Ömer TÜMER
OY VERMEK NE ANLAM İFADE ETMEKTEDİR? (ESKİMİŞ SORU, GÜNCEL MESELE)
Halkının yüzde 99'u Müslüman olduğu söylenen laik Türkiye Cumhuriyetinde her seçimle birlikte Müslümanların gündemine giren oy vermek, irade beyanında bulunmak hususunda Müslümanların tavrı, duruşu nasıl olmalıdır sorusuna cevap verebilmek adına böyle bir yazı kaleme alınmıştır. Tabi ki bu mevzuda bir hayli söz söylenmiş ve kaleme alınmıştır. Bu yazıda onlar gibi sorunun çözümüne bir nebzede olsa katkıda bulunmak gayretindedir.
Allah Teala peygamberlerini insanlar içerisinden seçmek suretiyle ortaya çıkarmıştır. Yani seçen Allah, seçilen ise insandır. Seçme ve seçilme adı verilen işlemin buradan böyle başladığının tesbitini yapmak mümkündür. Bir diğer ifadeyle Allahuteala peygamberlerini insanlar arasından tayin etmek suretiyle seçerek ortaya çıkarmıştır. Allah’a izafe edilen seçme, tayin etme işlemi Müslümanlar arasında temel olarak iki siyasi ekolün çıkmasına sebep olmuştur. Birisi Sünnilik bir diğeri de Şiiliktir. Sünni ekol Müslümanların halifesini belirleme işinin seçim yoluyla, Şii ekol ise din kurumunun başı olan imamın insanların tercihine bırakılamayacak kadar ciddi bir iş olup, onun doğrudan ilahi iradeyle nasp/tayin yoluyla belirlenmesi gerektiği görüşündedir. Hatta on iki imamın böyle belirlendiğini ifade etmektedir. İslam’ın yürürlükte olduğu sistemlerde seçme ve buna bağlı olarak seçilme işlemi her iki şekilde de olsa anlaşılabilir mümkündür Önemli olan İslam’ın sistematik olarak kuşatıcı olmasıdır. Günümüz Müslümanlarının sorunu İslam devletinde seçme ve seçilmenin nasıl olması olmayıp, İslami olmayan laik/tağuti sistemlerdeki seçme ve seçilme işleminde Müslümanların davranışı, duruşu ve tercihi nasıl olmalıdır sorunudur.
Türkiye cumhuriyeti anayasasına göre demokratik laik sosyal bir hukuk devletidir. Bu devletin tebaası da %99 oranıyla Müslüman olarak ifade edilmektedir. İşte bu yapıdan hareketle ister %99 u teşkil eden yapı için, isterse bu yapının içerisinde bulunan sistem karşıtı tevhidi Müslümanlar için düşünelim, demokratik laik ya da laik demokrasi diyelim hiç fark etmez, demokrasinin laikliğin sistematik olduğu rejimde/devlette Müslümanlar seçme ve seçilme işlemine katılabilirler mi? Katılamazlar mı? Bu sorunun cevabı her cemaat önderi tarafından kendilerince verilmiştir. Her cemaatte buna göre hareket etmektedir. Bende bu sorunun cevabını kendimce bir Müslüman duyarlılığı içerisinde sade ve yalın bir şekilde genel bilgiler dahilinde bulmaya gayret edeceğim.
Seçmek genelde iradeli varlıkların yapabileceği bir işlem olmasına rağmen, iradesiz varlıklarda da görebiliyoruz. Yaylıma salınan bir hayvan, kovandan çıkan bir arı her otu yememekte her çiçeğe konmamaktadır. Hayvan bile yiyeceğinin, içeceğinin hatta yatacağı yerin iyiliğine kötülüğüne dikkat edebilmektedir. Buna ister içgüdü deyin isterse başka şey deyin, neticede bu da hayvanın bir seçimidir. İnsan dışındaki diğer yaratıklar arasında bu ve buna benzer seçim diyebileceğimiz bir takım ibret alacağımız vakalar olsa bile asıl konumuz iradeli varlıkların iradesiyle yapmaya çalıştıkları eylemlerden biri olan seçme ve seçilme işlemini nasıl olması gerektiğidir.
Seçme, herhangi bir şeyi bir şeyler arasından ayıklayarak ortaya çıkarmaktır. Ortaya çıkartılan şey, bir şeylerin arasından çıkartıldığı içinde değerli ve işe yarayan bir şey demektir. Seçme işlemini ilk olarak gerçekleştiren Allahu Teala da elçilerini insanlar arasından böyle seçmiştir. Allah’ın seçimi ile kulun seçimi, Allah’ın külli iradesiyle kulun cüzi iradesi elbette bir değildir. O’na iradesini nasıl ve ne şekilde kullandın diye hesap sorulamaz. Bu tür sorular kullara sorulacak sorulardır. Kullara düşen hayatın bütün alanlarında yapacakları seçimleri Allah’ın rızasına uygun olarak yapmaktır.
Seçim ya da seçmek iyi ile kötü, güzel ile çirkin, tatlı ile acı, temiz ile pis, hayır ile şer, helal ile haram kısacası hak ile batıl arasında irade kullanılarak zıtlıklar arasında yapılacak tercih işlemidir. Seçim, zıtlar arasında olmayıp aynı cinsler arasında olursa iyinin iyisi, acının acısı, temizin temizi, pisin pisi, hayrın hayırlısı, şerrin şerlisi, helalin daha helali, haramın daha haramı, hakkın daha hakkı batılın daha fazla batılını seçmek gibi bir seçim işlemi yapmış olursunuz. Böylesi bir seçime birileri ehven-i şer diyebilirlerse de Müslüman’ca bir yaklaşım değildir. Seçim, hayırla şerrin, hakla batılın arasında yapılacak bir işlemse ki öyledir. O zaman hakkın, hayrın, batılın şerrin, tarifi nedir gibi sorular ister istemez akla gelebilir. Hak, Allah(c.c),Allah’tan olan, Allah’a göre olan, Allah’ın emir ve buyrukları, bu emir ve buyruklara göre yaşamak ve yaşam tarzı oluşturmaktır. Batıl, Allah’a rağmen, Allah’sız olma, Allah’ı hayata müdahil kılmama, heva ve heves Allah’ın emir ve buyruklarını hesaba katmadan yaşamak ve yaşam tarzı oluşturmaktır. Hayır hakkın, şer de batılın birer parçalarıdırlar.
Hakkın dünyadaki tezahürü gönderdiği peygamberler ve onların temsil ettikleri dinler, genelde hak din İslam’dır. Batılın tezahürü ise kapitalizm, komünizm, demokrasi, laiklik, milliyetçilik gibi benzeri beşeri ideolojilerdir. İnsanoğlu tarih boyunca hep bu hak batıl ikilemi arasında gidip gelmiştir. İslam coğrafyası da içerisinde bulunduğumuz ülke dahil ne yazık ki batılın kuşatması altında demokrasi, laiklik, krallık gibi rejimlerle idare edilmekteler. Seçim ve onun aracı olan sandık üzerinden tercih yapma işlemine sözde demokrasi sahip çıkmaktadır. Sandık üzerinden tercih yapmanın/oy vermenin kendisi elbette kötü bir şey değildir, fakat o sandık üzerinden tercih yaptıran iradenin kimliği, rejimin yapısı önemlidir.
Hakkın/İslam’ın egemen/kuşatıcı, yönetim modeli olmadığı demokratik laik sistemlerde seçim amacıyla sandık başına giderek tercih/rey kullanmanın anlamı; mevcut rejimi benimsiyorum onunla bir sorunum yoktur. Milletvekili genel seçimlerinde seçilen milletvekilleri, ülkeyi demokratik laik hukuk kurallarına göre yönetmek adına, Anayasa, kanun çıkartsınlar kurallar koysunlar, mahalli idareler(belediye il genel meclisi ve muhtarlık) seçimleri ile seçilenlerde milletvekillerinin laik hukuk kurallarına göre çıkardığı kanunlara uygun olarak yerel yönetimleri idare etsinler. Cumhurbaşkanlığı seçim ile seçilen Cumhurbaşkanı da, laik hukuk kurallarına göre ülkeyi temsil etsin ve yetkilerini kullansın demektir. Laik demokratik sistemde seçilen Cumhurbaşkanı, milletvekili, belediye başkanı seçilenlerin laiklik standardında Müslüman olmaları o rejimi ve seçimi İslamileştiremez. Batıl olan, batılın kurallarıyla yönetilen herhangi bir devleti/rejimi faraza peygamber ve sahabeler bile yönetecek olsa o devlet ve rejim İslami olamaz. Tağuti küfür rejimi ve devleti olarak anılmaya devam eder. Aslı olan küfrün kurallarıyla/hukukuyla yönetmek değil, İslam’ın kurallarıyla/hukukuyla yönetmektir. Müslümanların iktidarı değil, İslam’ın iktidarı hedeflenmelidir.
Tağuti sistemlerde Müslümanlar yönetimi ele geçirip iktidar olunca o ülkede Allah’ın dini mi hakim olmuş oluyor. Tersine küfür ahkamı uygulanmaya devam ediyor. Üstelik küfür ahkamının tatbikatı Müslümanların eliyle yapılmaktadır. Halbuki Müslümanların sorumluluğu küfür ahkamıyla hükmetmek olmayıp, Allah’ın hükümleriyle hükmetmektir. Din Allah’ın oluncaya, fitne/küfür ortadan kalkıncaya kadar mücadeleye devam edilecek, din Allah’a has kılınacaktır.
“Müslümanlar, rejim her ne kadar laik tağuti rejimse de siyasete talip olan Müslüman siyasetçileri ve siyasi partileri destekleyip oy vermezsek, İslam’a açık düşman olan siyasiler ve siyasi partiler iş başına gelirler. O zaman İslami faaliyetler zarar görür. Müslüman siyasetçiler iyi niyetliler, onların gizli iyi hesapları vardır. Onlar takiyye yapıyorlar. Laik rejimi ve argümanlarını mecburen savunmak zorunda kalıyorlar “ gibi laflar üreterek niyet okumaktadırlar. Sözde Müslüman siyasetçilere ve siyasi partilerine birtakım mazeretler uydurmak suretiyle ehven-i şer mantığı geliştirmekteler.
Müslümanlar ve İslami faaliyetler zarar görmesinler fikri elbette doğrudur. Herhalde bu düşüncenin tersini savunacak hiçbir Müslüman yoktur. Allahuteala Müslümanlara ve dinlerine yardım edeceğini ancak kendine hakkıyla kulluk yapmak ve dosdoğru olmak şartıyla üzerine almıştır. Müslümanların görevi öncelikli olarak hak ve batılı birbirinden ayırarak, hakkın ölçüleri dahilinde Allah’a kul olmaktır. Batılın/tağutun daha da güçlenmesi için ona siyasi ve başka şekillerde destek vermemek gerekir. Bizler emrolunduğumuz gibi dosdoğru kullar olursak, Allahuteala tağuta/küfre fırsat vermeyip İslami faaliyetlerimize değişik kapılar açacaktır. İslami faaliyetler tağutların gölgesinde onlara sığınılarak değil, Allah’a teslim olunarak yapılmalıdır. Masumane görülebilen çeşitli mazeretlere sığınılarak tağuti sistemlerin çarkını döndürmeye çalışmayalım. O çark zaten dönüyor ve dönmeye devam edecektir. Bırakalım da onlar o çarkı kendileri döndürsünler.
Burada asıl karşı çıkılması gereken; çarkın belirlenmiş strateji ve yönüdür. Yani kıblesidir. Yönü/kıblesi yanlış olan çarkın elbette kendi de döndürülmesi de yanlıştır. Eğri ağacın doğru gölgesi olmadığı gibi, bozuk sistemin doğru icraatı olamaz. Demokratik laik sistemin çarkını döndürebilmek adına sistemin hamalları olmayalım. Zira; elimize İslam adına hiçbir şey geçmeyecek olsa bile, sistemin Müslümanlardan alıp götürdüklerini de hesaba katmak zorunda olmalıyız. Kazanmak sadece aldıklarımız değildir. Laik sistemin ve mensuplarının/küfrün kazanımları sizin kaybettiklerinizdir. Bir sistem kendine karşı olan unsurlara kendisini savunur hale getirebilmişse en büyük kazanımı o elde etmiş demektir. Şu anda laik küfür sistemini laiklik ve demokrasiyi sözde Müslümanlar hiçbir rahatsızlık duymadan savunabiliyorlar. Laik demokratik sistemin düşman unsurları siz sözde Müslümanlar, sizlerin hedefi demokrasiyi laikliği savunup yaşatmak mı? yoksa ona karşı durarak onu yok etmek mi? Kazanımlarınız böylemi olmalıydı?
Gerek demokratik laik rejimlerin, gerekse İslami/dini rejimlerin yansımaları olan devlet gücü muarızlarının eline geçerse, o güç muarızlarına kendisini benimsetip savunur hale getirmektedir. Siz o güce değil o güç size/mensuplarına egemen olmaktadır. Devleti ele geçirmekle ona hakim olamıyorsunuz, o size hakim olmaktadır. Bir şeyi ele geçirmek ister istemez onu benimsemeyi de beraberinde getirmektedir. Örnek vermek gerekirse; Bir zamanların milli görüş düşüncesi devleti ele geçirerek İslami değişim yapacağına inanmaktaydı. Gerek milli görüşün kendisi deyin, gerekse sahtesi deyin adına ne derseniz deyiniz zihniyet aynıdır hiç fark etmez. Geldikleri nokta bellidir. Devleti a’ dan z’ye ele geçirdiler değişim yapacaklardı, kendileri değişime uğradılar. Devleti İslam devleti yapacaklardı birde baktık ki kendileri demokratik laik Müslüman oluvermişler. Nasıl bir Müslümanlık modeli ise onu da bilmiyoruz. Laik Türkiye Cumhuriyetini İslam devleti yapmak isteyenler bu fikirlerinden vazgeçtikleri gibi İslam coğrafyasında devletini İslam devleti yapma gayreti içerisinde olanları da bu fikirlerinden vazgeçirerek demokratik laik devletler olma yönünde telkinlerde bulunabildiler. İslam coğrafyasında demokrasinin laikliğin ağabeyliğine soyundular.
Laiklik ve demokrasiyi benimseme, benimsetme ve ihraç etme misyonunu dış güçlerin emriyle yapmaktadırlar diye kendilerini biraz kurtarmaya çalışsak biliyorum ki ona da kızacaklar ve diyecekler ki; biz dış güçlerin emriyle hareket emiyoruz, biz demokrasinin laikliğin erdemine ve gerekliliğine inandığımız için samimiyetle, ihlasla bu işi benimseme, benimsetme ve ihraç etme görevini üstlendik, bundan da hiçbir rahatsızlık duymuyoruz diyeceklerdirler. Dini ya da gayri dini olsun hiç fark etmez, hangi rejimin devleti olursa olsun o tılsımlı devlet gücü ona talip olanı, onun içerisine gireni, onu idare etmeye kalkanı teslim alır, ona hakim olur, benimsetir ve mensubiyet/aidiyet hissi verir. Müslümanların İslami rejimlerin devletine talip olması, benimsemesi bir kazançtır, ibadettir ve doğru bir işlemdir.
Müslümanların gayri dini laik demokratik rejimlerin devletine talip olmaları, benimsemeleri kayıptır, yanlıştır, haramdır ve Allah’ın rızasına uygun değildir. Göreceli olarak bir takım menfaatler(başörtüsü, imam hatipler, Kur’an kursları ve diğerleri) elde edilmiş olabilir. Laik devleti ele geçirip İslam devleti yapmak isteyenler, devletin o tılsımlı cazibeli gücüne öyle teslim oldular ve benimsediler ki; kendilerini sözde İslami cemaat diye lanse eden yıllarca ortaklık yaptıkları bir gruba paralel devlet diyebildiler. Bu cemaat gurubunun masum olmadığını, dış bağlantılı olduğunu feraset sahibi tevhidi düşünen Müslümanlar bilmekte ve dillendirmekteydiler. Daha da ileri gidilerek 28 Şubat zihniyetinin Müslümanlara reva gördüğü irtica yaftasının bir başka benzerini ileride bütün Müslüman cemaatleri de kapsayacak şekilde” devlete sızmak maksadıyla legal görünümlü illegal örgütler” adıyla suç unsuru oluşturup, anayasal olmadığını ve kaldırılması gerektiğini belirttikleri sözde Milli Güvenlik kurulunun kırmızı kitabına hüküm olarak koydular. Devletin demokratik laik olmasını hiç sorun etmeksizin, devletin paraleli maraleli olamaz, devlet devlettir, neyle nasıl yönetilirse yönetilsin o tektir, eşi, benzeri, ortağı yoktur, onun tek sahibi bizleriz. Gibi söylemler ve eylemler geliştirilerek Allah’ın dininde gösteremedikleri ihlası tevhidi devlette gösterebildiler.
Halbuki biz Müslümanlar eşi, benzeri, ortağı olmayan tek olanın Allah olduğuna, bu inanç sisteminin de tevhidi düşünce sistemi olduğunu biliyor ve inanıyorduk, meğer bizim bilmediğimiz eşi, benzeri, ortağı olmayan tek olan birtakım varlıklar da varmış. İşte demokratik laik rejimin devletine talip olan, benimseyen onu ele geçiren Müslümanların gelebileceği en vahim sonuç işte budur. Devlette tevhid, şirksiz devlet inancı devleti kutsamanın onu ilahlaştırmanın adıdır. Birileri diyor ve demeye devam edecekler ki; siyasete ve devlete bigane kalanlar dış güçlerin oyununa geliyorlar, kendi ülkemizin yönetimine neden ilgisiz kalalım, böyle şey olur mu? O zaman devlet dairelerinde de çalışmayalım, çalışmakta doğrudan destek değil midir. Müslümanlar Tağuti laik sistemlerde siyasete dahil olmasınlar, oy vermesinler fikri elbette ki son zamanların söylemidir.
Türkiye’de çok partili hayata geçildiği günden bu yana bu ülkenin sözde Müslüman insanları laik siyasetin içerisinde olmuşlar ve oy/rey vermişlerdir. Daha da ileri gidilerek oy namustur, oyuna sahip çık ki namusuna sahip çıkmış olasın bilincine eriştiler ve eriştirildiler. Böylesi derin demokrasi bilincini ne yazık ki Müslüman halka sözde Müslüman siyasetçiler ve partileri aşıladılar. Müslümanlara aşılanması gereken bilinç demokrasi, laiklik ve laik siyasete oy vermek suretiyle katılım olmamalıydı. Aşılanması gereken bilinç din, kulluk, Tağut ve demokrasinin, laikliğin, milliyetçiliğin, kapitalizmin, sosyalizmin birer Tağuti/küfür sistemleri olduğu, bunlara karşı çıkılması ve reddedilmesi gerektiği bilinci olmalıydı. Oy vermemeyi teşvik edenler dış güçlerin oyununa geliyorlar diyenlere sormak lazım; Bu ülkenin insanları bunca yıldır sözde Müslümanların kurdukları siyasal partilere oy vere geldiler İslam adına değişen bir şey oldu mu? Oy vermenizin sonucunda bu ülkeye İslam şeriatı mı egemen oldu? Tersine şeriatın gereksizliği, bu çağda şeriatın gelemeyeceği, gelse de uygulanamayacağı, Kur’an da Allah’ın şeriatı Müslümanlara öngörmediği, demokrasinin ve laikliğin en güzel yönetim biçimi olduğu, İslam’a ters olmadığı, İslam’ın en güzel bir şekilde yaşanabileceği bir sistem olduğu, laikliğin İslam’ın sigortası olduğu bilinci sözde Müslüman siyasilerin, kurdukları partilerin ve onlara oyları ile destek verenlerin eliyle oluşturuldu. Bu siyasi bilinç bununla da kalmayıp o malum siyasetçilerin gayretleriyle uluslar arası boyutlara taşınarak Mısır ve diğer İslam coğrafyasına ihraç edilmeye çalışıldı. “ Korkmayınız. Ürkmeyiniz anayasalarınıza demokrasiyi laikliği yerleştiriniz, bunlar kötü şeyler değildir. İslam’a ters değildir. İslam’a ters olmadığını her platformda sizlere izah edebilirim tartışmaya varım “ noktalarına kadar ileri gidildi. Kendi ülkenizin insanlarına demokrasiyi laikliği cici gösterip sevdirdiniz. İslam coğrafyasına bari sevdirmeye kalkmayınız. Ülkenizde küfrünüze amin dedirtmeyi başardınız, İslam coğrafyasını da küfrünüze alet etmeyiniz. İşte laik demokratik sistemlerde siyasi parti kurmanın ve ona oy vermek suretiyle destek olmanın Müslümanları getireceği nokta burasıdır.
Siyaset marifetiyle kazanan, demokrasi laiklik, kaybeden Müslümanlar ve İslam olmuştur. Türkiye’de ve İslam coğrafyasında laikliğin demokrasinin uygulamaları laikler tarafından yapıldığı zaman kabul görmedi ve benimsenmedi. Ne zaman sözde Müslümanlar tarafından uygulandıysa kabul gördü ve benimsendi. Laikler Müslümanlara ne kadar teşekkür etseler azdır. Onlarda öyle nankörler ki teşekkür etmeyi bırakın, laikliği sözde Müslümanlara kaptırdık diye kıskanıyorlar çekemiyorlar. Demokrasi ve laiklik dininin mensupları da sözde Müslümanlar gibi samimi değiller. Eğer samimi olmuş olsalardı bir başka dinin mensupları kendi dinlerinin ilke ve kurallarını terk ederek dinimizin ilke ve kurallarını benimsemişler ve dinimizin değerlerini yüceltmekteler ve korumaktalar. Hatta dinimizi öyle benimsemişler ki demokrasinin laikliğin İslam coğrafyasına model olabileceğini göstermişler, bununla da kalınmayıp sistemin ihracına bile başlamışlardır diyerek mutluluktan dört köşe olmaları gerekirken sözde Müslüman demokrat ve laikleri çekemiyorlar.
Ne garip insanoğlu ki neyin hayırlı, neyin hayırsız olduğunu bile fark edemiyor. Kendi demokratik laik onurlarının(öyle bir onur varsa) bir başka din mensuplarının eliyle yüceltilmesine karşı çıkabilmektedir. Bir zamanlar meşhur ve merhum bir siyasetçi “ bizim parti milli ve emperyalizme karşı bir partidir bundan dolayı Mustafa Kemal yeniden dünyaya gelmiş olsa mutlaka bizim partili olurdu ” şeklinde söylemlerde bulunurdu. Aslında Mustafa Kemal o merhum siyasetçinin partisinden ziyade günümüzde sözde Müslümanların destekleriyle güçlü bir şekilde ayakta duran muhafazakâr, demokrat ve laik partiyi benimser ve kaydını o partiye yaptırırdı. Mustafa Kemal yeniden dünyaya gelmiş olsa akıllı/kurnaz birisi olduğu için çağdaş laikler gibi davranmaz, kıskançlık duymazdı. Bravo, demokrasinin ve laikliğin bir zamanlar düşmanı olan Müslümanlar, baskıyla, cebirle, yıldırmayla, öldürmeyle demokrasiyi laikliği biz sizlere sizin kadar benimsetememiştik, görüyorum ki sizler bu halka yani kendinize sevdirerek, sindirerek benimsetmişsiniz. Cumhuriyeti ve devrimleri biz kurduk siz Müslümanlar yaşatacaksınız, yaşatıyorsunuz sağ olun var olun diyecektir.
Laikliğin demokrasinin bayraktarlığını yapmakta olan sözde Müslümanların peygamberi de faraza dünyaya geri dönmüş olsa, ümmetin, ümmetin ulemasının ve umerasının batılın/tağutun baniliğini yaptıklarını görünce onlara ne derdi acaba? Mustafa Kemal gibi Müslümanların sözde torunlarına teşekkür edemezdi. Çünkü; Onun dini/İslam zelil duruma getirilmiş, yürürlükten kaldırılmış, adeta hayatı boyunca mücadele etmiş olduğu şirk yeniden hortlamış egemen olmuştur. Bu hazin manzara karşısında O aziz peygamber üzüntüsünden kahrolarak dünyaya geldiği yere sessiz bir şekilde mahcubiyet içerisinde geri döner giderdi herhalde.
Laik demokratik sistemlerde uygulanmakta olan seçim sistemleri, faraza, herkesin, her kesimin siyasi parti kurmalarına izin vermiş olsa, yani İslam/şeriat partisi de kurulmuş olsa, yapılacak seçimler sonucunda iktidara gelebilecek olan partiler de inandıkları ideolojinin hukuk sistemiyle birlikte iktidar olunabileceğine müsaade edilmiş olsa, İslam/şeriat partisi de ülkeyi İslam şeriatıyla yönetmeye talip olmuş olsa, işte o zaman böylesi bir seçime katılacak olan İslam/şeriat partisine oy vermeyin elbette denilemez. Bu tür bir seçim doğrudan hak ve batılın seçimidir. Hak ve batılın yarışında/seçiminde Müslümanların İslam şeriat partisine oy vermeleri ve her türlü destekte bulunmaları ibadet hükmünde kabul edilir. Faraziyeler farklıdır, gerçekler daha farklıdırlar.
Hiçbir kurulu düzen ister demokratik laik olsun, ister İslam/şeriat sistemi olsun kendi hukuk kurallarının çerçevesi dışında seçim yapılmasına ve iktidar oluşumuna izin vermezler. Demokratik laik rejimlerde Müslümanların siyasi parti kurmaları onların partilerini İslami parti kılmıyorsa, İslami rejimlerde de laik demokratların parti kurmaları onların partilerini laik demokrat kılmaz. İslami rejimde İslami kurallar çerçevesinde siyasi parti kuranların ve siyasi partiye oy verenlerin laik ve demokratlık iddiaları ne kadar anlamsız ve geçersiz ise, tersi laik demokratik rejimde, laik demokratik kurallar çerçevesinde siyasal parti kuranların ve o partiye oy verenlerin İslam/şeriat iddiaları da o kadar anlamsız ve geçersizdir.
Demokratik laik sistemler vatandaşlarının seçimlere katılmasını, siyasal partilere oy vermelerini seçimlere katılımın fazla olmasını istemektedirler. Vatandaşların belli zamanlarda sandık başına giderek rey/oy kullanmaları meşruiyetin kaynağı olarak görülmektedir. Siyasal partilerin şahsında rejime güvenoyu tazelenmiş olmaktadır. Seçme seçilme işlemleri demokratik laik sistemlerde olduğu gibi İslami rejimlerde de yapılmakta olup, onlarda aynı algıları hissetmektedirler. Oy/rey verme işlemi demokratik laik devletlerde güvenoyu olarak, İslami/şer’i devletlerde de biat/bağlılık/ güven olarak algılanmaktadır. Demokratik laik devletin egemenliği altında yaşayan, gönüllü ve istekle oy/rey kullanan Müslümanlar o rejime/devlete güvenoyu vermiş ve biat etmişlerdir. Her ne kadar birtakım sol güruh biat kültürü, biatçılar diye Müslüman kesimi aşağılamış olsalar da kendileri de aşağıladıkları o kültürün bir başka versiyonunu sandık marifetiyle yapmaktadırlar. Boğa güreşlerinde kırmızı renge tepki veren boğalar gibi onlar da biatı İslami bir kavram olarak kabul edip karşı çıkmaktadırlar. İslam devletinde yapılan biat, Müslümanların Allah adına, Allah için birilerine veya devlete bağlılıklarını ve sadakatlarını ifade emek ve bildirmek için yapılır.
Demokratik laik rejimlerde/devletlerde Müslümanların seçim yoluyla yapmış oldukları biat ise; vatandaş olarak demokrasiyi laikliği benimsiyorum, onların hukuk sistemiyle (kanunları ve diğer nizamlarıyla) idare edilmekten memnunum, güvenimi ve desteğimi oy/rey vermek suretiyle tazeliyorum, demokrasiye ve laikliğe hizmet edecek siyasi partileri ve onların temsilcilerini seçiyorum demektedir. Güven duymak, biat etmek Allah’a ve onun yolunda olanlara olur. Müslümanlar Allah’tan ve onun yolunda olanlardan başkasına güven duyamaz, biat edemezler. Güven duymak, biat etmek mevcut demokratik laik rejimi/devleti her şeyi ile kabul edip tanımaktır. Böyle bir duruma düşmek Müslüman için zillet değil de acaba nedir? Seçim meydanlarında “ zillet değil millet “ diyenler daha ne kadar zilletin içerisinde debelenmeye devam edeceklerdirler? İzzete talip olmayanlar zilletin pençesinden asla kurtulamayacaklardırlar.
Zaman zaman halisane duygular besleyerek, bizleri yönetenler dine, imana açık düşman olan siyasi partiler ve onların mensupları olacağına, en azından dine, imana düşman olmayan siyasi partiler ve onların mensupları olsun bakış açısının etkisi altında kalarak siyasete ve siyasi partilere sıcak bakıp, seçen ve seçilen konumunda bulunulmuş olunsa bile bu yanlışlarımızda, günahlarımızda ısrarcı olmamamız gerekir. Herhangi bir hususta doğruyu gösterebilmek için mutlaka doğru istikamet üzere olmamız esastır. Temsilde ve tebliği de ideal olanda elbette böyledir. Yermeye çalıştığımız bu tür yanlışlara, hatalara geçmişimizde ve halimizde düşmüş olmamız yanlışın, hatanın doğru olduğunu göstermez. Doğruları anlatmamıza da mani olmamalıdır. Hatanın neresinden dönülürse dönülsün kardır-kazançtır. Doğru bildiğimiz yanlışlardan vazgeçilerek tövbe kuralına göre hareket edilmelidir. Doğru Allah’tan neşet eder, doğru yolu O gösterir. Doğru yola kul/insan kendi iradesiyle girer veya girmez.
Sözün özünü sonsöz olarak ifade etmemiz gerekirse; Asıl seçimi ülkelerinin rejimlerini hakka ve batıla göre oluşturanlar, ona göre dizayn edenler yapmışlardır. Daha açık ifadeyle söyleyecek olursak; Laik Türkiye Cumhuriyetinin seçimini Mustafa Kemal, Müslümanların seçimimi de Muhammed Mustafa yapmıştır. Muhammed Mustafa’nın seçim sünnetine tabi olması gerekenler, Muhtemelen Mustafaları karıştırmış olmalılar ki kemal Mustafa’nın seçim sünnetini benimsemişlerdir. Keşke karıştırmış olsalar, karıştırmış olanlar elbet bir gün gerçeğe ulaşırlar. Sapıtanlar, direnenler asla. Onlardan sonra gelenler onların seçtiklerini sandık başına giderek oy/rey vermek suretiyle tasdik etmektedirler. Oy vermek marifetiyle seçim yaptıklarını sananlar herhangi bir şeyi seçmiş değiller, sadece mevcudu ve onun ortaya koymuş olduğu iradeyi onaylamışlardır.
Gerek hakka, gerekse batıla dayanan, ona göre oluşturulan rejimler kuruldukları günden itibaren seçimlerini yapmışlar ve seçimler bitmiştir. Halkın sandık marifetiyle tercih/oy/rey kullanmaları mevcut hak batıl rejimlere/devletlere biat edip güvenoyu vermekten başka bir şey değildir. Batıla/küfre/tağuta göre oluşturulmuş rejimlerde/devletlerde yaşamakta olan Müslümanların, sandık başına giderek verdikleri oyun/reyin nereye verildiğini ve ne anlama geldiğini bu tesbitler ışığında değerlendirmeleri gerekmez mi? Gereklikten de öte adeta bir sorumluluktur. Küfre, batıla, tağuta biat etmek, güvenoyu vermek, onu tanımak ameli bir günah mı dır, itikadi bir sapmamıdır, iyi düşünülerek karar verilmelidir.
Allah, ayaklarımızla beraber ellerimizin, kalplerimizle birlikte beyinlerimizin/irademizin kaymasına müsaade etmesin.