Ömer TÜMER

08 Ekim 2015

DİN PAYANDA MIDIR?

Din Allah’ın insanlara göndermiş olduğu buyruklarının bütünü olup, dünya hayatının insanlar eliyle nasıl dizayn edileceğini gösteren bir ilahi kılavuzdur. O kılavuzun kayıtlı olduğu ana sayfa ise yüce kitabımız Kur’an’ı Kerimdir.  

 

Gerek İslam coğrafyasında gerekse ülkemizde dine tek başına din muamelesi yapılmamaktadır. Zaten din ülkemizde ve İslam coğrafyasında hayatın içinden kovulmuş, vicdanlara ve mabetlere terk edilmiş ritüeller manzumesi haline getirilmiştir. İnsan-toplum, insan-devlet ilişkilerinde yoktur. Sözde İslam devletleri dine göre şekillenmedikleri için doğrudan seküler laik devletlerdir. Din devleti konumunda bazı devletler var sayılsa da onlara da din devleti demeye bin şahit gerekir. 

 

Sözde İslam ülkelerindeki uygulanmakta olan dinin hallerini değil de, ülkemizdeki uygulanmakta olan dinin hallerinden bahsetmek istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlet, halkı da laiklik kıskacında ve standardında Müslümandır. Laik kurallara göre devlet dine ve dini hayata, dinde devlet hayatına karışmamalıdır. Buna rağmen biliyoruz ve yaşıyoruz ki laik devlet dine ve dini hayata sürekli müdahale etmektedir. Bunu da kendisine bağlı bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle yapmaktadır.  

 

Türkiye’de yaşayan insanların laik olanı da, olmayanı da devletin dürüst davranarak dinle devlet arsındaki sınırları korumasını ister bu da onların doğal hakkıdır. Laik bir devlete yaraşan da böyle olmalıdır, olmak zorundadır. Laik Türkiye Cumhuriyetini bugüne kadar yöneten siyasi iktidarların dine karşı olanları da sempati ile bakanları da dinin sırtından laik devlete rant sağlama yoluna gitmişlerdir hala da gitmektedirler. Ey Laik Türkiye Cumhuriyeti! Ey Laik Diyanet İşleri Başkanlığı Kurumu ve laik “Müslümanlar! size çizilen sınırların dışına lütfen çıkmayınız ve sınır ihlalleri yapmayınız. 

 

Başınıza bir bela gelse, başınız bir derde girse hemencecik dinden yardım istemektesiniz Diyanet İşleri Başkanlığınıza talimatlar yağdırmaktasınız. Başkanlarınız, müftüleriniz ve imamlarınızın her biri camilerde vaazlarla, hutbelerle halkı ikna ederek yardımınıza koşmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığının o dev kadrosu yetmezmiş gibi laikliğinizi de unutarak, ne kadar güdümünüzde cemaat ve dini kanaat önderleri varsa onları da yardımınıza çağırmaktasınız. Onlar da dini cemaat olsalar bile milli duygu sarhoşu oldukları için seve, seve yardımınıza koşmakta hiç beis görmemektedirler. 

 

Ülkede deprem olur onları teselli etmek ve yatıştırmak için, savaş olur ölenleri defnetmek ve geride kalan aileleri teskin etmek için o din emir erlerinize sala verdirirsiniz, Mevlit ve Kur’an okutturursunuz, dua ettirirsiniz, ölenleri şehit ilan ettirir, geride kalanlarına şehit madalyası takdim edersiniz. Böylece ölenlerin ruhlarının şad olduğuna, geride kalanların da sabrı cemile kavuştuğuna inanırsınız. Bu sayede milli duygu toplumun tüm katmanlarının kılcal damarlarına kadar işlemiş olur. Sizde varmanız gereken hedefe dini payanda yapmak suretiyle ulaşmış olursunuz.  

 

Kabaran ulusal ruhla laik rejiminiz de ömrüne ömür katmış olur. Ölmek ve öldürmek herhalde bunun için gereklidir. Zorla ölüme gönderilenler de, ekmeğinin hatırına ölüme gidenler de, kandırılarak ölüme gönderilenler de bu ülkenin zavallı gariban ailelerin çocuklarıdırlar. Ölüme gitmezden önce ölüme gidenler, aileleri ve toplum bu savaşın Allah rızası için kutsal bir savaş olmadığını fark etmesinler diye, masum bir şekilde ölen o garibanlara, toplum ve devlet hayatının içerisinden attığınız dinin, yüce kavramı olan şehitlik unvanını vererek bu savaşa dini kimlik vermeye çalışıyorsunuz. Böylelikle İslami olmayan ulusal, kavmi bir savaşa meşruiyet sağlıyor ve halkın desteğini almaya gayret ediyorsunuz. Bu destek öyle güçlü olmakta ki o acılı anne, baba vatan sağ olsun, bir evladım değil bin evladım feda olsun zirvesine kadar ulaşmaktadır. Halkın savaşa desteğini savaşa yüklediğiniz o sahte kutsal ruhtan almaktasınız. Başarınızla ne kadar övünseniz azdır.                                              

 

Hani laiktiniz, dini devlete karıştırmazdınız, dine ihtiyacınız yoktu neden dürüst olmuyorsunuz? Din, laik Türkiye Cumhuriyetine payanda mıdır? Laik Türkiye Cumhuriyetinin din işleri başkanı, müftüleri ve imamları olan sizler, savaş Şeriatçı örgütlerle zalim diktatörler arasında olunca vaazlarınızda, sohbetlerinizde İslam barış dinidir, savaş dini değildir. Müslüman bir karıncayı dahi öldüremez, Allah’ın verdiği canı ancak Allah alır, İslam da terör yoktur diye fetvalar veriyordunuz. Ne oldu da İslamı, toplum ve devlet hayatından uzaklaştıran laik devletle, İslam dışı Marksist Leninist bir örgüt arasındaki bu savaşı kutsal ilan ediyorsunuz?  

 

Eğer gerçek din adamlarıysanız, hak dini temsil ediyorsanız Türkçülük ve Kürtçülük adına yapılan bu savaşa İslami/dini savaş değildir fetvalarınızı veriniz. Bu fetvalarınızın ardından da hiç olmazsa, ekmeğimizi, aşımızı, maaşımızı her kim veriyorsa, huzur ve güvenliğimizi kim temin ediyorsa bir vefa borcu olarak onların safında yer alıyoruz, Marksist hain örgütün yanında yer almıyoruz deyiniz. 

 

Laik devletle, Marksist örgüt arasında cereyan eden bu savaşın olmasını vicdan sahibi hiçbir insan elbette istemez. Savaş İslami olmasa dahi. Savaş hoşa gidecek bir durum değildir. Heba edilen canlar kolay yetişmemekte, yürek acıları da hemen dinmemektedir. Asıl olan savaş değil barış olmalıdır. Karşı olunan aziz dinin, dini amacı olmayan savaşlarda taraflara payanda olması ve istismar edilmesidir. Bu payandalık ne yazık ki en fazla muhafazakar dindar geçinen siyasi iktidarlar ve onların güdümündeki sahte din adamları eliyle yapılmaktadır.  

 

Din öylesine garip, zavallı ve acınacak duruma getirilmiş ki, barışta da, savaşta da kendi dışındaki unsurlara payanda olarak kullanılmaktadır. Laik Türkiye Cumhuriyetine diyorum ki madem din sığınılacak, ihtiyaç duyulacak zorunlu bir kapıysa, onu neden toplum ve devlet hayatından kovdunuz? Kovdunuzsa da ihtiyaca binaen korkmadan geri getirin toplumunuza ve devletinize kurumsal olarak hakim kılın. Devletiniz İslam Cumhuriyeti, ülkeniz İslam ülkesi olsun. Böylece her türlü kazada, belada, afette savaşta ve barışta dinin ve Müslüman kitlenin samimi desteklerine kavuşmuş olursunuz. Bu çağrıdan kırmızı görmüş boğa gibi ürkeceğinizi de biliyorum ama sizin dine olan ihtiyacınızı sahte yollardan değil samimi yollardan karşılamanız için bu çağrıyı yapıyorum.  

 

Allah’ın vahiyle göndermiş olduğu hak din tamdır, eksik değildir, kendi kendine yeterlidir, ne payanda olur ne de payanda alır. Hak dini saptırarak din edinenlerin dinlerinin payandaya ihtiyacı vardır. Nitekim öyle de olmaktadır. Bir bakıyorsunuz laik devlet Diyanet dinine, o da laik devlete payanda olmaktadır. İç içe, sırt sırta olan beraberliğinizin sürekli ve uzun ömürlü olması herhalde aranızda kıydırmış olduğunuz dini nikahın kerametinden olsa gerektir. Bu beraberlikten taraflar olarak sizler memnun olsanız dahi ne Rabbim, ne de derdi - tasası olan Müslümanlar, tki her iki tarafta Allah’ın rızasına uygun hale gelinceye kadar memnun olmayacaktır.  

 

Laik Türkiye Cumhuriyetine, bu ülkede yaşayan duyarlı bir Müslüman olarak sesleniyorum, öyle ya da böyle cepheye gönderdiğiniz ve ölümüne sebep olduğunuz garibanları ve ailelerini devletin sosyal imkanlarından faydalandırınız fakat onların her türlü dini/manevi işlerini kendilerine bırakınız, devletin resmi sultasını onların üzerinden kaldırınız. Devlet yetkililerinin kıldığı ve kıldırdığı cenaze namazı, bir anlık başsağlığı dilekleri ve arkasından ölenlere şehit unvanı verilmesi doğrudan devletin dine müdahalesidir.  Halk, mahallesinde, köyünde akrabasıyla, komşusuyla her türlü yapılması gereken dini merasimlerini yerine getirir ve acılarını paylaşır. Yıllarca nasıl yaptılarsa öyle yaparlar.  

 

Her kim ne derse desin, hangi kaynak ne yazarsa yazsın, şehit, Allah’ın dinini/hükümlerini yeryüzüne egemen kılmak yolunda hayatını feda edene verilen unvandan başkası değildir. Şayet ölene ve geride kalanlara sosyal imkan elde etmek için şehit unvanı gerekliyse, bu işlevi yerine getirebilecek kavramı da kendiniz bulunuz. Ölenin geride kalanları da evlatlarının dini manada şehit olup olmadıklarına, şehit kavramının tarifi üzerinden karar versinler ve ona göre teselli olsunlar. 

 

İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise Tağut (batıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.” (Nisa Suresi, Ayet. 76). 

Rabbim savaşanların kimin yolunda savaştıklarını, savaşa destek olanların da kime, neye destek olduklarını fark etmeyi onlara nasip eyle.