Coşkun UZUN

01 Ekim 2011

BİR DAMLA SU...

Yanı başımızdaki birçok mazlum coğrafyalar zalim yöneticiler eliyle talan edilip, yangın yerine çevrilirken, her kimin elinde bir damlacık dahi olsa kullanabileceği bir su (imkân, güç, fırsat) varsa ve bu suyu söz konusu zorbaları bertaraf etmek için kullanmıyor ve yangının üzerine dökmüyorsa yazıklar olsun ona.

Daha dün “Amerika hiçbir halt edemez”, “İsrail haritadan silinmelidir”, “Amerika’yı ayaklarımızın altına alacağız!” diyerek sıkılmış yumrukları ve yalın ayaklarıyla, yollara düşen ve İlâhî yardıma yürekten inanan komşu coğrafyadaki kardeşlerimiz, bütün bunları söylerken sahip oldukları herhangi bir maddî güce, askerî donanıma falan değil, yalnızca Rabbimizin kendi uğrunda mücadele/mücahede edenleri, başarı ve zafere ulaştıracağına dair İlâhî vaadine dayanıyorlardı.

“Her Müslüman bir kova su dökse israil’i sel alır”demişlerdi ve yerden göğe kadar da haklıydılar.

“Herkes kapısının önünü süpürse cadde/sokaklar tertemiz olur”mantığından yola çıkarak; kollektif bir dayanışma şûuruyla hareket ederek, özelden genele, bireyden topluma, yerelden ulusal ve evrensel olana doğru, yürüyen bir İslâm medeniyetinin onurlu ve şerefli temsilcileri olup üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmeli ve inançlardaki çelişki ve yanlışlardan kendimizi ve neslimizi arındırarak kurtulma işine koyulmalıyız. İslâmî Adalet devletini coğrafyamızda kurmak ve Kur’an neslini ailemizden başlayarak ait olduğumuz veya içinde bulunduğumuz bütün yapı ve kurumlarda özenle inşa etmek ise bir sonraki adımımız olmalı.

Dolayısıyla hayatın tamamını (ticareti, siyaseti, ibadeti, ahlakı, din, devlet yasamasıyla, yargı ve yürütmesiyle spor, kültür, güvenlik, eğitim) kapsayan ve hiçbirini dışarıda bırakmadan hepsini içine alan, entegre, kuşatıcı, bütüncül bir plân/programla, açık /net İslâmî bir kimlik ve misyonu özgürce temsil etme hakkımızdan bizleri hiçbir gücün men etmesine, uzaklaştırmasına, ideallerimizden vazgeçirmeye çalışmasına izin veremeyiz.

Hayat alanlarımızı daraltmaya, dinimize kast etmeye, medeniyet ufkumuzu kirletmeye yeltenenlere karşı sürekli bir teyakkuz halinde olmamız işte bunun için kaçınılmazdır. Buna yeltenenlere karşı meşru müdafaa hakkımızı da her zemin ve şart altında kullanma azminde olduğumuz herkes tarafından anlaşılıp bilinirse çok iyi olur. 

Bizler özleyip arzuladığımız şartlarda tertemiz bir hayata ulaşmak için uğraşırken, bu arada birileri tarafından önümüze çıkartılan engelleri bertaraf etmek için de canla başla mücadele etmek zorundayız. Ve bu mücadele elde ne varsa, ne kadar ve nasılsa onunla yapılır. Tank, top, tüfek, füze, bomba, kazma, kürek, kalem, söz/yazı, amel/eylem, eleştiri, radyo, tv, gazete, dergi, edebiyat, müzik, şiir, sanat, spor, ticaret, siyaset fark etmez.

Tevhid kısaca, Allah(cc) ve Rasülünden yana olmak, tutarlı ve gerçekçi muvahhid bir kuldan istenen/beklenen tavrı ortaya koymaktı.

Mal/mülk, ve elimizin altındaki bütün imkanlar rabbimiz Allah(cc)’ın kullarına emanetidir. Bunların O’nun rızası doğrultusunda kullanılması ise herkes için öncelikli farzdır. Ve bu emanete hıyanet etmekse çok aşağılık bir iştir.

İşte bunun için, sadece İsrail’e değil, siyonistinden emperyalistine, kapitalistinden faşistine tüm zalimlerin, mütecavizlerin, azgınlaşıp tuğyan eden isyankâr tağutların ve onların yerli ve yabancı işbirlikçilerinin üzerine bir damla da olsa elindeki suyu (imkânı) dökmeyen (mücadeleye sevk ederek kullanmayan) kesinlikle ve kesinlikle vebaldedir.

Dolayısıyla Allah(cc)’dan geldiğinin ve yine O’na döneceğinin bilincinde olan herkes, imkânlarını imanları istikametinde kullanmaya mecburdur. Kur’anî hükümler ve adaletle hükmedilecek olan, beklenen ve özlenen o güzel günlerin bir an önce ve bizlerin eliyle/vesile ve çabasıyla gelmesi için her nerede bulunuyorsak ve elimizin altında hangi imkanlar ve fırsatlar varsa onlarla özgün bir yürüyüşe ve kadim bir yolculuğa çıkabilmeli, Allah, kitap, fıtrat/sünnetullah ve din düşmanlarıyla her nerede ve hangi şart altında olursa olsun ölümüne ve kıyasıya bir mücadeleye koyulabilmeli, her türlü bedeli ödemeye hazır ve razı olmalıyız.

Müslüman iradeli zihinler; öncelikle bu dünyanın ve daha sonra da diğer tüm varlık aleminin sigortası veya garanti unsurlarıdır. Yaratılmışların arasında denge ve adaleti oluşturmaya memurdurlar. Fesat ve zulüm odaklarıyla asla birlikte hareket edemez, onlarla dost olamazlar.

Dikkat edersek; yaşadığımız coğrafyada, yüzlerce hatta binlerce kişinin, tek dünyalı ve ahiretsiz, batıl bir ideoloji, örgüt ve davaları uğruna birçok şeyi göze alarak dağlara çıktığı, gözlerini kırpmadan kendilerini feda edip ölüme koştukları gözlerimizin önündeyken, Hak davaya mensup ve kalplerinde kocaman bir imana sahip olan biz Müslümanlar izzet, şeref ve onurumuzla yaşamanın (herhangi bir şekilde dayatma, zorakîlik, baskı, şiddet, tehdit, şantaj, terör, despotluk, silah, öldürme, yaralama, işkence içermeyen, gönüllü Tevhidî dönüşüm ve tabii değişimin) bir yolunu mutlaka bulmakla mükellefiz.

Bildiğimiz şudur ki; sürekli aydınlık için bir dakika karanlığa katlanamayan zavallılar, bir dakikalık sahte aydınlıklar için bile birçok rezalet, çirkeflik, haksızlık, zulüm ve aşağılık içinde debelenip kalmaya/durmaya mahkûm olurlar.

Oysa bizler inanç ilkelerimize uygun ve buna hizmet edecek ortamları oluşturarak güven ve huzur içinde yaşamak istiyoruz. Bu bizim en doğal hakkımız. Bu hakkımızı elimizden almaya veya engellemeye kalkan olursa, bu kişi, kurum veya güç kim olursa olsun fark etmez, ona en ağır şekilde karşılık veya cevap verir, onunla mücadelede gereken her türlü bedeli ödemek için de bir an bile tereddüt etmeyiz.

Bizim dünyamızda barış esas olmakla beraber, dini yaşamak ve yaşatmak için gerekli olan İslâmî mücadele ibadet ve gayretimiz Müslümanlığımızın korunması ve Allah(cc)’a kulluğumuzun temini için kaçınılmaz bir gerçekliktir.

Çocuklarımızı ahlâklı ve imanlı bir nesil olarak yetiştirirken de, komşuluk ilişkilerimizde de, ticaret ve siyaset yaparken de, medeniyet anlayışımızda da hep bu kutlu amaca hizmeti seçtik biz kendimize.

Attığımız her adımdan, alıp verdiğimiz her nefesten, harcadığımız her kuruştan, geçip giden her dakikadan, bir su gibi akıp giden hayatımızın her bir damlasından hepimiz sorumluyuz ve bütün bunlardan tek tek hesaba çekileceğimizden de adımız gibi eminiz. Onun için ömrümüzün son anına, cebimizdeki paranın son kuruşuna, kanımızın son damlasına, kadar Allah(cc)’ın hükmünü hakîm kılmak için canla başla çalışmaya azmetmiş muvahhidleriz biz.

Ömrümüzü nerede, kiminle ve nasıl geçirmiş olduğumuzun hesabını bütün ayrıntılarıyla vermek zorunda oluşumuz, bütün detaylardan hesaba çekileceğimiz gerçeği bizi daha dikkatli ve özenli olmaya mecbur kılıyor. Kılı kırk yaran bir titizlikle hayatımızı kontrol altında ve Müslümanca bir disiplin içinde tutmak bizim kârımızdır.

Bir damla suderken, bütün bunların yeterince anlaşılıp idrak edilmiş olması gerekiyor.

Gereksiz yere kullanılan her kuruş, boşa geçirilen her dakika, israf edilen her bir damla su, ıskalanan her hedef, boşa atılan her bir kurşun; tarifsiz kayıplarımız, geri dönüşü olmayan bir gidişimiz ve telâfisi asla mümkün olmayan zararlarımız demektir.

Bir damla suyun kıymetini idrak edip, sorumluluğunu iliklerimize kadar hissedebildiğimiz anda bütün sorunlarımızı çözme azmini, cesaretini, gücünü, moralini, umudunu, kararlılık ve motivasyonunu kendimizde bulabiliriz artık. Ve eğer istersek bir bardak suda fırtınalar kopartabilir, bir kaşık suda birilerini boğabilir, bir kova su dökerek terörist İsrail’i (veya başka herhangi bir zalim veya tağutu sel altında bırakıp boğabilir) devirebilir, yaptıklarının hesabını tek tek sorup, fitil fitil burnundan getirebiliriz. Ama bir şartla, bir damla suyun kıymetini bilerek ve sorumluluğunu hissederek. Aksi halde bir damla, bir litre veya bir ton da olsa yersiz, gereksiz ve lüzumsuz kullanılıyorsa israf israftır ve sonuçta haramdır. Bir damlayı bile boşa harcama lüksüne sahip değildir müslüman. Bir atımlık barutunuz varsa, acaba karavana atışı aklınızın ucundan geçirebilir misinizhiç?

Bir mıh bir nal, bir nal bir at, bir at bir süvari, bir süvari bir ordu ve savaşın kaybedilmesi hikâyesi birçoğumuzca bilinen bir gerçektir. Hayatta hiçbir şeyin ihmal edilmemesi gerektiğini, en küçük bir ihmalin hangi boyutlarda bir sıkıntıya ve kayba dönüşebileceğini bizlere hatırlatır.

Bizler her birimiz, kendimizi demiryolu raylarının altındaki kütükleri tutan civataların somunu gibi değerlendirir ve olduğumuz yerde sıkıca ve sağlamca durursak üzerimizden hangi yükün geçtiği artık çokta önemli değildir. Önemli olan, en küçük bir cıvata ve somuna kadar her şeyin bir bütünlük ve uyum içinde olabilmesidir.

Allah(cc) için ve Allah(cc)’ın istediği gibi yaşanamıyorsa bir coğrafyada, oradaki Müslümanlar, gerektiğinde Allah(cc) için ölebilmenin bir yolunu da bulmalıdırlar. Bizler buna mecbur kalabiliriz. Ya her şey Rabbimiz için olur, ya da Rabbimizin yolunda kurban olarak ölümsüzleşmeyi seçeriz. Doğru yol bu. Bu yolda ilk yürüyen veya bedel ödeyecek olan da bizler değiliz. Bizden önce niceleri bu yollardan geldi ve geçtiler.  “Mademki ölüm bir defa gelecek, o da neden Allah(cc) için olmasın” dediler. Sahip ve şahit oldukları, ellerinin altındaki tüm imkân ve emanetleri sahibinin rızasına uyarak O’nun yolunda feda ettiler. O’nda geldik ve ona dönücüleriz dediler. Bizim de yapmamız gereken şey aynen budur. Mal sahibinin, din sahibinin isteklerine kulak verip gerekeni yapmaktır kulluk.

Tekrar hatırlayalım;  siyonistinden emperyalistine, kapitalistinden faşistine kadar bütün zalimlerin, mütecavizlerin, isyankâr tağutların, onların yerli ve yabancı işbirlikçilerinin üzerine bir damla da olsa elindeki suyu (imkân, güç, fırsat)) dökmeyen etrafını ve ailesini Tevhidî bir kulluk ve mücadeleye sevk edip, elinin altındaki (bir damla su da dahil) bütün imkânları Allah(cc)’ın dini ve hükmünün hâkimiyetiuğruna harcamayanlar, dikkatlerini, birikimlerini ve bütün enerjisini Allah, kitap, fıtrat ve din düşmanlarını etkisizleştirmekiçin kullanmayıp, sorumluluklarını yerine getirmeyenler kesinlikle ve kesinlikle vebaldedirler.

Allah(cc) için var olduğunu bilerek Tevhidî bir kulluk mücadelesine inanan; isyan, tuğyan ve zulme karşı her ortamda ve her şart altında kimlik değerleri için direnen öncülerden, yeryüzünün herhangi bir coğrafyasında hizbullahî birer direniş çekirdeği olup boy veren, ikilik nedir bilmeyen muvahhidlerden, Bir’i birleyen, Kur’an neslini önceleyen, şehadet nakışlı giysiler giyen mücahitlerden olmak duasıyla….

Bir damla suyun kıymetini bilmeyen ömrünün kıymetini ne bilsin!

Önemli olan yıkmak değil yapmak, dağıtmak değil toplamak, imha değil inşa etmek, sabote değil ihya etmek, miras almak değil miras bırakmak, bir halkaya dahil olmak değil yeni halkalar oluşturmak, vagon değil lokomotif olmak, takip eden değil takip edilen olmak, seven değil sevilen olabilmek, yaşamak değil yaşatmak, kırılmamak değil kırmamak, terk etmemek değil terk edilmemek için, arkadaş olmak değil arkadaş kalmak için, bir damla suyun kıymetini bilmek ön şart olsa gerek.

Hatırlayalım ve unutmayalım; insanoğlu da bir damla sudan yaratılmıştı. Her yolculuk atılan ilk adımla beraber başlar. Her kap ilk bir damla sudan sonra dolmaya başlar. Ve mazeret üretenlerden değil çözüm için koşturanlardan olmak, başlı başına bir erdemdir. Kimse bir damla suyu hakir görmesin. Çünkü her şey bir damla su ile başladı.