Coşkun UZUN
"MÜSLÜMAN AÇILIMI" NE ZAMAN?
Bu topraklarda yaşayan insanlardan, halk kesimlerinden birisi olarak; elbette biz müslümanlar da kimi zaman etki/yetki sahibi egemen siyasi otoriteden bazı taleplerde bulunabilir veya bu yönde bir beklenti içine girebiliriz.
Kendisini mutlaka bir yapı, kurum, cemaat, vakıf, dernek, STK ve benzeriyle tanımlayanından, kendisini bunların herhangi biriyle tanımlamayan ve asla bunlarla da yetinmeyenine, herhangi bir aidiyet ve organik bağı bulunmayanına varıncaya kadar bizlerin Müslümanlar olarak, yönetim ve siyasete ilişkin kimi istek ve önerilerimiz, beklentilerimiz olabilir. Anti demokrat, sistem karşıtı ve muhalif olmak ise buna engel değildir.
Demokratik açılımlar gerçekleştiren, Kürt açılımına bir şekilde adım atarak iki dilliliği isteyen, Roman açılımı yapan, Alevi çalıştaylarından medet umanlar, bu coğrafyanın kadim sakinlerine acaba bir ‘Müslüman Açılımı’nı niye çok görüyor, neden gündemlerine alamıyorlar? Bunun üzerinde öncelikle ve önemle durulmalıdır!
Bizler; içimizden çıkıp giden, daha önceleri bizlerle beraber olan ve sonuçta bizlere rağmen bizi yönetmeye, bizim üzerimizden siyasi hesaplar yapmaya, insanları tek dünyalı hale getiren liberal/demokrat iradeden bizleri hakkınca ve yeterince tanımasını, bizi biz yapan kimlik değerlerimizle, İslâm gerçeğiyle bir an önce ve hiç vakit kaybetmeden yüzleşmesini bekliyoruz. Yüzleşmeli ki Müslümanları dolaylı değil direkt ve yakından tanımalı, bizim değerlerimizi, beklenti ve hedeflerimizi, dünya görüşü ve inancımızı/ideolojimizi asla yok saymamalı, aşağılamamalı, bizlerden utanmamalı, susturmaya çalışmamalı, birilerinin hoşuna gitmedi diye bu toprakların sahibi olan Müslümanları dışlayıp cezalandırmaya kalkmamalıdır.
Müslümanların; İslâmî kimlik değerleriyle, hak ve ödevleriyle birlikte tanınıp inkâr edilemez varlıkları ve geleceğe yönelik yatırımları kabul edilirlerse, söz ve davranışlarının kimi kurum ve kişilere rağmen bir kıymeti harbiyesi olursa, değiştirilip dönüştürülerek uysallaştırılmak için kendileriyle uğraşılmaz ve genleriyle oynanmazsa eğer bundan dolayı kıyametin kopmayacağını söylüyor ve Tevhidî, Kur’anî, Nebevî eksende başlayıp devam ede gelen bir kimlik ve var oluş mücadelesinin asla demokratikleştirilemeyeceğini haykırıyoruz!
Öncelikle ve özellikle ifade etmeliyiz ki; biz Müslümanların kırmızı ve yeşil çizgilerini, kimi çağdaş demokratik ilke ve unsurlar değil, sadece Kur’anî doğrular, Allah(cc)’ın helâl ve haramları, İslâmî emir ve yasaklar belirler.
Bizler, İslâm’ın ve Kur’an’ın; Tevhid, Adalet, Hüküm açısından, azına-cüzüne veya parçasına değil, birilerinin izin verip göz yumduğu kadarına değil tamamına talibiz. Günümüzde global-küresel unsurların da marifetiyle; nice arslanlar kediye, nice kurtlar kuşa çevriliyor. Müslümanları Demokrat, Dindarları Muhafazakâr, Mücahidleri Müteahhit, Muvahhidleri Liberal, Radikalleri Bürokrat, Müstaz’afları Vekîl, Gayretkeşleri Partici yapıyor, Cemaatleri STK’laştırıyorlar.
Ve aradan geçen zamanla birlikte içimizden birçokları; ne olursa olsun marjinalleşmeyelim, artık daha fazla radikal olmayalım, aman sivrilmeyelim, şimdilik bizi fark eden olmasın, kimselere çaktırmayalım, sessiz olalım, ürkütmeyelim, korkutmayalım diyebiliyorlar!
Acele etme, dur biraz bekle derken; öncelikle sinirlerimizi aldılar bizim hepimizin. Sonra sorumluluk ve duyarlılıklarımızı bir şekilde törpülediler ve şimdi de artık inancımızın genleriyle oynuyorlar. Fakat kaç kişi bunun farkında ve bütün bu olanlar kimin umurunda dersiniz?
…
Peki Bizler Kimleriz? Ne istiyoruz!.. Kimlik / ideoloji ve inanç değerlerimiz, olmazsa olmazlarımız nelerdir?Kırmızı ve yeşil çizgilerimiz nelerdir ve nereden başlar nereye kadar ulaşır?
Bizler;üzerimizde oynanan oyunların, etrafımızda dönen dolapların farkındayız. Kur’an ve Sahih Sünnet kaynağından beslenerek inanç ve akidesini belirleyen, nebevî mücadele mirasına sahip, sistem dışı, bağımsız, şehid ve salihlerin yolu olan tevhidî muhalif çizginin tavizsiz temsilcisi müslümanlar olarak, içinde yaşadığımız toplumda herhangi bir dayatma, baskı, şiddet, tehdit, şantaj, terör, despotluk, silah, öldürme, yaralama, işkence içermeyen, gönüllü Tevhidî dönüşüm ve değişimlerden yanayız. İslâm, devletlerin yedeği olmadığı gibi, İslâmcı(!) STK’lar da Tağutî sistemlerin koltuk değneği değildir.
Açıkça ifade edelim ki; her ne sebeple olursa olsun, Kuddüs olan Allah(cc)’ın çizdiği sınırların dışında herhangi bir Ulus, Coğrafya, Irk, Milliyet veya geleneksel kültürler anlamında kutsallar edinmeyen… Resmî ideolojiyi ve devlet tanrısını reddeden, Kendini herhangi bir aidiyet veya angajmanla tanımlamayan, Tekasür Sûresinde eleştirildiği gibi sayı ve çoklukla öğünenlerden olmamayı, azı öze, niteliği niceliğe daima tercih eden….Parti, Sendika, Vakıf, Dernek ve benzerleri gibi sistemin şemsiyesi altında kurumsallaşmayan, insanlarla arasına iyi niyetli ve hizmet amaçlı da olsa kurumsal duvarlar örmeyen, Binası, Çatısı, Kapısı, Yurdu, Koleji, bulunmayan….Muhaliflik damarını Peygamber mirasından devralan, Kur’an’dan başka herhangi bir Tarikatı, Şeyhi, Mürit ve Mürşidi bulunmayan, Kur’an’ın ışığında Sünnet’in gölgesinde, Öncü ve Örnek Kur’an Nesli için uğraşıp yol alan….Menfaat ve çıkar uğruna, herhangi bir bedele karşılık inanç ve ideolojisini asla satmayan, Sisteme entegre olmuş akredite yapılardan alenen ayrışan, Marjinal, Radikal, Köktenci gibi yafta ve nitelemelere maruz kalsa da bunları elinin tersi ile iten….Baskı, Şiddet, Zor ve Dayatmalarla işi olmayan, Gizliliğe değil, aleniliğe inanan, Saman altından su yürütmeyen….İnsanları yalnızca Kur’an’ın aydınlığına ve sadece Peygamber’in Rehberliğine çağıran, Yakasında herhangi bir rozet değil, göğsünde imanlı birer yürek taşıyan, Allah(cc) var problem yok diyen, Yeri geldiğinde gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgemeyen, gönüllü, vefakâr, fedakâr, (etiketsiz, ünvansız, makamsız) mütevazî insanlardan oluşan….
İlkeli ve bağımsız bir İslâmî kimliğin, tavizsiz bir temsîliyet, misyon ve duruşun her yerde ve her zaman mümkün olduğunu yaşayarak örneklemeye çalışan muvahhid müslümanlarız. Bu toprakların binlerce yıllık gerçekleriyiz. İnancımız coğrafya ve sınır tanımaz bizim. İman ve Akide’den başka bağ ve bağlayıcılık bilmeyiz. Bir’i birleriz, İkilik nedir bilmeyiz. Sadece Müslüman adı ile anılmayı önemser, başka herhangi bir kurum-kuruluş, yapı ve cemaatle anılmayı ve özdeşleşmeyi reddederiz.
‘Eûzü’ yani Allah(cc)’a sığınma olan ‘istiâze’ Demokrasi’den, Liberalizm’den, Kapitalizm, Kemalizm, Faşizm ve her türlü beşerî şirk ideolojilerinden İslâm’a hicret ederek, Allah(cc)’a, Kur’an’a ve Hz. Peygamber’in Nebevî-Sahih Sünnetine sığınmaktır bizim için.
Müslümanların birçoğu, kendi siyasî basiretsizlikleri yüzünden Demokrasiyle olan sınavlarını kaybederek sonuçta mağlup olmuşlar; Açılım, Değişim, Referandum, Seçim gibi sistem içi hareket ve gelişmeleri ‘Kurtuluş Savaşı’ addederek, kulluk ve esas duruşlarını bozmuş, hattâ çoktan karşı takıma transfer olmuşlardır!
Buradan hareketle ifade ediyoruz ki, gönüllü demokratlar defolu Müslümanlardır.
Aslında, öncelikle ucuz cennet, külfetsiz nimet, zahmetsiz rahmet beklentilerinden sıyrılmak gerekiyor.
LÂ İLAHE İLLALLAH Neydi?
LÂ İLAHE
Yani kırılışı putların, Yani yıkılışı putlaşanların, Yani silinişi gasıp güçlerin, Yani kovuluşu kapitalistlerin, bankerlerin, feodallerin, fabrikatörlerin, ağaların!
İLLALLAH
Yalnızca Allah(cc)’ın egemenliğini tanımak, Yani ve yani ancak Kur’an düzenini, Müstaz’afların ve mazlumların emin elleriyle kurmak!
İ çimizde halâ; 'Köprüden geçene kadar ayıya dayı demeyi' terk edemeyen, miskinlik, rehavet ve tembellik lüksüne sahip, aman beni bilmesinler, tanımasınlar, bu işe karışmayayım, kendimi belli etmeyeyim, risk almayayım, her şey zamanla bir şekilde hallolur ve yoluna girer, nasıl olsa birileri çıkıp yapar, ben oturup beklerim diyen müslümanlar var.
…
Ey Muhafazakar demokratlar!
Gelin, ciddiyseniz; sorumlu insanlara yakışır bir şekilde kalıcı, iyi ve güzel işler yapın. Boş işleri, faydasız uğraşları, geçici iktidar ve hevesleri, inancınızın kokusunu ve rengini taşımayan iş ve amelleri bir an önce terk edin!
Gelin, Allah(cc)’ın dinine ve kendinize yardım edin. Hayra, imara, inşaya, ortak olun. El verin, omuz verin, gönül verin, para verin, alın, satın, okuyun, yazın, konuşun, düşünün, koşturun ama asla batıl kulvarlarda bulunmayın, koşturmayın!
Gelin, imanınızı her yerde ve her vesileyle şahitlendirin. Şahitliklerinizi de Peygamberlerin mücadele sünnetine uyarak salih amellerinizle taçlandırın. Yer, gök, kâinat, insan, eşya, her şey size ve kimliğinize, muvahhidçe yürüyüşünüze şahit olsun!
Birilerinden Müslüman açılımı ve anlayış beklerken, sapı bizdendir diye medet umarken, ‘çıkmadık candan ümit kesilmez’ örneğindeki gibi kendimizi avuturken, kulluk şuurumuz ve müslümanca basiretimizin bize kazandırdığı, farkındalıklarımız sayesinde İslâmî inancımıza tutunarak zinde ve diri kalmanın mücadelesini vermeliyiz öncelikle.
Bizler demokratik bir ülkede yaşadığımız için değil, birileri bize kendiliklerinden düşüncelerimizi ifade etme hakkı verdikleri için değil, istediğimiz düzende ve özlediğimiz ortamlarda olmasak ta, sadece ve yalnızca öyle olması gerektiği için, kendi hür iradelerimizle görüş ve düşüncelerimizi bir Müslüman duyarlılığında ve ihlâslı bir kul sadeliğinde açıklayabilmeliyiz.
İnancımızın gerektirdiklerinden hiç kimseye asla en küçük bir taviz bile vermeden, her şeyi göze alıp, gerektiğinde her türlü bedeli ödemeye baştan razı olan bir hayat yaşamaya çalışmamızın en doğal hakkımız olduğunu bilerek, hiçbir mevki ve makamdan herhangi bir lütuf, ihsan ve ikram beklemeden kendi özgün, bağımsız tavır ve duruşumuzu asilce ortaya koymak durumundayız.
Biz Müslümanlar; hiç kimseden herhangi bir taviz, hoşgörü, himmet, bağış ve anlayış bekleyemeyiz. Hiç kimsenin tezine karşı bir anti tez oluşturmak, felsefesine karşı bir doktrin geliştirmek, Anayasasına karşılık yeni bir anayasa örneği oluşturmak durumunda olamayız. ‘İslam iktidara geldiğinde işte böyle adilce yönetileceksiniz’ demek yerine, ‘Bakın bize, aynı bizim yaşadığımız ve yaptığımız gibi’ diye yakın ve uzak tüm çevrelere olumlu ve istikrarlı birer örnek olarak kendi üzerimizden örnek ve referanslar verebilmeliyiz. Allah(cc)’ın hükümlerinin güvenilip sığınılacak yegâne adres ve çıkar yol olduğunu, etrafa kendi hayatımızla fiilen yaşayarak anlatabiliriz.
Rektefe, restore, makyaj, tadilat, tamirat, ekleme ve düzeltmelerle, tedavi ve dopinglerle düzene girmesi mümkün olmayan, ilahi kaynağı reddeden/hafife alan, izim, doktrin ve beşerî düşüncelerin ürünü sistem ve yönetimleri baştan reddediyor, halkıyla/halkının İslâmî-ilâhi değerleriyle barışık olmayan yapı ve organizasyonları, yıkılıp yok olmaya mahkûm, geçici, arızî, eğreti kurumlar olarak görüyor, yarınların inananlar için ilâhî nimet ve hikmetlerle donatılmış aydınlık ve bereketli günler olarak tezahür edeceğine inanıyoruz.
Bizimle kimler eliyle ve ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, ne için ve ne kadar silkelerse silkelesinler, hangi bedelleri ödetirlerse ödetsinler, hangi ambargo ve boykotu uygularsa uygulasınlar, biz müslümanları İslâmî davamızdan ve inkîlâbî kulluk yürüyüşümüzden asla döndüremeyecekler!
Bizler, ne gerekçeyle ve hangi bahanelerle olursa olsun, sesimizin kısılmasına, kimliğimizin dejenere edilmesine, inancımızın yozlaştırılmasına, kulluk yürüyüşümüzün engellenmesine, mücadeleci ve muvahhid kimliğimizin mahkum edilmesine, Resmî-Milli-Türk Dini (Amerikancılık) dayatılmasına, yok sayılıp aşağılanarak hor görülmeye karşı son nefeslerimize ve kanımızın son damlasına kadar karşı duracak ve Tevhid-Adalet düşmanlarının bizleri değiştirip dönüştürmesine asla izin vermeyeceğiz.
Bizlere rağmen bizim başımızda duranların; çok geç olmadan, su köprüyü bölmeden, İslâm ve Müslümanlarla bir an önce yüzleşmesini, onlarla barışmasını ve inancımızın üzerinden ellerini çekmesini istiyoruz!
İslâm’la yüzleşirseniz ve Müslümanların inanç değerlerine, ahlâkî kimliklerine yönelik gerçekçi ve tutarlı bir açılıma yönelip, vicdanî bir anlayış geliştirirseniz, korkmayın kıyamet kopmaz!
Aksi halde;
Gölge etmeyin yeter, sizlerden başka ihsan istemiyoruz!
Sizin sisteminiz sizin olsun, bizim inancımız bize yeter zaten!