Coşkun UZUN

05 Kasım 2012

BİRLEME ve BİRLEŞME

Müslümanların birlikte olma sorumluluğu, bunun gerekliliği, önündeki engeller ve bizlere düşen görevlerden yola çıkarak;birlemek sorumluluksa birleşmek zorunluluktur diyerek söze başlamak istiyorum. Çünkü Allah’ı birleme sorumluluğu, kardeşleriyle birleşmeyi ve düşmanlarıyla ayrışmayı bize zorunlu kılıyor.

Tarihin bütün dönemlerinde zulme ve küfre karşı verilen mücadeleyi ancak; akidevî bir netlikte, Tevhidî bir bütünlük içinde ilkeli bir mücadeleyi hedefleyen, toplum tarafından anlaşılır, açık daveti ve mesajları olan İslâmî harekete mensup salih kişilikli, dava adamları üstlenebilmişler ve başarıya ulaşmışlardır.

Müslümanlar “….haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.” (42 Şura 39)Birbirimizle sistematik, istikrarlı, kesintisiz, tedricen gelişen ve dava ekseninde bereketlenerek büyüyen beraberlikler paylaşmak zorundayız. Bu bizim imanî bir sorumluluğumuzdur.Tevhid, Allah’ı birlemektir ve Vahdet Allah’ın belirlediği yerde durmak veya Allah’ı birleyenlerin birlikte yürümeleridir. 

Kitabî-hukukî-teorik ve söz aşamasındaki kardeşlikten fiilî/amelî yaşanan ve paylaşılan bir kardeşliğe doğru adım atmak durumundayız.“Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah'tan korkup sakının; umulur ki esirgenirsiniz.”  (49 Hücûrât 10) Kardeşleriyle kucaklaşmak ve yarınlar için el ele verme bilinciyle yaşayanlar olmalıyız.

Ne mutlu ki; Muvahhid, “Kur’an Talebesi”, “Sünnet bağlısı” ve sonuçta birer Peygamber takipçisi olmaya çalışan (direnişçi ruhlu, bağımsız, muhalif,  rejim/sistem karşıtı mücadeleci kimliğe sahip) müslümanların din kardeşlikleri, Kur’an ve Sünnet tarafından tescil ve ilan edilmiştir. “Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah size ayetlerini işte böyle açıklar.” (3 Al-i İmran 103)

O halde Kur’an’ın Talebesi ve Peygamber(sav)’in takipçisi, muvahhid, bağımsız ve muhalif kimlikteki bu Müslümanların;

İlk önce LÂ’sı olmayan (omurgasız, edilgen, uzlaşmacı ve tanımlanmış) din anlayışlarından uzaklaşıp, her türlü gelenekçilik sapmasından, her biri atalar dininin değişik birer şubesi olan Coğrafî, ırkî ve mezhebî milliyetçiliklerden,  daha sonra Devlet tanrısı ve resmî ideoloji ilahı(!)ndan, Resmî-millî Türk dini’nden, bütün çağdaş din ve beşerî sistemlerden, Demokrasiden, Tekfircilikten,Kur’ancılık’tan, Meâlcilik’ten ve akabinde Tasavvuf afyonundan, hoşgörü fitnesi Ilımlı-Amerikancı İslâm(!) anlayış(sızlığ)ından, Türkçe ve Arapça da dahil olmak üzere her çeşit dil emperyalistliği’ndensüratle ve tüm yalınlığıyla;

Berî, yükümsüz/uzak/ayrı/bağımsız ve üstelik bütün bunların amansız bir düşmanı olduklarını, yani Allah(cc)’ın hak dini olan İslâm dışındaki bütün batıl din ve inançlardan, müşrik, zalim, fasık, kafir, tağutî kişi, yapı ve kurumlardan ayrılış, kopuş ve Beraâtlerini ilan etmiş olmaları gerekir.

Çünkü Tevellâ ve Teberrâ kavramlarını hayatın her safhasında belirgin ve yaşanır kılmaları,Tevhidî bilince ulaşan muttaki müslümanlarınimanî birer görevidir. Bu netlik ve tavır, kulluk mücadelesinin de bel kemiğini oluşturur. Yaşayan bir kardeşlik, her zemin ve fırsatı imanı lehine imkâna dönüştürmeyi gerekli kılıyor zaten.

****************

Tgtv ve Abant “Konsili”benzeri toplantılarınyurdumuz insanına karşı laik-kemalist rejim lehine/yararına, demokrasi ekseninde, sistem içi bir dönüştürme aracı ve cansimidi/cankurtaran rolü üstlendikleri açıkça görülmektedir. Anılan yapı ve kurumların bizzat rejiminmuhaliflerini ötekileştirip sindirmeye yönelikişbirlikçi tutumları ve sistemin koltuk değneği işlevini gören sistem içi birer kuruma/yapıya doğru hızla kaydıkları dikkatli gözlerden kaçmamaktadır. Üstelik iyi niyetli müslüman halkımız ve ortalama vatandaşlar da bu kuruluşlardan ciddi bir beklentiye sahiptir maalesef.

Yaşadığımız coğrafyada yakın geçmişte kimi ‘İslâmîKuruluşlar’dan alenen “Anayasa ve Referanduma Aktif Destek” ve ‘Evet’ çağrılarının yapıldığıve benzerisimlerle anılan bazı sistem içi çatı kuruluşlarınınoligarşik yapıyı destek ve tercihleriyle güçlendirerek ayakta tutuyor oluşları göz önüne getirildiğinde rahatlıkla söyleyebiliriz ki; Tevhidî düşünceye sahip, bağımsız, inkılâbî, muvahhid, muhalif, anti demokrat ve sistem dışında kalarak duruşunu bozmamak için bireysel olarak veya küçük guruplar halinde yoğun çaba harcamak zorunda kalan Müslümanlar da benzer bir oluşum,girişim veyaplatform çalışması başlatmak için oldukça geçkalmışlardır.Bu yönde bir vahdet ve birleşme, birlikte hareket ederek müşterek tevatür hattını oluşturma çalışmasının gereği her zamankinden daha öncelikli ve can alıcı bir öneme sahiptir.

‘Kur’an Nesli Platformu’ veya benzer bir isimle anılacak müşterek bir zemin ve platforma olan ihtiyacı hissetmek için örgütlü güçlere karşı dağınık, küçük veya güçsüz öbekler, küçük çaplı, yerel/lokalbirlik ve beraberlikler üzerinden sağlıklı ve tutarlı bir mücadele vermenin zorluklarını her birimizin ayrı ayrı tecrübe etmek zorunda kalması ve bu uğurda/yoldayediğimiz dayak, çelme ve ayak oyunları, ödenen bedeller, geçen zaman, kaybedilen değerler, yitirilen umutlar, karşılaşılan zorluklarda cabası ve ayrı bir açmazımızdır. İmtihanın zorluklarını ve vakti kuşanma sorumluluğumuzu geç te olsa idrak etmeye başladık elhamdülillah.

“Andolsun, biz sizi bir parça korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” (2 Bakara 155)

Dolayısıyla müslümanlarınkardeşleriyle birlikte olma sorumlulukları ve bunun imanîgerekliliği, bu yönde kotarılacakçalışma ve oluşumların önündeki engeller ve bizlere düşen görevler konusundaduyarlı olup oldukça hassas, dengeli ve dakik davranma mecburiyetimiz var.

Eğer bizlerüzerimizi/basiretimizi örten gafletten bir an önce kurtulup içtihadî, metodolojik, stratejik ihtilaflar ve farklılıklar üzerinden siyaset yapma ve söylem geliştirme aymazlığından kendimizi kurtaramazsak, yarın Allah(cc)'ın huzuruna ümmetimizin izzeti, şerefi, onuru ve zindeliğini İslâm’ın iç ve dış düşmanlarına peşkeş çeken mücrimler olarak çıkmaktan da kendimizi koruyamayabiliriz.

İman kardeşlerimizle aramızdaki İslâmî, insanî ilişkilerimiziartırıp geliştirerek sürdürmeyi acilen öğrenmeliyiz. Tercihlerimiz kendi elimizde. Ümmet içindepaylaşma ve vahdete yönelik beraber çalışma bilincini güçlendirip müslümanlar arasındakardeşlik ve birlik rüzgârlarına dönüşebilme potansiyeline sahip umut verici adımlarıdestekleyerek güçlendirmeye mecburuz.

“Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslama ve müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.”(47 Muhammed 7)

Ümmetimizi, tevhidî mirasımızı, mukaddesatımızı ve yarınlarımızıaramızdaki kimi kısır çekişmeler yüzündenezelî/kadim düşmanlarımızın önünde değersizleştirerek yem edemeyiz.

************

“Zulmün merkezinde adalet aranmaz” temel ilkesini de hatırlayarak ifade edecek olursak; islâmî oluşum, duruş,  mücadele ve hareketler tarih boyunca hep sistem dışı, muhalif bir yapıda, resmî otoriteden bağımsız, inkılâbî bir karakterde olmuşlardır.

İlkelerle yürümek ve ilkeleri yürütmektir esas olan. Hayatı ibadet kılma zorunluluğumuz gereğince zulme, küfre, şirke ve tuğyana karşı iman kardeşlerimizle beraber omuz omuza saf tutmalı, sorumluluklarımızı birlikte kuşanmalı, ilkelerimizi birlikte savunmalı, değerlerimizin mücadelesini beraber vermeliyiz.

Az olsun benim olsun, küçük olsun bizim olsun çıkarcılık ve aymazlığına artık daha fazla pirim veremeyiz. Hayatı doğru okumak zorundayız. Hayatın şakası ve telafisi yoktur. Kaybedilen zamanlar da kaçırılan fırsatlar da geri dönmeyecek, bize tekrardan verilmeyecektir.

Genelde birçoğumuz rotasızlıktan, plan/program ve hedef sahibi olmamaktan, belirli bir müfredata göre hareket etmiyor olmaktan şikâyet ediyoruz. Fakatayrı ayrı her birimiz İslâmî/Tevhidîmücadele/hareket mantığına sahip muttaki mü’minlerolmak zorundayız. Yani yaşadığımız süreci ve yarınları muvahhid bir basiret/ferasetle, ilkesel tutarlılıklarla öngörebilmemiz gerekiyor.Dayanışma ve güç birliğine giden yola koyulmalıyız hep birlikte.

İman ettikten sonra üzerimize düşen ilk görev neydi? Ümmet olmayı başarmak değil mi? Kardeşliğimizi kuşanmak değil miydi? Kur’an okumayı öğrenip öğretmek mi, abdest ve namaz mı? Ne yapacaktık? Kiminle yapacaktık? Nereden başlayacaktık? Neden yapacaktık ve nasıl yapacaktık?

İslam’ın anlaşılmasının önündeki engellerle “Müslümanların birlikte olmasının önündeki engeller” ve bize düşen sorumluluk ve görevler kanaatimiz odur ki birbirinden ayrılamazlar.

Sistem dışı kalmayı başarabilen, muvahhid damarın temsilcileri olan bir topluluk; sözüm ona o anlı-şanlı sistem içi angajmanlara sahip, akredite parti, stk, dernek, vakıf, sendika ve benzeri kurumlara rağmen, iman kardeşliğinin bir ütopya olmayıp, kendi içimizde/aramızda fiilen yaşanılan bir hakikat olduğunu, artık acilen pratize edip örnekleyerek coğrafyanın dört bir yanında dosta/düşmana göstermeye mecburdur.

Sistemi bütün kurumlarıyla reddederek muvahhid kalmayı becermiş muttaki bir topluluğun buna muktedir olacak tecrübî yeterlilikte ve Tevhidî bilinçte olduğunu düşünüyor ve şükrediyorum.

“Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder) se, Allah (yerine), kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.”(5 Maide 54) Iskalayarak güç ve zaman kaybetmeye, aparatif cinsinden geçici/günlük işlerle oyalanarak halâ o güzelim umutları tüketme, beklentileri boşa çıkararak bereketi kaçırma lüksümüz yoktur.

Bu güne kadar harcamadık mermi bırakmadık belki de. Artık bizlerin her yeni ittifakı veya taze beraberliklerimiz hep daha büyük organizasyonları ve güzellikleri doğurmalı. İttifaklarımız ihtilafları bertaraf etmeye yetmeli. Her beraberlikten güçlenip büyüyerek, umutlu, kendinden emin ve kazançlı olarak çıkabilmeliyiz.

Her birimiz için gönüller halâ kıpır kıpırsa, umutlarımız şevkle tazelenmişse, heyecanlarımız ilk günlerdeki gibi diriyse, Tevhid, Vahdet, Kardeşlik ve Sorumluluk bilincini kuşanmak ve önümüzdeki engelleri kaldırmak için yanıp tutuşuyorsak ortaya tutarlı, gerçekçi ve uzun vadeli hedefler koyabilmeliyiz.

Toplumsal ölçekte, örgütlü ve sistemli bir şekilde gerçekleştirilen isyanlara, tuğyanlara, ifsada, tahrif, tahrik, küfür, şirk ve zulme karşı sadece bireysel çıkışlar, itiraz ve çabalarçerçevesinde direnmek ve bundan da sahici sonuçlar almak asla mümkün değildir.

Çünkü “Hiç şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.”  (61 Saff 4)“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.” (3 Al-i İmran 139) buyuruyor Rabbimiz. İttifaklarımızı ihtilaflara kurban etmemeyi, birbirimize dayanmayı emrediyor.

İslâmî düşüncenin sistemli bir şekilde kimliğe dönüşerek okullaşabilmesi için;“Fitne kalmayıncaya ve yaşanan din (in hepsi tamamen) Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yapmakta olduklarını görendir.”(8 Enfal 39) ikazına hakkıyla kulak verdiğimizde “Düşüncede Devrim” için tutulacak yol bellidir. Konum tesbiti, müşterek hedefler ve istikamet belirlenmesi gibi ilk adımlar oldukça hayati bir öneme sahiptir.

“Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır.”(24 Nur 55)

İslâm; özelde bütün Müslümanları kardeşler kılmak, genelde ise insanlık için fıtrî, tevhidi bir adalet ve şahitlik sistemini tesis etmek üzere sünnetullah’ın değişmez ilkelerine tabi olan bir içerik ve çerçevede gönderilmiştir.

Makul karşılanması gereken ihtilâflar olduğu gibi, acilen çözülmesi gereken ihtilaflar ve güç yetiremediğimiz için Allah'a bırakılması gereken ihtilâflar da olacaktır.

Ayet ve hadisle sabittir ki tefrika mü’minlerin içerisinde bulanamayacağı bir oluşumdur ve mü’minlere vahdet vacibtir. Ameli ihtilaflarımız yüzünden akidevî ittifaklarımızı gölgeleme vebalini içimizden kimse kaldıramaz. Ayrıntı kabilinden ikincil meseleleri akide sorununa dönüştürmeden dinin vahdet vacibiyetive emrine tâbi olmak ve küffarın ekmeğine yağ sürmekten kaçınmak durumundayız.

*********************

Dostu Allah(cc) olanın, düşmanının çok olacağı şuuruyla, mutedil/vasat/dengeli ümmete doğru giden yoldaki zorunlu sorumluluklarını gözeterek, Vahdete yönelik Tevhidî bir adım olması duasıyla, birbirine sahip çıkmanın yani kardeşliğin kulluk ödevi olduğu bilinciyle hareket eden Muvahhid Müslümanlar; kardeşlikleri Kur’an ve Sünnet’le tescil ve ilan edilerek övülmüş ve aynı zamandaRabb’leriAllah(cc) tarafından desteklenecekleri vaad edilmiş kutlu bir topluluktur.

Tevhidîşahitlik bilincindeki Muvahhid Müslümanların bir an önce kulluk ve sorumluluklarını kuşanarak, sistem dışı, uzlaşmasız, tavizsiz, muhalif karakterli, alternatif İslâmî yapıları bulundukları her coğrafya, bölge ve düzlemde tesis etmeleri imanlarının gereğidir.

Kafa karışıklığından kurtularak, gündemi ıskalamadan ve güncelin hercümercine de takılı kalmadan öncelikli olarak Tevhidî/Kur’anî bir vasata ulaşmanın, istikrar ve istikamet üzere bir mücadele çizgisinde bulunmanın ağırlığını omuzlarımızda hissederek ve inancımızı içinde bulunduğumuz pratikte hakkınca yaşayıp bireysel ve toplumsal şahitliklerimizi çoğaltarak temsil edebiliriz.

Bu güzel adımı da atarken bazı kesimlerce zaman zaman içine düşülen kimi hatalara düşmemek içinse azamî dikkat gösterilmesi gerekir.

Şeffaflık ile Aleniliği, Güvenlik ile Tedbiri, Gizlilik ile Saklanmayı, Cemaatçilik ile Teşkilatçılığı, Marjinallik ile Farklılaşmayı, Derinleşme ile Örgütü, Yayılma ile Genişlemeyi birbirine karıştırmadansağlıklı adımlar atmalıyız.

Çünkü örgütçü, kapalı devre oynayan, kendi kısır ve fasit dairesi içinde kalmış, Müslümanlara kapılarını ve gönlünü kapamış, lokal veya global, yerel/coğrafî/ulusal (sistemin kendilerini bilip tanımadığını sanan, fakat neredeyse attıkları her adım sistem tarafından bilinen), güyâ tedbir, tercih ve bir tür önlem olarak gizlilik (ve illegalite) peşinde olan veya bu türden marjinallikler taşıyanlar, İslâm’ı ve bizleri asla sağlıklı olarak temsil edemezler.  Yaşadığımız sorunları teşhis ve tedavi etmekten de çok uzaktırlar.“Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve 'birbirinizi tanımanız ve tanışmanız' için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık…….”. (49 Hücûrât 13)

Hamdolsun Allah’a ki “Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (26 Şuara 227) ve Müslümanlar olarak bu inkılâbın rüyasıyla yarışıyor ve yaşıyoruz.

İmanî sorumluluklar amelî zorunlulukları doğuruyor ve Allah’ı birleyenler iman ekseninde ve kardeşçe birleşmeyi öğreniyorlar artık hamdolsun. İhtilafları değil ittifakları önceliyoruz.Maslahatlarla değil ilkelerimizle,akidemizi ve duruşlarımızı bozmadan kardeşçe, yardımlaşarak ve dayanışma içinde ayakta kalmayı başarabiliyoruz. Hamdolsun.