Bilal KUL

05 Şubat 2010

ADI MUHAMMED

Hayatta her şeyin oyun olduğu bir dönem vardır. İnsanoğlunun ana rahminden dünyanın kucağına geldiği, ilerde hep dönülmek istenen bir dönem; çocukluk… Benimsediğim bir çocukluktur anlatacağım. Aşağı yukarı aynıdır hepimizin çocukluğu. Benimsediğim çocuğun çocukluğu seksenli yılların sonuna rast gelir. O vakitler adını telaffuz edemediği “televizyon” daha yeni bir icattır özellikle Türkiye için. Ve dünyayı her geçen gün daha kalıcı bir şekilde istila etmektedir. Özellikle daha küçük çocukların yüreğinde ve aklında tamiri güç yaralar açarak kansız bir işgale başlamıştır. Çocuk onun ne kadar zararlı olduğunu bilemez tabii o zaman. Televizyon onun için masallar anlatan “masalcı dede”dir bir nevi. Bir insan yavrusu için o yaşlarda her şey ayrı bir oyun, savaş, açlık, ölüm ne varsa hepsi oyun. Çocuklarda ne cesaret, ne korku vardır. Onlar içi ateş dolu bir sobaya annesine sarılır gibi sarılırlar. -ilk tecrübeye kadar tabii- İşte çocuk, yaşıtları ve sonrakiler (yani çoğumuz) hayata bu “masalcı dede” ile hazırlandık. İlk öğretmenimiz o oldu.

 

Bir gün okul denen yeni bir oyun sahasına götürdüler. Ama burada önlük denen mavi bir ceket giymek zorundaydı ve bir de bir türlü düzgün durmayan bir yaka takmak zorundaydı. Daha sonra bunun yerini kravat alacak ve hep bir tasma olacak ne yazık ki. Burada televizyondan öğrendiği hayatın geri kalanını öğreniyordu ve tek farkı daha sıkıcı olmasıydı. Masalcı dededen ayrılmak çok acı gelmişti. Bu nedenle eve döner dönmez hemen sarılıyordu ona.

 

...

 

Bütün bir çocukluğumdan hayal meyal aklımda kalan köy camisinin imamının bana bir iki dua öğrettiği. Bu duaların ne işe yaradığını ve nasıl kullanıldığını ise çok daha sonra öğreneceğim. Hayatımı ve hayattan sonra ki sonsuzluğumu belirleyecek olana dine dair pek bir şey yok çocukluğumda. Bir de babamla bazen camiye giderdik anlamlandıramadığım şeyler yapıp dönerdik. Okulda ise “din kültürü ve ahlak bilgisi” dersimiz vardı. Ne öğrettiklerine dair hiç bir şey anımsamıyorum ama bir defasında sınavında 2 aldığım aklımda. Birçok araştırma ortaya koymuştur ki insan hafızasının %80 i çocukluğun ilk 8 yılında doluyor. İşte hayatın bu en önemli yıllarında din namına bir boşluk var sadece.

 

İlk ve ortaokul bir şekilde bitmişti ve artık on dört yaşında bir liseliydim ama ne ailem ve ne de okulum bana din namına dişe dokunur bir şey öğretmemişlerdi. Bildiklerim; dedesi Abdulmuttalib olan, Abdullah ve Amine’nin yetimi, 571 doğumlu, Muhammed isimli bir nebimin olduğu ile bir türlü doğru düzgün ezberleyemediğim İslam’ın ve imanın şartlarıyla sınırlıydı. Ne zaman, nerde, nasıl ve niçin kullanacağımı bilmediğim sureleriyse ezberleyememiştim. Ben “andımızı” ezbere biliyordum çünki onu her sabah okuyorduk ve bir gün okul müdürü beni de kürsüye çıkarabilirdi. (Allah’ta bir gün beni çağırabilirmiş meğer ama hep 60 yıl garanti dediler) İstiklal marşını da ezberlemiştim çünki hem sınavlarda soruluyordu hem de hep okuyorduk. Güzel okuyanlar hep hocaların gözüne giriyordu. Bir adamın çocukluğunda dayısının tarlasında kovaladığı kargaların sayısını bile öğrenebiliyorduk öğretildiğinde. Ama nedense Rasulullah (s.a.v) hakkında kimlik bilgileri dışında pek bir şey öğretilmiyordu. Ama yine de arkadaşlarım arasında en iyi Müslüman bendim çünki onlar bunları bile bilmiyordu.(Hepimizin az çok benzer hikayesi birbirine.)

 

...

 

Nihayet bir gün kitap diye bir arkadaşla tanıştım. Her şeyi biliyordu tıpkı masal dede gibi. Bilmediğim birçok şeyi öğretti bana. Bu bilgin arkadaşım bana bir türlü öğretilmeyen nebimin “nasıl?” olduğunu da öğretebilirdi. Hafızamda ki boşluğu doldurmaya yardım edebilirdi. Bu arkadaşıma “nasıl bir resulüm olduğunu” sordum. Kısa mıydı, uzun muydu? Esmer miydi? Gözleri ne renkti? Nasıl uyurdu? Ağlar mıydı? Onun da çocukları var mıydı?çocukları sever miydi? ... Ancak her şeyi bilen bu arkadaşımın bu konu da söyledikleri pek bir garipti. “Rasulullah (s.a.v.) günlerce aç kalmış”, “hatta karnına taşlar bağlamış” aaa olur mu hiç öyle şey! “Rasulullah bir sürü kadınla evlenmiş” bu çağda olacak iş mi hiç?! “Rasulullah okuma yazma bilmiyormuş” hadi yaa bu kitabı nasıl yazdı o zaman?! “Rasulullah savaşlar yapmış” olur mu hiç? O herkesi sever, ne savaşı?! O hoşgörü insanıdır. Hem bütün bunlar doğru olsaydı ailem ve masal dede anlatmazlar mıydı?  Benim bildiğim resul ayağını yere değdirmeden yürüyordu kitabın anlattığı ise halkın arasına karışıyordu.

 

Okumaya devam ettikçe “nasıl bir rasul’e nasıl inanmam gerektiğini” öğrenmeye başlamıştım okuduğum her yeni kitap kafamda ki bilgileri(?) siliyor ve yerine bambaşka şeyler koyuyordu. Kitaplarda anlatılanlarla ailem ve televizyondan öğrendiklerimi karşılaştırdıkça tercihler yapmak zorunda kaldım. Biri doğru diğeri yanlıştı. Meğer ben rasulümü ve onun sahabelerini hiç tanımıyormuşum. Daha birkaç ay evvel okuduğum bir kitap yine kafamdakileri sildi süpürdü. Rasulullah (s.a.v) sahabeleri… Hani muhteşem kahramanlar, o büyük insanlar… Ben onları filmlerde gördüğüm kahramanlara benzetirdim; onlar uzun boylu, güzel yüzlü, kibar, güçlü, acı nedir bilmeyen, gökten inmiş, yerde bulunmayan kahramanlardı. Hani sadece filmlerde olur böyleleri. Ancak bu kitap diyor ki birçok sahabe on üç, on dört yaşlarında çocuklardı. Bir o kadarı da köle ve fakirlerdi ve azımsanmayacak kadarı da ihtiyar ve aciz kadın ve erkeklerdi. Subhanallah nasıl olur? Bu ekiple yeni ve ebedi ve sapasağlam bir dünya düzeni nasıl kurulur? Bütün sahabelerin bulunduğu bir orduya on sekiz yaşında ki Usame (r.a.) komutan tayin ediliyor. Nasıl? Zenci bir köle olan Bilal (r.a.) Kâbe’nin üzerine çıkarılıyor. Nerde benim hayallerimde ki kahramanlar?  Tam anlamıyla yıkılmıştı bir kez daha tozpembe hayallerim.

 

Nasıl bir rasule ne şekilde inanmalıyım? Bunu sorgulamam ve doğruyu bulmam gerekiyor çünki söylenenlere bakılırsa inancım benim dünyamı ve ahiretimi belirleyecek. İşte burada hak ile batıl olanın farkını görmeliyim ve bunu bana en güzel Furkan gösterecektir. Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir.” (3/144) Hakikaten, Allah’ın Resulünde sizler için, Allah’a ve      âhiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir numune vardır. (33-21) Rasulullah (s.a.v) bize bir elçi ve bize bir örnekti. O bizden biriydi. Oysa bana yıllarca çok uzak biriymiş gibi anlatılmıştı. Yani rasule nasıl inanmam gerektiğinin özü verilmemişti. Benim hayatım Rasulullah’a nasıl iman edilmeyeceğinin örnekleriyle dolu. Bu günlerin çocukları ise bizden daha nasipli çünki bu gün rasule nasıl inanmamız gerektiğine dair birçok kitap var geriye sadece okumak kalıyor. Benim çocukluğumda bu tarz kitaplar yoktu. Ancak geçliğimde okuyabildim.

 

Ben artık Rasulullah’ın (s.a.v) yürüdüğünü biliyorum. O’na bu çağın bozulmuş kafalarıyla bakılmayacağını biliyorum. O’nun yalnız Allah için sevdiğini ve Allah için savaştığını biliyorum.  O her şeyde Allah’ın rızasını gözetiyordu. Gerçi şimdilerin çocukları, dünya tarihinde sayısı bilinmeyen devlet kurucularından biri olmaktan başka bir şey olmayan bir devlet kurucusuna “senin elin kanar mıydı?” diyecek şekilde yetiştiriliyor. Galiba eski ve yeni nesillerin pek bir farkı yok hepimiz inadına nebisiz büyütülüyoruz.

 

Nasıl bir rasule inandığımızı bilmeden O’na nasıl inanacağımızı da bilemeyiz. Kendimize soralım nasıl bir rasule nasıl inanıyoruz? Cevabımızı bir köşeye not edelim ve Furkan’a bakalım, hadislere bakalım. Hak ile batılın arasını ayıralım. Bizim cevabımız ne kadar doğru öğrenelim. Ve daha sonra nasıl inandığımızı soralım ve yine Furkan’a bakalım, hadislere bakalım. Doğru cevabı oradan öğrenelim. Hayır, Rabbın hakkı için onlar aralarında çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan (verdiğin hükme gönül hoşluğu ile razı olup) tam anlamıyla teslim olmadıkça inanmış olmazlar” (Nisâ, 4/65).İmam Gazali der ki “su içtim demekle su içmiş, yandım demekle yanmış olmayız.” Bunun gibi inandım demekle de inanmış olmayız. O zaman nasıl inanmamız gerektiğini öğrenmeliyiz. “Ama nerden?”  sakın bu soruyu sormayın cevabını verdim zaten. Din nedir ne değildir,nebi kimdir, kim değildir hepsini Furkan’dan öğreneceğiz. “Kur’an’ı bugün sana iniyormuş gibi oku.”

 

Furkan'ı okuduyup nebi'nin kim olduğuna dair ana esasları öğrendikten sonra işimiz; nebi'nin kim olduğunu ve nasıl biri olduğunu öğrenmek, dini nasıl yaşadığı görmek için tarihe başvurmak olmalıdır. Tarihsel veriler bizlere O'nu ve sahabesini en güzel şekilde tanıtacaktır. Özellikle hadisler bizzat Rasul'un hangi durum karşısında ne gibi tepkiler verdiğini öğretecektir bizlere. Hatta Furkan'ın hangi ayeti ne zaman, niçin ve nerde inmiş/vahyedilmiş bunu da nebi'nin hayatından çok güzel bir şekilde öğreneceğiz. R. Buti, siyer kitabında diyor ki; “Hz. Peygamber'in siyerini okuyan kişide, hem akaid, hem fıkıh,hemde ahlakla ilgili hatırı sayılır sahih bir İslami kültür ve bilgi birikimi oluşması gerekir.” ne kadar doğru bir söz. Din-i İslam'ı ilk ve en güzel öğreticisinden öğrenmek tüm çocukların aileleri üzerindeki haklarıdır. O vakit çocuklarımıza dinimizi Kur'an ve sünnet yardımıyla öğretelim. Başkaların lafına kanmayalım. Aksi halde çocuğun hayal dünyasında oluşturdukları ile gerçekler uyuşmayabilir. Bu uyuşmazlık hayal kırıklıkları getirir. Ve nihayet dinden soğur çocuklar.

 

Nebi kimdir, nasıl biridir? Önce kendimiz öğrenelim sonra da çocuklarımıza öğretelim. Umulur ki yanlış bildiğimiz çok şeyi siyer-i nebi sayesinde düzeltebilirz.

 

Selam, umud ve dua ile…