Mükerrem BULUT
AVUÇLARIMIZ KÜÇÜK AMA,ALLAH’IN RAHMETİ BÜYÜK
Dünyanın hakimi olduğunu zanneden zavallılar.
Sözde büyükler.
Dünyanın sahibi gibi davranırken aslında kölesi olan müstekbirler.
Dünyayı avuçladıklarını zannederken altında ezilen dünyaperestler.
Dünyayı kendilerine rab edinirken kendileri de rab lik taslayan sahtekarlar.
Bu dünya size neler vaad etmişti?
Hanlar, hamamlar, saraylar, petrol yatakları mı,
Etrafınızda şakşakçılar, sayısını bilemediğiniz kadar toprak mı?
Sefahat içinde bir yaşayış mı?
Ne kadar vahşet o kadar toprak!
Ne kadar zulüm o kadar itibar!
Ne kadar terör o kadar söz sahibi olmak.
Ne kadar kan o kadar gündemde kalma.
Amiyane tabirle ne kadar ekmek,o kadar köfte.
Nerede büyükler!
Büyük olduğunu zannedenler?
Büyüklük taslayanlar nerede?
Firavunlar nerede?
Karunlar nerede?
Saddam nerede?
Şah nerede?
Kaddafi nerede?
Enver Sedat nerede?
Nerede tüm bu dünyanın gündemine oturan boğalar?
Nerede,nasıl,hangi hal üzere öldüler?
Dünyayı titreten bu zavallılar titreyerek ölmediler mi?
Bu dilimizden düşürmediğimiz, avucumuzdan bırakamadığımız dünya onları bir bir bırakmadı mı?
Onları yiyip yutmadı mı bu vazgeçemedikleri hatta kazık çaktıklarını zannettikleri dünya?
Peki ya biz?
İbretle hayatlarına baktığımız bu tip insanlardan hiç mi örnek almadık?
Bu eleştirdiğimiz insanlar gibi olmamakla övünen bizler!
Hayatlarımızın kısacık bir bölümü bile benzemiyor mu onlara?
Dünya ve bu dünyanın nimetleri onlar için vazgeçilmezdi peki ya bizim için?
“Ahseni Takvim” olarak yaratılmamıza rağmen “Esfele Safilin” arasında gidip gelen bizler.
Bu dünya bizim için ne ifade ediyor?
Vazgeçilmezimiz mi yoksa imtihan sahamız mı?
Önemsediklerimizin başında mı geliyor yoksa, bizim için hiçbir değeri olmayan sadece oyun ve eğlence mi?
“Her nefis ölümü tadıcıdır” ayetine gereğiyle iman edebildik mi?
Neleri öncelledik şu kısacık ve sayılı ömrümüzde?
Hep ifrat ve tefrit olan hayatlarımızı, sonuna yaklaşırken bir gözden geçirdik mi?
Kadını tamamen sokaklara itmekle evin içine hapseden bir zihniyet arasına sıkıştırmadık mı?
Din anlayışımız da tesbih ve seccadeyle sınırlandırmadık mı?
Bizim zamanımıza ipotek koyan zihniyetin farkına varıp hem bu sistemi hem kendimizi sorguladık mı?
“Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir”
Ayeti hatırımızdan,bir an bile çıkarmayıp yaşantımızı ona göre düzenlememiz gerektiğinin farkında mıyız?
Bir dostum işyerine takılan kameradan yakınıyordu. Patronunun her odaya bu kameralardan taktırıp elemanlarını bu şekilde gözetleyerek disipline ettiğini sinirlenerek anlatırken aklıma aslında bizi de Rabbimizin her anımızı her halimizi gördüğünü ve işittiğini ihmal ettiğimiz geldi.
Düşünsenize her gittiğimiz yerde, hayatımızın geçtiği her alanda milyarlarca kameranın olduğunu ve hal-hareketlerimizi kaydettiğini ve ahirette önümüze çıktığı zaman “Ben yapmadım” gibi bir cümle yerine “Ben aslında şunu düşündüğüm için yaptım” diyerek kendimizi boş bir şekilde savunmaya geçtiğimizi.
Ya rabbi ne korkunç, insanı ürküten bir düşünce
Bizim Sabah namazına kalkmayışımızı,
biz tokken komşumuzun aç sabahlamasını dert edinmeyişimizi,
televizyon karşısında geçirdiğimizi o aslında çok kıymetli olan vakitlerimizi,
bilgisayarda hoyratça yediğimiz zamanımızı,
alışveriş merkezlerini tavaf edişlerimizi,gereksiz sürekli alıp yığdıklarımızı,alışveriş çılgınlıklarımızı,
yaptığımız haksızlıkları,
gıybetlerimizi,masum olduğunu düşündüğümüz eleştirilerimizi,
makam ve mevki için dönen dolapları,oturduğumuz koltuklardan daha büyüğüne oturmak için yaptığımız çabalarımızı,
çocuklarımızı test kitaplarına gömmelerimizi,
tapularımızın üzerine bir yenisini eklemek için kendimizi daha çok daha fazla çalışmak zorunda hissedişimizi,
şaşalı evlerimizle övünmelerimizi,her ay farklı bir araba alarak hava atışlarımızı,
çocuklarımızı bir bir kaybederken hala ben elimden geleni yaptım diye savunmalarımızı,onlara gereği gibi rol model olamadığımızı,
dünyanın başka bir yerinde açlıktan kırılan çocukları izlerken çayımızı yudumlayıp Allah yardımcıları olsun demelerimizi,
Savaşları, diktatörleri izlerken bizim ülkemizde iyi ki böyleleri yok diye birbirimizi teselli edişlerimizi,
alaelacele veya anlamını idrak etmeden namaz kılışlarımızı,
Allah’a bizi yaklaştırması için tuttuğumuz aracıları,dinin bir temasına sarılıp onu bayraklaştırarak isim yapma çabalarımızı,
Dinin bir hükmünü sürekli gündemde tutarak aslında kendimizi gündem yapma telaşımız,meşhur olma sevdasıyla hatalarımız üzerine hata ekleyişimizi,
dinin emirleri kırpıp kırpıp kuşa çevirişimizi,
imanımızın kalbimizde olmaksızın dilimizden öte geçmeyecek bir şekilde konuşup durmalarımızı, vel hasıl ağzımızdan çıkan her şeyi ve kalbimizde olanları dahi görüyor Rabbimiz.
Parmağımızın kalkışı,gözümüzü kırpmamızdan bile haberi olan Rabbimizle karşılaştığımızda nasıl savunacağız kendimizi?
Nasıl af dileyeceğiz?
Hoyratça tükettiğimiz zamanımızı nasıl izah edeceğiz?
İnandığımız gibi yaşayamadık Yarabbi bizde yaşadığımız gibi inandık mı diyeceğiz?
Haksızlığa boyun eğişimizi,haklının yanında yer alamayışımızı nasıl açıklayacağız?
Mal,mülk ve makama olan düşkünlüklerimizi savunacak sözleri nerden bulacağız?
Bizi yoktan ver eden Rabbimize nasıl hesap vereceğiz?
Bize sayısız rızık veren, nimetlendiren, evlatlar, bağlar, bahçeler veren ama gereği gibi şükredemediğimiz Rabbimizin huzuruna gittiğimizde ne diyeceğiz?
Kendimizi nasıl savunup ,nasıl affettireceğiz?
Kulluğumuzun bilincinde bir yaşantı sürmemiş birey olarak hangi yüzle af dileyeceğiz?
Yarabbi..
Şeytan hiç şüphesiz ki bizden daha fazla çalışıyor ki, senden af dileyecek yüzümüz bile yok.
Senin rahmetinden ümit kesilmez Allah’ım. Ömrümüzün geri kalan dilimi için
Rabbim, “İman edenler İman edin” buyruğuna uymak üzere gözlerimizdeki yaşlarla kalbimiz titreyerek dilimiz sana duada.
Yar abbi avuçlarımız sonuna kadar açıp senden af diliyoruz.
Bizim avuçlarımız çok küçük ama Rabbim senin rahmetin elbette çok büyük..
İlim İle Yoğrulup, Amel İle Doğrulmak Duasıyla…