
Mükerrem BULUT
BİRAZ DA KENDİMİZE GELELİM
İnsanlar içinde en yakınınızın kim olduğunu düşünün bir an. Size en yakın, her an sizinle olan. Uzaklaşamadığınız, ayrılamadığınız, kaçamadığınız kim?
Size en yakın olan bir tek insan var aslında o da kendiniz… Bir tek kendisinden kaçamaz insan. Ne kadar hızlı koşarsa koşsun, kaçamayacağı tek kişi kendisidir. Kulaklarını alabildiğine tıkasa da sesini duyacağı tek kişi…
Peki başkalarını dinlediğiniz kadar kendinizi dinlediniz mi?
Başkasına tebessüm ettiğiniz kadar kendinize tebessüm edebildiniz mi?
Başkalarına gösterdiğiniz tahammülü ve sabrı kendinize gösterebildiniz mi?
Sevdiniz mi mesela kendinizi bir başkasını sevdiğiniz kadar? Hiç kendi sesinize kulak verdiniz mi?
Dinlediniz mi kendinizi? Dikkate aldınız mı bir başkasını aldığınız kadar?
Kendini dinlemek deyince deniz kenarında şezlonga yatıp güneşlenerek dinlenmek gelmesin aklınıza. Bu dinlenmektir. Kendini dinlemekle yalnız başına kalıp ‘dinlenmek’ arasında çok fark var. Yalnız olduğu zamanlarda bile kendini dinleyemeyen, dalgın bir şekilde sadece boş ve amaçsız oturan insanlar kendilerinden ne kadar haberdar acaba?
İnsan kendini dinlemeli, kendisiyle başbaşa kalıp kendisini tanımaya çalışmalı. Kendini hatırlamalı, kendi varlığının farkında olmalı. Hareketlerinin, sözlerinin, hatta mimiklerinin farkında olmalı insan.
Senelerdir sosyal ve geniş bir çevreye sahip olan birisi olarak , kendini dinlemeyen, kendisiyle kavgalı ve kendisini affedemeyen o kadar çok insan tanıdım ki. Sürekli başkalarını ararken kendini kaybeden, kendine tahammül edemeyen, başkalaşan ve başkalaştıkça mutlu olduğunu düşünen, kendinden uzaklaşan ve belki de farkında olmadan kendinden alabildiğine kaçan…
Kendisiyle baş başa kalmaya korkan, bundan ürken bir yığın insan tanıdım.
İnsanlar kendileriyle baş başa kalmaktan neden korkarlar hiç düşündünüz mü? Çünkü kendi ile baş başa kalan insan, o anın farkına vararak yalnız olmanın derinliğini yaşar. İnsanlar,”AN”da değil “ZAMAN”da var olmayı tercih ederler.
“ZAMAN” geçmiş ve geleceği içerirken, “AN” ikisinin de dışındadır. Geçmişte hatıralarımız vardır. Gelecekte ise ümitlerimiz ve beklentilerimiz. Yani geçmiş de gelecek de çokluktur. An ise teklik yani tek olmaktır. Geçmiş ve geleceğin çokluğunda kendimiz dışında birçok insan ve olay vardır. Oysa şimdiki anda dikkatimizi gerektiren konudan başka hiçbir şey yoktur. Farkında olmak ise bizim konumumuzla bütünleşmemiz demektir ki, ikilik yerini tekliğe bırakmış demektir.
Anda korkutucu bir yalnızlık hakimken, çoklukta huzur ve güven buluruz. Çokluk olduğunda bizi koruyan, bize sahip çıkan ve seven insanların arasında daha güvende hissederiz kendimizi.
Ama an içinde teklik (birlik) vardır ki, bu durum pek çok insanı huzursuz eder. Zaman içinde yaşayan insan büyüme gereği bile hissetmeden onu sürekli koruyan, kollayan ve her işini yapan varlıkların arasında çocuk olarak hayatını sürdürür. Ve bu hal bizim farkında olmamızı engeller. Farkında olmak demek an içinde yaşamak, yani şuurlu ve uyanık olmak demektir.
Toplum olarak zaten birinin kızı, birinin kardeşi, birinin eşi, birinin annesi-babası, birinin arkadaşı-sırdaşı olmuşuzdur ama kimliğimizin önüne geçen bu kadar ünvanın ağırlığı altında kendimiz olabildik mi?
Önce ‘ben’ varım, bunlar daha sonra gelir diyebildik mi? Bu ünvanlar beni oluşturmadı aksine ben kişiliğimle, varlığımla bu unvanları oluşturdum diyebilmeli insan. İkisi birbirini yok etmeyen durumlar olmasına rağmen birtakım ünvan yani görevler kendimizi unutturmamalı.
Her birimiz anne, baba, teyze, dayı, hala, amcayız. Patronuz, işçiyiz, arkadaşız, komşuyuz ama her birimiz farklı kişilikleriz. Çevremizdeki tüm bu insanlara gösterdiğimiz duyarlılığı, özeni, itina ve hoşgörüyü kendimize gösterebildik mi?
Onlarla konuştuğumuz kadar kendimizle konuştuk mu?
Sözün kısası kendimizle aramız nasıl?
Sahip çıkalım kimliğimize. Kişiliğimize sahip çıkalım. Yüreğimize sahip çıkalım. Biz çıkmazsak şayet bir başkasının sahip çıkmaması imkansızdır. Sahip çıkalım öz benliğimize. Her şey çok geç olup kişiliksiz, atıl, “evet-hayır”dan başka bir şey diyemeyen, kafa sallayan, sürü yığını olarak yerimizi almadan kendimize gelelim. Aklımızı başımıza toplayıp silkelenelim.
Hiç gelmediğimiz kendimize, geri dönmemek üzere gelelim. Tıpkı kendisini çok fazla ziyarete gelenlere bir alimin söylediği gibi:
-Hep bana geliyorsunuz. Biraz da kendinize gelsenize…