyorum. Bir ilköğretim okulu var önümde, hemen yanı başından geçeceğim daha sonra fazla bir yolum kalmıyor zaten. Fakat -daha yakın bir zamana kadar lise zannettiğim- bu okul, yolumun en zorlu kısmını oluşturuyor. Ne zaman geçsem buradan bir türlü “okul” ile bağdaştıramadığım pespaye şarkılar, bağrışmalar, gürültüler duyuyorum. Bu garip sesler kulaklarımı tırmalıyor. Ve fakat bu defa hiç beklemediğim bir ses duydum. Kulaklarıma inanamıyorum. “Olabilir mi? Bu ses gerçekten okuldan mı geliyor? Yoksa daha ilerde ki camiden mi? Allah Allah…” Büyük bir şaşkınlık içindeyim kalp atışlarım bile değişti. “Evet, evet okuldan geliyor bu ses.” Okuldan “Allah Allah” sesleri yükseliyor. Bu zaman da, böyle bir yerde hem de bir okuldan bu sesi duymak olacak iş değil doğrusu. Seslerin tamamını duyduğumda heyecanım yerini tiksintiye bıraktı. Hayatımda ilk defa “Allah Allah” seslerinden nefret ettim, tiksindim. İnanın bu “Allah Allah” nidaları hiç mi hiç mutlu etmedi beni. Midem bulandı… Hatta bunu duymazdan evvel ölmüş olmayı bile dilerdim. Evet, doğru anladınız “Allah Allah” nidaları beni epey rahatsız etmişti. Ama kimi etmez ki? Bu şehrin insanları – bu çağın insanları- dua ederken bile Allah’a değil adını ver(e)medikleri bir “tanrı”ya dua ederler. “Tanrı” buz gibi bir laf… Ve ben buna alıştım bu zamanın insanları adına. Adı bile olmayan bir tanrı; “tanrı…”
Ancak gelin görün ki bu defa işler farklıydı “Allah Allah” diye kendilerini yırtarcasına bağırıyorlardı ve oldukça istekli çıkıyordu “Allah” lafzı ağızlarından. Tarih konulu filmlerdeki Müslüman askerlerin hücum ederken bağırmaları gibi “Allah Allah” diyorlardı. Belki aralarında cenabet ağızlar bile vardı fakat iştahla yırtınıyorlardı. Allah demenin yasak olduğu bir ülkede ve aydın(!) bir şehirde nasıl olur da onlarca körpe beyin “Allah Allah” der? Hem de hep bir ağızdan avazlarının çıktığı kadar. Biraz daha yaklaştım okula doğru, işin mahiyetini tam anlamıyla anlayabilmek için. Yanılmış olmak için dua ediyorum lakin nafile... İyice yaklaştığımda ne göreyim sesler okulun kapalı spor salonundan geliyor. İster istemez yüzüm asılıyor... Kıran kırana bir maç olmalı sporun “mabed”inde ki böyle yırtıyorlar kendilerini ve kendilerini yırtarken de -dua edemedikleri- âlemlerin yaratıcısı, tek ilahın, tek tanrının, Allah azze ve cellenin adını haykırıyorlardı “heeeeyyy Allah …” “heeeeyyy Allah…” “heeeeyyy Allah…” “Allah Allah Allah….” İşte, slogan bu! Takımlarını bununla destekliyorlar aydın(?) şehrin aydın(?) gelecekleri. Ve inanın o kadar iğreti duruyor ki onların ağzında bu nida… O kadar mide bulandırıcı bağırıyorlar ki… Oysa ben bu nidayı gül kokan ağızlardan duymaya alışmıştım. Ne de güzel yakışır o minik ağızlara “Allah” demek.
Siz de olsanız benimle aynı duyguları paylaşırdınız sanırım... İsterseniz bir hayal edin ya da etmeyin boş verin, nasılsa bir gün sizde bir spor “mabed”inin yanından geçerseniz. Belki de televizyonda duyarsınız. Kendilerine taraftar denilen insanlar; dualarında an(a)madıkları, hayatlarında yer ver(e)medikleri, emir ve yasaklarını kale al(a)madıkları âlemlerin yaratıcısının adını alelade bir slogan yapmışlar ve avaz avaz bağırıyorlar. Ne o çocuklar ne de daha başkaları bunu bilinçli olarak yapmıyorlar biliyorum. “Eğer onlara soracak olursan, “Biz lafa daldık aramızda eğleniyorduk derler.” De ki; “Allah ile, Allah'ın ayetleri ile ve Peygamber ile mi alay ediyordunuz?” Bizler dinimizi öğrenmekten ve öğretmekten o kadar uzağız ki “Allah” demenin değerini anlamıyor ve anlatamıyoruz. Neredeyse mescidlerde bile yasaklanmış olan o kutsal lafzın spor salonlarından yükselmesine hiç kimse ses çıkarmıyor. Camilerde “Allah” demeyi yasaklama niyetinde olanlar için sahalarda “Allah” diye yırtınan insanlar zararsız olmalı. Peki ya bizim için...?