Ömer TÜMER

02 Mart 2015

KUŞATMA

İçerisinde yaşamaya mecbur bırakıldığımız mevcut rejim %99’u Müslüman olan tebasını okullarıyla, camileriyle, askeri ve sivil kurumlarıyla öylesine kuşatmış ki, onlarda böylesi bir kuşatılmayı beklercesine, özlercesine bağırlarını açıp teslim olmuşlardır.

%99’u Müslüman olduğu söylenen bu insanlar ister babanız, ananız, amcanız, kardeşiniz, halanız, teyzeniz, yeğeniniz, ister diğer yakınlarınız, ister komşularınız isterse çok sevdiğiniz dostlarınız olsunlar, ne hikmetse elimizden dilimizden geldiğince anlatmaya, göstermeye çalışıyoruz ve diyoruz ki; bu devlet bizlere ecdadımızın miras olarak bıraktığı,  içerisinde yaşamaya mecbur kaldığımızülkenin devleti/rejimi olsa dahi İslamideğildir. Ona mesafeli olalım, benimsemeyelim,  karşı duralım, bizim karşı duruşumuz kinimizden hasedimizden değil sadece ve sadece İslam’a göre bakış açımızdan, bir mümin duyarlılığından başka bir şey değildir diye defalarca anlatmamıza rağmen devletin/rejimin yanında yer almaya devam ediyorlar. Kabul etmek istemedikleri gibi bir de sizi vatan haini olmakla suçlamaktalar. Neden kabulde zorlanıyoruz?Çünkü ya reddini istediğimiz şeyin ne olduğunu tam bilmiyor ve anlatamıyoruz ya da reddini istediğimiz şeyi empoze edenler kendilerini bu insanlara daha iyi anlatabilmişlerdir veya İslam adına reddini istediğimiz şey insanların hevasına hoş, menfaatlerine uygun gelmektedir.

“Bizim ülkemiz, devletimiz… Savunmamız, benimsememiz gerekirken karşımı olalım? Herkes devletiyle, milletiyle, ülkesiyle ve bayrağı ile yani milli değerleriyle elbette gurur duyar. Başka uluslar bu tür değerlerine nasıl sahip çıkıyorlarsa bizlerde sahip çıkmalıyız” gibi sözlerin dile getirilmesi bu değerlerin nerede neyi ifade ve temsil ettikleri bilinmediğinden dolayı söylenen sözlerdir. Onlar nlamasalar da biz anlatmaya devam edeceğiz ve diyoruz ki: Bir devlet/ rejim Allah’a rağmen, onu hesaba katmadan, onu hayatın her alanına müdahil kılmadan ve O’nun dinini/hukukunu bir hayat tarzı haline getirmiyorsa rotasını/kıblesini batıya çevirmişse, ideolojisi beşerin/insanın heva ve hevesinden oluşturulmuş, harama, helale, günaha, sevaba yer vermeyen bir ideoloji ise böylesi bir ideolojiye göre dizayn edilmiş devleti/rejimi sözde Müslüman yöneticiler temsil ediyor ve yönetiyor olsa dahi o devlet/rejim ve ülkesi İslami değildir. Müslümanlar böyle bir rejimi destekleyemez, benimseyemez ve sahiplenemez. Devlet Allah’ın koyduğu hükümlere göre yönetilirse onu yönetenler de Allah’ın hükümlerine göre yönetirlerse, ülke/vatan, millet, bayrak gibi değerler milli değerler olmaktan çıkarlar. Allah’ın boyası ile boyanmış, Allah’ın dinine göre şekillenip dizayn edilmiş olurlar. İşte o zaman Müslümanlar da cahiliyenin milli değer kabul ettiklerini ümmetin değerleri olarak kabul ederler, benimser ve desteklerler.

“Devlet ayrı, rejim ayrı şeylerdir, biz rejimi değil devleti destekliyoruz. Devleti dine karşı olanlar yöneteceğine dine karşı olmayan Müslümanlar yönetsinler istiyoruz” gibi düşünceler geliştirmek yanlıştır. İslami de değildir. İslami olmayan, Allah’a rağmen, Allah’a göre olmayan küfür ahkamıyla yönetilen bir devletin yönetimini Müslümanların üstlenmesi de İslami değildir. Müslümanlar yönetimine talip olacakları devleti Allah’ın hükümleriyle yönetmelidirler. Allah’ın hükümlerine göre yönetme imkanı bulunamıyorsa Allah’ın hükümlerine göre devleti oluşturmak için mücadele edilmelidir. Devlet İslamileştirilmeden yönetimine talip olunamaz. Olunursa Allah’ın hükümleriyle hükmetmemiş olursunuz. Müslümanlar gerek ferdi gerekse devlet hayatlarında Allah’ın hükümleriyle hükmetmekle mükelleftirler. İslam fıkhına göre namazı, orucu terk etmek günah; zina etmek, içki içmek haram oluyor da, Allah’ın hükümleriyle hükmetmemek, Allah’ın hükümleriyle hükmedecek devleti oluşturmak için cihadı terk etmek neden günah olmuyor?Kur’ani bakışla bakılacak olursa Allah’ın hükümleriyle hükmetmemek ve cihadı terk etmek haramların günahların en büyüğüdür. Maalesef namaza, niyaza ve tesbihata verdiğimiz önem kadar Allah’ın dininin hükümlerini yeryüzünde hakim kılmak için gayret göstermemekteyiz. Elimize sopa alalım ve sokaklara dökülelim demiyoruz. Müslümansanız, Allah’ın dininin hükümlerinin egemen olmasını istiyorsanız, onun karşısında olan, ondan olmayan her türlü güce, kuruma kişiye ve sembollere karşı davranışlarınızın nasıl olması gerektiğini belirleyin, tavrınızı koyun kiböylelikle karşı düşünce oluşturulsun istiyoruz.     

Ülkede egemen durumda olan mevcut rejim/devlet halkı kurulduğu günden beri öylesine kuşatmış ki halk da bunca yılların etkisiyle laik devleti/rejimi ne yazık ki benimsemiştir. Osmanlının enkazı üzerine kurulan laik cumhuriyet/devlet/rejim kuşatmayı öncelikli olarak kıblesini/yönünü batıya çevirmekle yapmış olup arkasından din adına ne kadar müessese varsa onları kaldırmıştır. Dinsizlik/laiklik adına yapmış olduğu her türlü icraatı da anayasal ve yasal güvenceye almıştır. Direnen halkın ve önderlerinin direncini kırabilmek için de despotik uygulamalar içerisine girmiştir. Despotik uygulamaları meşru hale getirebilmek için de bir takım sözde mahkemeler icat etmiştir. Kuşatma laik cumhuriyete/devlete/rejime geçişle birlikte başlamış olup toplumu ve devleti dönüştürmek adına hala devam etmektedir. Laik cumhuriyet/devlet/rejim kendisini halka benimsetebilmek için devrimlerin diri, canlı kalabilmesi adına kuşatmayı sürekli yapmaktadır. Kuşatmayı güncele indirgeyerek izaha çalışacak olursak;

1-Laik rejim kendisini halka daha iyi kabul ettirebilmek için oluşturmuş olduğu  kuşatma çemberine göre devrimlerin canlı kalabilmesi ve unutulmaması adına milli bayramlar, günler ve geceler ihdas etmiştir. Bu gün ve geceler yılın belli günlerinde her yıl yapılmaktadır. Bu etkinliklere devlet erkanını, sivil ve askeri okulları katılmaya mecbur etmiştir. Bu mecburiyetten ötürü yapılan etkinliklere bu kurumlar katılmaktadır.

Herhangi bir eylemi, davranışı istemeyerek yapmış olsanız dahi uzun süre tekrar edilmesi sonucunda o fiili benimser hale dönüşürsünüz. Bu nedenle laikrejim/devlet milli bayram, gün ve gece etkinliklerine halkın katılımını sağlayarak her yıl sürekli yapmak suretiyle kendisini halka kabul ettirmek ve halkı dönüştürmeyi hedeflemektedir. İslami olsun gayri İslami olsun her çağdaş ulus devletin sahip olduğu bayrak ve istiklal marşları vardır. Bu varoluş devlet olmanın gereği olarak kabul edilmiş olsa bile bayrağı, sancağı ve vatan toprağını öperek başüstüne koymak, istiklal marşını okurken ve dinlerken bir heykelin huzurunda ayakta tazim ederek okumak ve dinlemek devlete/rejime bağlılığın en yüksek zirvesi olup, bu değerleri kutsayarak ilahlaştırmaktır.

Hal bu ki Kuddüs/kutsal olan Allah’tır. Ondan başkası kutsanamaz, ululanamaz ve ilahlaştırılamaz. Bu ülkenin vatandaşı olup ta okulunda, camisinde, kışlasında, devlet dairelerinde isteyerek ya da istemeyerek bu kutsama ve kuşatmanın kapsama alanına girmeyen hiçbir kimse herhalde yoktur. Hiç olmazsa istekle ve zevkle kutsama ve kuşatma alanına girmemek gerekir. Çocuklarımız ilkokula, ortaokula, liseye ve yüksekokula gidiyorlar, okul hayatları son bulunca askerlik için kışlaya, kışla hayatı bitince de devlet dairelerinde ve özel sektörde işe girmektedirler. Eğitim öğretim ve çalışma hayatı süresince milli bayram ve kurtuluş günleri için çelenk sunma ve çeşitli etkinlikler, diploma/ kep törenleri, yemin törenleri ve bunların açılışı/fatihası yerine koydukları büyük duaları istiklal marşıyla kutsama ve kuşatma hayatın başlangıcından sonuna kadar devam etmektedir. Hatta bu kutsama ve kuşatmanın hayatın eğitim öğretim hayatı ile de sınırlı kalmayıp sivil hayata da yansımalarını görebilmekteyiz. Sokakta yürürken herhangi bir okulda veya resmi bir kurumda okunan istiklal marşının sesini duyduğunuz anda ayakta tazim ederek put gibi durmanız gerekmektedir. Aksi halde toplum gözünde horlanır, devlet nezdinde cezalandırılırsınız ve vatan haini olarak damgalanırsınız. Bu ülkede yaşayanların bu kutsama ve kuşatmadan etkilenmemeleri her ne kadar kaçınılmaz olsa da, Müslüman velilere çok iş düşmektedir. “Oğlum, kızım okula gidiyor bayramda görev almış etkinlikleri var, okulunu bitirdi diploma/kep töreni var, oğlum askere gitti yemin töreni var, hayatlarında bir defa olmaktadır, onların bayram etkinliklerine, diploma/kep törenlerine hiç katılmamak olur mu? Diğer ana babalar çocuklarını yalınız bırakmıyorlar, bizim çocuklarımızın boyunları bükük mü kalsın, onlara başarıları için moral destek vermeyelim mi? Bizim amacımız bayrama, bayram için yapılan etkinliğe/şenliğe destek vermek, coşku sağlamak değil ya, sadece çocuklarımızın başarılarını görmek onların hatırını hoş edebilmektir” gibi sözlere sığınılarak öğrenci velileri ve asker ana babaları bu tür etkinliklere maalesef bir hayli masraflara katlanarak iştahla ve zevkle katılmaktadırlar. Hoş edilmesi gereken hatır çocuklarımızın hatırı değil Allah’ın hatırı olmalıdır. En büyük hatır Allah’ın hatırıdır. Müslüman öğrenciler, askerler ve onların ana babaları bu bilince eriştirilmeli ki ana babadan İslami olmayan sistemin kurumlarının etkinlik ve törenlerine katılım beklememeli, ana baba da katılmak istememelidirler. Bu laik rejimin/devletin kuruluş günlerinde ona karşı direnen Müslümanlar düşman olma adına, değil törenlerine katılmayı onların mekteplerini gavur mektebi olarak kabul etmekteydiler. Onların torunları günümüzün Müslümanları rejimin kendine ve okullarına karşı olmayı bırakın, etkinliklerine, törenlerine benim devletim/rejimim diye sahiplenerek balıklama katılmaktadırlar. Nereden nereye geldiğimizin en iyi göstergesi bu değil midir? Laik rejime/devlete gavur/küfür diyebilmek tesbit açısından o günde doğru idi, bugünde doğrudur. Gavur/küfür diye adlandırdığımız rejime Müslümanca karşı duruşu Müslüman öğrencisiyle, askeriyle ve velisi ile sergilemeliyiz. Laik/küfür rejimin/devletin milli değer olarak kabul ettikleri temel dinamikleri devlet ve vatanseverlik adına Müslümanlar sahiplenmemelidirler.         

2­-Laik rejimin/devletin okullar, kışlalar ve devlet daireleri dışında birde dini alanda kuşatması söz konusudur. Rejim kurulduğu günden bu yana Müslüman tipinin, Müslümanlık anlayışının, Müslüman din adamının nasıl olacağını belirlemek üzere laiklik ekseninde Diyanet İşleri Başkanlığı adı altında bir teşkilat oluşturmuştur. Halkı Müslüman olan bu ülkede din alanında yapılmak istenilen kuşatma oldukça önemlidir. Dinin insanlar üzerindeki tesir ve ikna gücü kalıcı ve kolaydır. Bundan dolayıdır ki tarih boyunca bütün meşru olmayan güçler kendilerine meşruiyet sağlamak için dini ve din adamlarını kullanmışlardır. Dini ve din adamlarını yanına alan ve kontrol edebilen yönetimler hep uzun ömürlü olabilmişlerdir. Laik bir rejimde esas olan dinin ve dini kurumların olmaması iken laik Türkiye Cumhuriyetini kuran irade kurumsallaşmış siyasal islamı kaldırarak yerine laik devletin güdümünde kontrol edebileceği, meşruiyetine destek olacak genel idareye bağlı bir dini idari birim oluşturmuştur. Bu birim eliyle İslam’ın ve Müslümanların laik/seküler dönüşümü sağlanmaktadır. Bu kurum laik rejim/devlet adına vatandaşların din anlayışlarını, din adamlarının dine bakışlarını, cami ve mescitlerin fonksiyonlarını ve bakımlarını, ezan, beş vakit namaz, Cuma namazı, oruç, teravih namazı, hac işlemleri, bayram namazları gibi birtakım ritüelleri milli değerler ekseninde sevk ve idare etmekle görevlendirilmiştir. Allah’a göre, Allah’ın belirlediği çerçevede olması gereken Kur’an, peygamber ve İslam inancının olması gerektiği gibi değil de laik rejimin/devletin belirlediği, istediği gibi olması için çalışmaktadır. Laik rejim/devlet bu kuşatmayı Diyanet İşleri Başkanlığının dev kadrosu ve kurumları eliyle yapmaktadır. Laik milli değerler camilerde Cuma hutbelerinde empoze edilmektedir. Cuma hutbelerinde ve özel bayram ve kandil günlerinde devlete, millete ve askere dualar edilerek methiyeler dizilmektedir. Müslümanların dini bayram günlerine bile resmi sıfat verilerek idarenin başkanlığında bayram kutlamalarına coşku ve katılım sağlayabilmek için vaazlarda ve hutbelerde imamlar, vaazlar ve müftüler tarafından telkinler yapılmaktadır. Müslümanların dini- sivil bayram kutlamalarına resmiyet verilerek halkın katılımı sağlanmakta, halkla devlet sözde dinin birleştirici çimentosu ile kaynaşmaktadırlar. Ramazan ayında laik devletin kendisini halka şirin gösterebilmesi adına dini hava verilerek Kaymakam,Vali ve diğer üst yetkililer tarafından ilçe, il müftüleri ve diyanet işleri başkanının da tağut adına katkılarıyla ve dualarıyla verilen pahalı iftar yemekleri de aynı kaynaşma mantığının birer ürünüdürler. Din Allah’ın dini olarak değil de milli ve laik bir din olarak anlatılmaktadır. Laik rejimin/devletin imamları kuşatması öylesine etkilidir ki; devlete, millete ve milli değerler adına hutbede yapmış olduğu övgü ve duaların laik küfür rejiminin adına yapıldığının farkında bile değildirler. Yapmış olduğu övgü ve duaların vahameti  kendilerine anlatıldığında bile devletin İslam devleti, yöneticilerinin de Müslüman olduklarını savunabilmektedirler. Laik rejimin devletini Müslüman görünümlü insanlar yönetmemiş olsaydı bu ülkenin imamı, müftüsü ve sıradan vatandaşı bu düşünceye sahip olmayacaktı. Müslüman görünümlü insanların devleti yönetmesi Müslüman halk katında seküler laik devleti/rejimi İslami bir konuma getirmiştir. Müslümanların küfür ahkamıyla hükmetmesi/yönetmesi küfrü küfür olmaktan çıkarmaz. Bilakis onları fasık, kafir durumuna iter. Biz Müslümanlar Allah isterse kafirlerin yardımlarıyla bile dinini hakim kılar diye biliyor ve inanıyorken maalesef Müslümanların eliyle, yardımlarıyla küfür Türkiye de hakim olmuş,  kendisine Müslümanlar nezdinde meşruiyet sağlamıştır. Allah Müslümanlardan küfre karşı koymalarını isterken onlar küfürle iç içe olmayı, küfürleşmeyi istemektedirler. “Laik rejimi/devleti Müslüman insanlar yönetmemiş olsaydı başörtüsü, Kur’an kursları, imam hatipler gibi birtakım İslami kazanımlar olmazdı ve baskılar devam ederdi” diyeceklerin tezlerini de elbette biliyorum. Eziyet, sıkıntı, baskı elbette insana ağır gelebilecek şeylerdir. Laik sistem kendi varlığına zarar vermeyecek birtakım İslami kazanımları (kur’an kursları, imam-hatipler, başörtüsü v.b.) verirken kendi kazanımlarını öncelikli olarak gözetmektedir. Sistemin en büyük kazanımı potansiyel düşmanı olan Müslümanlara birtakım kazanımlar vermek suretiyle varlığını tanımalarını gerçekleştirmiş ve kendi düşman unsurlarını bertaraf etmiştir. Küfür laik rejim/devlet %99 u Müslüman olan bu ülke halkına kendisini benimsetmiş, halk da onu meşru yönetim olarak tanımıştır. Bu ülkede yaşayan sözde Müslümanların küfür laik rejimle/devletle maalesef herhangi bir sorunu yoktur. Sözde bu Müslüman halkla bu laik rejim/devlet birbirlerinden razı olarak hoşnut bir şekilde geçinip gitmektedirler. “Küfre rıza küfürdür” ilkesini “küfre rıza imandandır” ilkesi haline dönüştürmüşlerdir. Tarihin hiçbir döneminde Müslümanlar küfürle bu kadar dost olmamışlar, iç içe girmemişler hep düşman olmuşlar, düşman kalmışlardır. Allah’ın gönderdiği bütün peygamberler bizden daha hassas davranarak İslam’ın ve İslami değerlerin onuruna sahip çıkmışlar, düşmanlarının vermiş olduğu ulufelere aldanarak onlardan görünmemişler, onları benimsememişler, tanımamışlar, biraz küfrün birazda dinin ahkamıyla ortaklaşa hükmedelim, devleti yönetelim dememişlerdir. Sizin dininiz size, bizim dinimiz de bize diyerek küfre karşı durmuşlardır. Bu onurlu duruşun sonunda işkence, zulüm ve boykotlara maruz kalmışlar, kolay bir hayatın değil zor bir hayatın içerisinde kendilerini bulmuşlardır. Peki uğruna göz yaşı döktüğünüz, şefaatini umduğunuz, çok çok sevdiğiniz ve örnek aldığınız  peygamberler neden kendileri ve tabileri için kolay ve rahat bir hayat sağlamak adına çağdaşı olan sistemlerin ve yöneticilerinin tekliflerini kabul etmeyerek işkenceyi ve zor hayatı tercih etmişlerdir? Zor hayatı tercih etmek elbette Allah’ın bir emri değil ama Allah’ın emrini hakkıyla yerine getirebilmek için zor hayat kaçınılmaz bir yoldur. Küfre karşı durmak, onu tanımamak, onu yok etmek hakka dayalı bir hayat nizamı kurmak Allah’ın emri, bu uğurda işkenceye, çileye, zora ve zor hayata katlanmak da peygamberlerin fiili sünneti iken sözde alim ve Müslüman geçinen,  sünneti ağızlarından hiç bırakmayanlar rahat ve kolay bir hayat için peygamberlerin bu fiili sünnetini görmezden gelmişlerdir. Onlar için sünnet; sakal, sarık, cübbe, takke, tesbih ve güzel kokudan ibarettir.                      

3-Devlet bürokrasisindeki kuşatma: Milli bayram vediğer anma günlerinde taşrada Atatürk anıtlarına çelenk sunma, istiklal marşı törenleri; merkezde devlet erkanı ile birlikte anıt kabir ziyareti ve mozoleye çelenk sunma, istiklal marşı törenleri, ölüm ve yas günlerinde sirenlerin çalınmasıyla hayatın durdurulması daha sonra istek ve dualarda bulunmak, TSK’nın gövde gösterileri ve bu törenlere halkın katılımını sağlamak, pahalı şatafatlı resepsiyon ve kokteyller düzenleyerek seçkinlerin katılımını sağlamak... Her türlü bürokratik ve siyasi atama ve yer değiştirmelerde görkemli törenler icra etmek gibi birtakım kuşatmalar mevcuttur. Cumhuriyetle birlikte oluşan bu anma ve kutlama gelenekleri Meclisinden tutun da en alt kamu kurumlarında bile sürekli uygulanmaktadır. Devlet bürokrasisini ele geçirmek marifetiyle lslami sistemi getirmek iddiasında bulunan sözde Müslümanlara sormak lazım bunca yıldır iktidar gücü elinizde olmasına rağmen bu putçu geleneğin neresini değiştirip İslamlaştırdınız? Bilakis kendilerinizi putlaştırmak suretiyle laik sistemin kendisi oldunuz. Laik devleti öylesine benimsediniz ki devletin paraleli maraleli olmaz diyerek devlete şirk koşturmadınız. Bunca yıldır yaptığınız tek şey laik küfür sistemine muhafazakar kimlik giydirerek ülkenin Müslüman insanlarına onu kabullendirmenizdir. Hem kuşatıldınız hem de kuşattınız.  Sistemi ele geçirerek İslamileştirme iddianız boşa çıkmasına rağmen hala ısrar etmektesiniz. Hiç olmazsa Müslümanların önünde barikat olmayınız yeter.                    

Bu ülkede yaşamakta olup müslümanım diyen insanlar, bu gayri İslami rejim/devlet sizin dininizi yürürlükten kaldırarak kendi laik küfür sistemini kurdu ve sizleri buna itaate çağırmaktadır. Ne olur bunun farkına vararak Allah’ın rızasını hatrını gözetin, çocuklarınızın rızasını ve hatrını dikkate almayın. Allah’ın hatrı çocuklarınızın ve kendi hatrınızdan üstündür. Onların rızasına hatrına laik küfür rejiminin milli bayramlarına, milli değerlerine, çocuklarınızın katılmak zorunda kaldıkları etkinlik, şenlik, diploma kep törenlerine ve askerdeki çocuklarınızın yemin törenlerine katılmayınız. Sizi düşman sayan sizin düşmanınız olan gayri İslami rejimin/devletin size karşı yapmış olduğu devrimlerin kutlamalarına, şenliklerine, etkinliklerine ve onların coşkularına katılmayalım, onların gücüne güç katmayalım. Bu katılımlar dini bayram kutlamaları da olsa, iftar yemekleri de olsa, bunları tertipleyenler laik devleti/rejimi yöneten sözde Müslümanlarda olsa katılmak İslami değildir. “Benim niyetim onlara güç katmak değil, bir ben katılmasam ne olur?” demeyiniz. Siz katılmazsanız bir ben olarak sorumluluğunuzdan kurtulmuş olursunuz. Yarın Allah’ın huzuruna da bir ben olarak varacaksınız ve hesaba çekileceksiniz. Hesaba çekilmezden evvel kendinizi hesaba çekiniz. Laik küfür sisteminin kuşatmasından elden geldiğince korunalım, kuşatılmaya istekli olup hemen bağrımızı açıp teslim olmayalım. Zorunlu kuşatılmanın da farkına varalım ondan da kurtulmanın yollarını arayalım. Özellikle Diyanet işleri teşkilatı mensupları, imamlar, ilahiyatçılar laik küfür rejimi ile olan ilişkilerinizi Allah’ın dinine göre oluşturunuz. En azından kuşatılıyor olsanız bile sizler kuşatan olmayınız. Rejimi/devleti içtenlikle samimiyetle benimsemeyiniz, benimsetmeyiniz. Sistemin adeta kendisi olmayınız. Sizin sorumluluğunuz kadar vebalinizde elbette büyük olacaktır. Çerçevesini laik küfür rejiminin/devletinin çizdiği din Allah’ın dini olamaz. Dinin çerçevesini Allah belirler. Allah’ın dinine inanır ve ona göre yaşarsanız peygamberin varisleri olursunuz. Tağuti rejimin/devletin dinine inanır ve yaşarsanız onların peygamberlerinin varisleri olursunuz. Tercih ve davranışlarınızı ona göre belirlemesiniz. Allah’ın dininin müminleri, laik küfür sistemin dininin de münafıkları olmaya gayret gösteriniz.     

Bu ülkede yaşayıp da biz de müslümanız iddiasında bulunan büyüğü ile küçüğü ile herkesi inancının/dininin dünyasını oluşturmak için duyarlılığa ve gayrete çağırıyorum. İslami hayatın dışındaki herhangi bir hayat sistemi/ideoloji karşıtlarını kendisine katılıma çağırır ve katılımı sağlamak için baskı uygularken, Müslüman karşıtlar o sisteme katılmamak için neden direnç göstermezler. Halbuki LA İLAHE İLLALLAH diyen hem Müslüman olur hem de İslam’dan başka her şeye/sisteme karşı direnen birisi olur, eğer direnme karşı koyma fiili oluşmamışsa herkes konumunu gözden geçirmelidir.

Allah’ım sen bize kendini, ilahları ve hayır demeyi öğrettin ama biz ilahlara hayır sana evet diyemedik, sen bizleri affet!