Şinasi ULUDOĞAN

07 Temmuz 2013

DEMOKRASİ HAVARİLİĞİ

Hamd; göğün, yerin ve içerisindekilerin Rabbi olan Allah’adır. Sâlât ve selam O’nun hidayet bulup bu hidayet üzere yol alıp bu hidayet üzere yaşamamız için göndermiş olduğu tüm Resullere ve onların yolunu tüm zorluklara rağmen sürdürenlere olsun.

Elbette ki tüm Hamd O kendisinden başkaca ilah olmayan Allah’adır ki o bizleri kulluk konusunda göstermiş olduğumuz tüm noksanlıklara, tüm hatalara ve tüm yanlışlara rağmen bizler için hidayet kaynağı olan Kur’an’ının inmeye başladığı rahmet bereket ve mağfiret ayı olan Ramazana ulaştırdı.

Mübarek Ramazan ayına dair tekraren bir yazı yazmayı düşünüyordum. Lakin özellikle Mısırda yaşanan son gelişmelerden ve ülkemizde iktidar olan kesimlerden <demokrasi> lehine yapılan kuvvetli vurgulardan sonra demokrasi üzerinde düşüncelerimi paylaşmak istedim.

Bilindiği üzere <demokrasi> milattan önce Yunan site devletleri tarafından icat edilmiş belirli bir süre uygulanmış sonraları unutulmuş ve Fransız ihtilali döneminde batı düşünürleri tarafından şato ve kilise yönetimlerine karşı alternatif bir yönetim tarzı olarak ortaya tekrar konulup günümüze kadarda batıdan dünyaya en mükemmel bir yönetim tarzı olarak ihraç edilmiş ve edilmektedir.

 Daha ilk baştan ve kestirmeden söyleyecek olursak İslam’a göre demokrasi aslında bir “ heva ve heves dinidir”

İslam, kitabı Kur’an olan ve ondan neşet eden ilahi bir din ilahi bir yaşam biçimidir.

O’nu insanlara indiren ve seçmiş olduğu Resuller kanalıyla uygulanabilirliğini gösteren Rabbimiz onunla kullarına kıyamete kadar siyaset etmek murat etmiştir. Ancak her dönemde olduğu gibi O’nun kulları bundan pek hoşnut olmamışlar ve biraz ondan biraz da kendilerinin ürettiği şeylerle bir siyaset belirlemişler ve karma bir din yani bir yaşam biçimini kendilerine tayin etmişlerdir. (ki bu günkü demokraside bu kategoridedir) Oysaki Rabbimiz kendi katında geçerli olanın İslam dini olduğunu çok net olarak ifade buyurmuştur.“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imran:19)“Kim İslâm dininden başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (Âl-i imran: 85)

“Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı beğendim.”(Maide: 3)

Ayetlerden anlaşıldığı gibi Allah azze ve celle kullarından dünyadaki yaşamlarını kemale erdirdiğini ifade etiği İslam’a göre şekillendirmelerini beyan etmektedir.

Sadede gelecek olursak Mısırda yaşanan son durumlardan sonra dünyadaki tüm insanlara demokrasinin artık tek ve vazgeçilmez bir yaşam biçimi olduğu telkinleri, darbe yollu dayatmaları ve yanıltma haber sayesinde de toplumlara buna ikna yolları sonuna kadar açılmış gözükmektedir.

Türkiye’de şu an iktidar olan ve tabanını dindar, milliyetçi ve muhafazakâr kesimlerin oluşturduğu AKP’nin demokrasiyi hem yurt içinde hem de yurt dışında alternatifsiz bir model olarak sunuyor olması ve Mısır’da Mursi’ye yapılan darbenin ardından artık bunu temel akide ( inanç) olarak sunması elbette çok anlamlı ve manidardır. Hükümet’in en yetkili ağızlarından ballandıra ballandıra demokrasi nutuklarının atılması ve bu sistemin vazgeçilemez olduğunun beyanı Türkiye’deki tüm kesimlere başka bir yaşam modeli seçeneğinin olmadığı hatta olamayacağını göstermekten başka bir şey değildir.

Oysa ki az buçuk Kur’an’a vakıf olan ve ona samimiyetle ve sadece onu yaşama aktarması gayesi taşıyanların da fark edebileceği gibi bir Müslüman için asıl vazgeçilmez hayat tarzı İslam’dır. İslam’ın, fertlerin, ailelerin, grupların, kavimlerin ve en nihayet toplumların her alan ve anlamda hayatlarını tanzim ettiğini ve kıyamete kadar da edeceği gerçeğini bilmemeleri mümkün değildir.

Allah’ın indirdiği ahkâmı, yani ferdi ve toplumsal anlamdaki hüküm ayetlerini her ne gerekçeyle olursa olsun uygulamayan, uygulanamaz olduğunu düşünen, çağdışı gören her kim ve kimler var ise bunlar Allah nazarında tevbe edip dönmedikleri ve o hal üzere öldükleri müddetçe kurtuluşa eremez ve ebedi cehennem yurdunu hak etmiş olurlar.

Allah azze ve celle yaratmada ve emirde yani yarattıklarını yönetmekte asla kendisine ortak koşulmasını kabul etmemekte, ortak koşanları yanlışlarından yani şirkten dönmedikleri takdirde asla bağışlamayacağını buyurmaktadır. “Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!  (Araf Suresi 54. Ayet) Yine Rabbimiz kendisine ortak koşulmasını en büyük günah olarak belirtmekte ve Lokman aleyhisselamın oğluna tavsiyesinde de şirkin yani kendisine ortak koşulmasının en büyük zulüm olduğunu vurgulamaktadır. “Hiç kuşkusuz Allah, kendisine ortak koşma günahını bağışlamaz. Bunun dışında kalan günahları dilediğine bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa son derece büyük bir iftira günahı işlemiş olur. (Nisa Suresi 48)   “Allah kendisine ortak koşma suçunu bağışlamaz. Bunun dışındaki suçları dilediğine bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa gerçekten koyu bir sapıklığa düşmüş olur.”  (Nisa Suresi 116 ) “Lokman oğluna öğüt vererek; “Ey oğulcuğum! Allah'a ortak koşma, çünkü ortak koşmak, büyük bir zulümdür.” ( Lokman Suresi 13 )

Bu ayetlerin vermiş olduğu mesajı, kendisini bilinçli olarak ve İslam’a teslim olmuş olarak Müslüman gören birinin anlamaması ve gereğini yerine getirmemesi düşünülemez.

Mısır’da son yaşanan darbeyle ilgili en çarpıcı açıklamalardan biride Suriye’nin yezidi, firavunu katliamcı Beşar Esad’dan geldi.

“Mısır’da siyasal İslamcılar yenilmiştir. İnsanları artık kandıramayacaklar artık bir daha siyasal İslam’ın hayat bulamayacağını bilmeliler. Mısır halkı Siyasal İslamcıların yalanlarından kurtulmuştur böylece” mealinde beyanlarda bulunmuştur.

Mısırda yüz yıla yakın faaliyette bulunan “ihvanın” demokratik yollarla da olsa iktidara gelmiş görünmesi sözüm ona demokrasi kültürü gelişmemiş bir Mısırda birçok İslamcı çevreleri demokrasiyle ilgili umutlu ama yanlış bir takım yaklaşımlara sevk etmişe benziyordu. Oysaki aynı Mısırda daha önceleri de benzer durumlar yaşanmış daha yakınbir  tarihte demokrasiyi Müslümanlara dayatanların Fas’taki seçimlerde “FİS’e hayat hakkı tanımadığına şahit olunmuştu.

Türkiye’de laik demokratik ve seküler bir anlayışa sahip ve merkezi gücü elinde tutanların uzun uğraşları sonucu dindar ve muhafazakâr ve birçok kesim artık demokrasiyi vazgeçilmez bir yönetim tarzı olarak benimseyip buna inandıklarını da ispat etmişler, bununla da yetinmeyerek laikliği ve demokrasiyi halkı Müslüman ama yöneticileri Yezid tipli ülkelere ihraç etme vazifesini üstlenmişlerdir.

Her on yılda darbelerin yaşandığı ülkemizde insanlar münferid anlamda ve geleneksel bir din anlayışı çerçevesinde dindarlaşırken Allah’ın vahiyle kullarına siyaset etmesi konusunda yani siyasal İslam’dan gittikçe uzaklaşmaktadırlar.

Tabi bu durum ABD’nin ve AB’nin Türkiye’de ve tüm İslam ülkelerinde uygulamaya koyduğu <ılımlı İslam> yani siyasi damarı olmayan bir İslam’ı istemenin bir  sonucudur ve bunu bu gün için uygulamaya en müsait partide kendisini < Milliyetçi, Muhafazakâr ve Demokrat> bir parti olarak tanımlayan AKP‘dir.

Şu çok iyi bilinmelidir ki kullar yani yeryüzündeki tüm insanlar istemese de, tüm yarattıklarının sahibi olan Allah azze ve celleyi hiç kimse aciz bırakamaz. O’ Rahman ve Rahim olması ve Hilm sıfatının bir tecellisi olarak kullarını belirlemiş olduğu bir süreye kadar yaşatmaktadır. Her nerden ve her kimden gelirse gelsin tüm beşeri sistemleri Müslümanım diyen herkesin ret etmesi ve Allah’ın indirmiş olduğu vahye sımsıkı sarılması gerekmektedir.

 Zira Allah azze ve celle kemale erdirmiş olduğu din de hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır. “Yerde kımıldayan bütün hayvan türleri ve kanatları ile uçan bütün kuş çeşitleri sizler gibi birer canlılar topluluğudurlar. Biz hiçbir şeyi o kitabın dışında bırakmadık.Sonra bunlar, Rabblerinin huzurunda biraraya getirirler.”  (En’am Suresi 38. ayet)

Demokrasi, çoğunluğu esas aldığını iddia eden bir sistemdir.  Çoğunluk hangi kriterlere ve hangi saiklere göre seçim yaparsa o iktidara geliyormuş gibi görünür, esasında ise durum hiç de göründüğü gibi değildir. Zira demokrasi kendi ideolojik çerçevesinde bir seçime izin vermektedir. Toplumun ekseriyeti her alanda İslam'ın referans alınmasını istese dahi demokrasi buna geçit vermez. Seçimin çerçevesini ve kriterlerini belirleyen batıl bir zihniyettir. Oysa ki İslam’ın kriteri, hem fikren hem de fiilen Allah’ın indirdiklerine iman etmek ve iman ettiklerinin her zaman ve mekanda uygulanabilirliğini savunmak ve bunun için çalışmayı gerektirir.

Bir diğer kriter takva (yani yaptıkları ve yapmadıklarında öncelikle Allah’ın hatırını gözeterek davranmak), ehliyet (herhangi bir işte o işin ehli olduğunu göstermek) ve liyakattır. (Yani yaptığı her işi işin aslına göre yapmak Bir anlamda Allah’ın tabiata koyduğu kanunlara göre yani sünnetullah’a göre tecelli etmesini sağlamak. )Bu üç unsur zaten bir Müslüman vekil için vahyin kriterleridir. Seçen seçtiğini bu mantıkla seçer seçilende bu mantıkla aday olur ve seçildikten sonra bu minvalde hareket ederse işte o vakit o yerde Siyasal İslam iş başında demektir.

Dolayısıyla demokrasi ve diğer beşeri sistemlerde olmayan bu kriterler Müslümanım diyenler için vazgeçilmezdir. Bir Müslüman ancak İslam’la yetişmeli, yetiştirmeli, her türlü yaşantısını ona göre belirlemelidir.

Kur’an İslam’ının ve onu en iyi şekilde hayatına aktararak bizlere bunu sünnet olarak bırakan Hz. Muhammed aleyhisselatuvesselamın İslam’ını değil de bir takım mezheblerin, cemaatlerin, tarikatlerin, dernek vakıf ve ya ekollerin  ( her ne kadar İslam’ın bir takım şeylerine sahip olsalar da) dini anlayış ve yaşantılarını islam’ın kendisi gibi algılayıp ona göre davranmanın, Tevhidi bir düşünceye ve Tevhidi bir eyleme sahip olmadan kendilerine ve ülkeye siyaset edecek olanları seçenlerin ve seçilenlerin her halde Allah’ın indirdikleriyle hükmettikleri ve hükm olundukları söylenemez.

Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah'ın Kitab'ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş yöneticiler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi). Hepsi ona (hak olduğuna) şahitlerdi. Şu halde (Ey yahudiler ve hakimler!) İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.Tevrat'ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezadır). Yaralar da kısastır (Her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.  Kendinden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak peygamberlerin izleri üzerine, Meryem oğlu İsa'yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nûr bulunmak, önündeki Tevrat'ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil'i verdik.İncil'e inananlar, Allah'ın onda indirdiği (hükümler) ile hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır.(Sana şu talîmatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına belâ etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır.  Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?  (Maide Suresi 44, 45.46.47.48.49.50) Şimdi bende bir Müslüman’ım diyen birinin bu apaçık ayetleri anlamaması, bu ayetlerin çağ dışı olduğunu iddia etmesi, yada günümüzde uygulanamaz olduğunu söylemesi mümkün müdür. Eğer aksi düşünülüyorsa ki maalesef en azından zahiren öyle görünüyor o halde bu insanların Allah’ın indirdiklerine uydukları dolayısıyla da Müslüman oldukları nasıl söylenebilir.

Yukar da katil Esad’ın söylemlerinde de çok açıkça görülüyor ki İslam’ın siyasetini talep etmek, zalimce gayri adilce dayatmacı zorba tüm egemenlerin koltuklarının saltanatlarının yıkılmasını talep etmektir. Demokrasi ise insanları özelliklede onların nefislerini tatmin edici unsurlara sevk ederek onları kendilerine kul köle edinmektir.

 Demokrasiyi pompalayanların maksadı herne olursa olsun batıldır. Zira bu dün olduğu gibi bu günde çoğunlukta olsalar ve kendilerini İslam’a nispet etselerde değişmez.

Sözümüzü şu çarpıcı ayetlerle bitirmek ve küfürle şirkle asla uzlaşmamak gerektiğini anlamak Hz Muhammedin “BİR ELİME AY’I BİR ELİME GÜNEŞ’İ VERSENİZ BEN BU DAVADAN ASLA VAZGEÇMEM” sözünü özümsemiş olmak ve gereğini yapmak demektir.

“Eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni ALLÂH yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sâdece ‘zann’na uyarlar ve saçmalarlar. Şüphesiz ki Rabbin, yolundan kimlerin saptığını çok iyi bilir. O, doğru yolda olanları da çok iyi bilir.”  (En’am 116, 117)

Selam ve Dua ile