Bilal KUL
HAYDİ BİR YUDUM DAHA AT FİLİSTİN'E!
Müslüman kanının oluk oluk akıtıldığı, taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakılmadığı Gazze günlerinde bir Müslüman arkadaşımı ziyarete gittim. Maksadım ortak dertleri konuşmak, biraz ferahlayabilmek... Ola ki üzerime düşene dair bir şeyler öğrenirim. Belki de hala omzumun üzerindeki başımı nasıl kullanmam gerektiğine dair bir şeyler akıl ederiz. Lafa geldiğinde mangal da kül bırakmayan cinsten üç genç Müslüman bir araya gelince neler konuşulmaz ki? Dükkân kapatılıncaya kadar hayli vakit vardı ve bizler de acele etmeden tadına vara vara her bir şeyi konuşmaya daldık.
Böyle ortamların olmazsa olmazı lanet olası sigara dumanı ve çay buharıdır. Böylece ortamın büyülü bir havası olur. Ortamdaki sis bulutu konuşmalara esrarengiz bir eda verir. Çok şükür ki aramızdan sadece biri sigara çekiyor. (O da yeni evli ve yenge sağ olsun bıraktırmak için elinden geleni yapıyor.) Dükkânda çay yapılamıyor ama çözümsüz değiliz. Kahve yapalım diyoruz. Çay ki sanki ilham kaynağıdır. Hele bir de güzel demlenmişse her yeni yudumda yeni bir fikir çıkar ortaya. Ve bu muhabbet böylece uzar gider, demliğin dibi görününceye kadar. Tabii boykotun bu kadar gündemde olduğu bir dönemde, yani o şiddetli Gazze günlerinde boykota uymamak, özen göstermemek olmaz. Ben hemen kendime İslami eğilimli bir markanın kahvesini alıyorum. Kardeşin bir tanesi X alıyor ve nihayet diğeri de -boykot listelerinin en başında yer alan- W’yi tercih ediyor. Gel de kavga çıkarma şimdi.
Eğer bu anlattığım sahne bir çizgi film olsaydı; ben, baştan aşağı kıpkırmızı olmuştum ve kulaklarımdan buharlar, gözlerimden alevler püskürüyor olurdu. Arkadaşa “bu marka boykot ediliyor sanırım” diyorum. Davetçi kardeşim “biliyorum” diye cevap veriyor. “O halde neden onu içiyorsun Müslüman?” diyorum. “Tadını seviyorum” demez mi? Eğer bu sahne bir çizgi film sahnesi olsaydı bu arkadaşın kafasına bin tonluk bir balyoz indirirdim ve kafasında W’si kadar bir şişlik oluşurdu. Ama gerçek hayatta yapılacak tek şey anlatmaya çalışmak olduğundan “Ama kardeş bunlar İsrail terör örgütüne (İTÖ) yardım ediyorlarmış” diyorum. “Ya B’nin de ne olduğu belli… Ben onları pek şey etmiyorum…” diyor. Ve B’nin nasıl bir sermaye birikimi olduğundan, küresel sömürü sistemine nasıl da yardım ettiğinden, hatta verdiğimiz vergilerden bile siyonist militanlara pay düştüğünden dem vurmaya başlıyor. Subhanallah… Bazıları böyledir, eşeği öyle bir yokuşa sürerler ki… “İlim, güvenilir âlimin gösterdiği alternatiftir. Yoksa işi yokuşa sürmeyi herkes bilir.” (Süfyan-ı Sevri)
Mangalda kül bırakmayız demiştim değil mi? Tabii sen burada armudun sapı, üzümün çöpü misali; B şöyle, A böyle eleştir dur. Ne de olsa kurşunlar senin midene dolmuyor. Aman sakın soğutma kahveni! Nasıl ki Filistinli kardeşlerin midesine dolan kurşunlar sımsıcak senin de kahven sıcacık olsun! Filistinlilerin sımsıcak kanları sokaklara dökülsün senin her yudumunla… Durma! Haydi, bir yudum daha at Filistin’e! Bilinçli Müslüman sınıfının çalışkan davetçiler grubundan sayılabilecek biri olan bu kardeşim -öyle ya da böyle- bir şekilde Müslümanlara ait olan ve kâfirlerle mukayese bile edilmemesi gereken bir markayı bir kalemde sildi attı. Samimiyet sorgusu yapmaya başlıyor, dili sahabeye kadar uzanıyor. Oysa kalpleri ancak Allah bilir. Belli ki sebebi kendi fikirlerine uzak olmalarından başka bir şey değil. Kaldı ki bir tercih yaparken ilk ölçüt İTÖ’ye (İsrail Terör Örgütü) açıktan yardım etmemesi olmalıyken kardeşim nefsinin hoşuna gidip gitmemesine göre hareket ediyor. Herhangi bir marka İsrailli katillere yardım ettiğini beyan etmişse ve bizler hala o markayı alıyorsak; tetikteki parmağın kimin olduğunu yeni baştan sorgulamak gerek.
Hz. Ömer (r.a.) değil miydi: “Biz harama düşmemek için on helalin dokuzunu terk ederdik” diyen? Hz. Muhammed (s.a.v) değil miydi: “Şüpheli olan şeylerden sakının” diyen? Kur’an değil mi: “Peygamberde sizin için örnekler var” diyen? Biz bu Peygamberin getirdiği, bu Kur’an’a inandığımıza ve bu Peygamberi ve ashabını örnekler edindiğimize emin miyiz?
Ahh biz gençler! Dinimizi bilmiyoruz, bilmediğimizi de bilmiyoruz. Nefsimize hoş gelen ne varsa onu alıp gerisini bırakıyoruz. Pireye küsüp yorganı yakıyoruz, sonra da bir tarafımız açıkta kalınca olmadık rüyalar görüyoruz. Adına da “devrim” diyoruz. Evet, isim doğru, bir devrim var ortada fakat sandığımız şey değil devrilen. Devrilen biz Müslümanların bizzat kendileri… Tamamen lüks bir tüketim olan kahve tüketiminde bile kâfire karşı ortak bir tavır olamıyorken, başka hangi devrimin rüyasını görebiliriz ki?
Eğer gerçekten boykot iddiamızda samimiysek, boykota lüks tüketimden istifa ederek başlayalım derim. Mesela madem İslami eğilimli markaları da beğenmiyoruz, kahve içmesek, muhtemel ki (kesin diye okunsun) kimse ölmeyecektir kahvesizlikten. Ama kesin olan bir şey var ki İTÖ (İsrail Terör Örgütü) bütçesinde sağlam bir delik açılacaktır. Sadece bütçesi zayıflamakla kalmayacak, Müslümanların hep birlikte tavır almalarından korkacak ve haddini bilecektir siyonist militanlar. Filistinli çocukların attığı taştan korkan bu yüreksizler, ümmetin birlik içinde olmasından o kadar çok korkarlar ki yürekleri patlayıverir. Yeter ki biz, BİZ olabilelim. Aramızda şefkatli, kâfire karşı sert olalım. Hatırlayanlar olacaktır, “Ben yanmasam, sen yanmasan... Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa" mısalarını. Şöyle yazsak bunu: Sen boykot etme! Ben de boykot etmeyeyim. (Bir kişiden ne olacak ki?) Kim boykot edecek?
Selam, umut ve dua ile…