Bilal KUL

04 Ekim 2009

YÜREKSİZCE BİR İŞGAL

Yüz yıllardır süregelen savaşlarla Müslüman halk uzun soluklu bir soy kırıma maruz bırakılıyor. “Dünyanın değişik yerlerinde savaşlar, işgaller oluyor.” Gibi cümleler çok doğru sayılmaz. Çünki savaşların ve soy kırımların nerdeyse tamamı İslam coğrafyasında yaşanıyor. Çeçenistan, Dağıstan, Osetya, Abhazya, Irak, Filistin, Afganistan, Moro, Açe, Keşmir, Doğu Türkistan, Somali ve hakeza. Saymakla bitmiyor… Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgeler hep savaşla anılıyor. Bir zamanlar meydanlarda mertçe savaşarak kazanılan Müslüman toprakları, bugün evlerinde uyurken ansızın ve yüreksizce işgal ediliyor. Haksız ve arsızca gasp ediliyor.

 

Müslüman evleri işgal edildiği halde terörist ilan edilenlerde yine biz Müslümanlar oluyoruz. Hem evlerimize bomba yağdırıyorlar hem yüreklerimize. Haksızca gasp ediyorlar, arsızca hükmediyorlar. Eğer haksızca hayatımızı gasp etmemişlerse, arsız yönetimleri sonunda aynalarda ki aksimiz bile yabanlaşıyor bizlere. Haber bile vermeden, aniden bir düğmeye basıyorlar ve yurdumuzu talan ediyorlar barbarlar. Ardından yeniden bir düğmeye basıp ruhumuzu esir alıyorlar.

 

Müslümanlar yurt edindikleri her karış toprak için kan dökmüşlerdir, doğrudur. Fakat bunlar iki tarafın da silahlanıp geldiği, yaşlıların, hastaların ve çocukların olmadığı meydanlarda yapılan savaşlarda dökülmüş kanlardı. -Eski savaşlar öyleymiş yalnızca ölmeye gelenler ölürlermiş.- Oysa şimdi nereden geldiği bile belli olmayan bir füze; evlerin, okulların, hastanelerin, tapınakların üzerine düşüyor ve insanlar ölüme ansızın yakalanıyorlar. Vahşet öyle bir boyuta ulaşmış ki gözü dönmüş katiller Müslümanları vurmak için ibadet saatlerini bekliyorlar, ibadethaneleri gözetliyorlar. İbadet etmek için camilere giden Müslümanlar; ya gidiş, ya dönüş yolunda katlediliyorlar. Katiller Müslümanları katletmek yetinmiyorlar yani. Bir de geride kalanların kalbine inceden bir sızı bırakıyorlar. Şehit Şeyh Ahmet Yasin (r.a.) herhangi bir yerde öldürülebilinecekken özellikle bir cami çıkışı bombalanmıştı. Benzer örnekler o kadar çok ki… Katiller Irak devlet başkanı Saddam Hüseyin’i yine herhangi bir gün asılabilinecekken Müslümanların bir mübarek günlerini seçmişlerdi asmak için. Belli ki birini öldürmekten daha başka bir amaç güdülüyor. Müslümanların mübarek günlerini mahvetmek, kutsal yerlerini korkuyla anılan yerler haline getirmek gibi. Ne kadar da acımasız değil mi?

 

Korkarım ilerde mezarlarımızı bile bombalayacaklar ki, ölülerimiz tekrar ölsün! Biliyorum korkuyorlar. Bizleri en mahrem yerlerimizde (yataklarımızda) ya da dünyanın en saygıdeğer yerlerinde (ibadethanelerde) bile katledenler ruhen o kadar çürümüş haldeler ki cesetlerimiden dahi korkuyorlar. Bunun için bir Yasin bir kurşunla değil bir bombayla katlediliyor. Ama hatırlayın o fotoğrafı Şehid Yasin katillerine inad müjdelendiği güzelliklere gülümsüyordu.

Bu cinayetleri köpekler işleseydi hiç hayıflanma hakkımız olmazdı. Çünki bir köpek için sokaktaki bir ağaç ile cami avlusunda ki ağaç arasında bir fark yoktur. O sıkışınca bulduğu ağacın dibine işer. Fakat bu katiller insan oldukları iddiasındalar. Yoksa bunların içine köpekler mi kaçmış?

 

Değil mi ki biyoteknoloji hayli ilerledi. İnsanların müdahalesi ile yeni türler oluşturuluyor. Pekâlâ, bu katillerde insan-it karışımı bir şey olabilirler! Eğer bunun böyle olduğunu düşünürsek bir şey daha düşünmemiz gerekecek. Müslüman dediğimiz insanlar aralarından sıradan bir kadının elbisesine dokunuldu diye savaş çıkaran insanlarken, bugün bırakın kadınları erkelerine bile tecavüz edildiği halde korkak tavuklar gibi hareket eder hale gelmişler. Acaba bu Müslüman dediğimiz insanlar da tavuk-insan karışımı olabilir mi? Gerçi bir tavuk bile bu kadar sefil olamaz. Yavrusuna saldıran çakalın öüne atar kendini. Eh melez olunca daha korkak oluyor demek ki tıpkı melez olunca daha aşağılık olan katiller gibi.

Bilim kurguya gerek yok değil mi? Biyoteknoloji bu kadar ilerlemedi ve ilerleyeceğini de sanmıyorum. Ne hayvandan aşağı o katiller bir takım hayvanlarla melezlenmiş ne de kuzu gibi uysal Müslümanlar. Bizler bir takım hayvanlarla melezlenmiş değiliz. Fakat ilahi hitaba gözümüzü yummuş, sırtımızı dönmüş bedbahtlarız. Kâfirler hepten inkâr ettikleri için havyadan aşağı bir zillet içinde yaşıyorlar. Biz Müslümanlara gelince… Ayetler her dem okunup dururken kalplerimiz aydınlanacağına kararıyor, ölüyor. Sakın suçu ayetlerde aramayalım. Bizler kendi karanlığımızı artırıyoruz. Sadece bildiklerimizle amel etmeye başlamamız yeterli olacak bu sefil halden kurtulmamız için. Dudaklarımızdan dökülen ayetlerle benliğimizi yıkayamıyoruz.

 

Ahh İslam… Müslümanların güçlü olduğu dönemlerde savaşlar bile daha insancıl yapılırmış. Demeyin o zaman tank, füze, bilgisayar yoktu diye. Barbar kavimler girdikleri şehirleri yağmalar; taş üstünde taş, omuz üstünde baş koymazlarmış. Kitaplar yakılır, medreseler yıkılırmış.  Nehirlerin kandan dolyı kıpkırmızı mürekkepten dolayı simsiyah aktığı olurmuş. Hepimiz okumuşuzdur bunları. Oysa Müslümanlar savaşa bile bir insaf anlayışı getirmişler. Fakat bugün güç yeniden barbarların elinde ve yeniden onların hukuksuzluğu devrede. Kaçırılan bir militanın intikamı olsun için koskoca bir şehir günlerce bombalanabiliyor. Bir siyonist milatana karşı sayısız musluman kanı akıtmak gündelik bir iş haline geldi.

Sadece biz Müslümanlar değil tüm dünya İslam hukukuna her anlamda hasret duyarken bizler “kahrolsun İslam hukuku = kahrolsun şeriat” diye bağırmayı marifet sayıyoruz. Tabi burada İslam’ın tevhid akidesini anlamış muvahhidler değil bağıranlar. Bağıranlar barkot müslümanları. Peki ya biz muvahhid müslümanlar? Dünyanın dibe vurmasının nedeni durumunda ki sefil müslümanımsı yığınlara kızıp köpürüyor, ve sanki onlardan bekliyoruz birşeyleri. Oysa karanlığımızı azaltmak için çözüm “kahrolsun” diyenlere kahretmek değil. Onlardan birşeyler beklentisinde olmak hiç değil. Karanlığa kahretme bir ayet daha yaşa.

 

Selam, umut ve dua ile…