Bayram KÜÇÜK

12 Nisan 2007

ÇIK SOKAĞA VE DÜŞÜN

ÇIK SOKAĞA VE DÜŞÜN

 

Çıkarsınız sokağa kimse görmez sizi, yürümeye başlarsınız. Sanki o sokakta yürümüyorsunuz, beyninizde ilginç tınılar vardır. Arabalar gelip geçiyor yanınızdan görmüyorsunuz. Melez mahallenin, melez insanları… arada bir dikkat kesilseler de yürümeye devam ediyorsunuz, farkındasınız ama hiçbirini görmüyorsunuz. Çevrenizde olup bitenlere bakıyorsunuz. Arada bir insanları gözlemleyip yüz ifadelerini seyrediyorsunuz. Ve hemen Sorular birbiri ardına geliyor ve takılıyor aklınızın bir köşesine, gitmek bilmiyor. Beyin hücrelerinizde mi geziyorlar, yoksa elle tutulamayan gözle görülemeyen akılda mı?

 

Neden insan öldürür ki? Varlığını devam ettirebilmesi için bir başkasını öldürmesi gerekir mi?

Sevmek, aşık olmak için bir başkasına zarar vermesi gerekir mi?

Ailesinin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bir başkasının rızkına tecavüz etmesi gerekir mi?

Adil olmasının, adaletle hükmetmesinin önünde ne gibi engeller olabilir ki?

İnsan hep bir mutluluk arayışı içinde, neden git gide mutsuzlaşıyor?

İnsan güzellikleri, güzel olan şeyleri neden samimiyetten ve gerçeklikten uzak seviyor artık.

 

Evet! kirlenmiş çağ…

Birileri çağı kirletti, birileri atom bombasını yaptı, ayrım yapmaksızın tüm insanları yok etmeyi istedi.

Teknik gelişmeler bizleri ruhsuzlaştırdı, beyinlerimizi birer çöplüğe çevirdi. Geçmişimizden günümüze aktarılmaya çalışılan tüm dinamiklerimiz kaybolmaya başladı.

İlişkilerimiz sunileşti, kablolara bağlandı.

Aşk dediğimiz yaşanması güç bu kavram, TV ekranlarında beş paralık oldu.

Sevgimiz, ekonomik şartlara, sosyal yapıya ve cinsel dürtülere hapsoldu.

Saygı, zenginlik ve şöhretin önünde eğildi, onların ayakları altında ezildi.  

Gözlerimiz, kapitalist dünyanın doyumsuzluğu içinde doymadı, bakar kör oldu.

Öyle ki bu gidişat Müslümanları derinden vurdu, birileri çağı kirletti, çağ şimdi tüm insanlığı kirletiyor.

 

Tabi tüm bunlar yaşanırken iyiliği emredip kötülükten nehyetmesi gerekenler, iyiliği ağızlarıyla söylerken ‘hem de iyi bir hitapla’, yapılmamasını öğütledikleri şeyleri kendileri yapmaya başladılar. Yani birinci dereceden iyiliği emretmesi gerekenler İsrailoğullarının durumuna düştü. Öyle ki, bu kirlenmiş çağda, Hz. Musa geri gelse ve “Var mı benimle birlikte zalimlere karşı çıkacak olan?’’ dese,  birçok nutuk atan kişiler, Hz. Musa’ya tıpkı İsrailoğulları gibi “Sen ve Rabbin git savaş” diyeceklerdir. Günümüz dünyasında, kablolarla bağlanmış yapay ilişkilerimiz bizi öyle bir noktaya getirdi ki, söylemlerimizle eylemlerimiz arasında bir paralellik kurmak çok zor.

Söylemlerimiz İslâmi, hatta söyledik mi iyide söylüyoruz. Ama eylemler işimize geldigi gibi. Hz. Ömer’i iyi anlatıyoruz, Hz. Ebu Bekir’i, Hz. Ali’yi, Hz. Osman’ı ve daha birçok sahabiyi… fiiliyata gelince ne anlatanımızda, ne de dinleyenimizde bir hareket yok, tabii ki müstesna olanlar var aramızda ve onlar imtihanı başarıyla vermekteler.

Herkes kendi iç dünyasında ‘başarabilirse’ tarafsız bir biçimde hesaplaşmaya gitsin bakalım neler çıkacak, sinesinde gizlediklerinden.

 

Düşündüğümüz zaman bu dünyada çok konuşan, çok anlatan, çok yorum yapan değil de, hakkıyla yaşayan, örnek olan müctehidlere ihtiyacımız var. Aslında hakkıyla yaşamaktır anlatmak, yaşamaktır yorumlamak, yaşamaktır ictihat yapmak, yaşamaktır konuşmak.

Ama ne hikmetse bazı hoca efendiler çıkar ballandıra ballandıra hitap eder, insanlar da ağzı açık dinler. Böylelikle yaygın şekilde hitap etme ve dinleme kültürü oluştu, bu da bilgide, öğrenmede ve kaynağa gitmede, tembelliğe ve hatta kirliliğe yol açtı.

Sorularla, meydana gelen olaylar ve sonuçları üzerine düşünmek ve kafa yormak zorundayız.

Sokağa çıktığımız zaman sorular sormak, aramak, kirletilmiş ve dile gelmiş, üzerine yemin edilen bu çağı düşünmek zorundayız.

 

Karakterimiz Adem, Havvamız davamız olmalı, aramalıyız onu ve her bulacağımız yeri Beytullah kılmalıyız.

Yoksa birileri çağı kirletir, çağda tüm insanlığı…