Coşkun UZUN
DİNİ BİRLEMEKTEN DİLİ BİRLEMEYE!
Yeryüzündeki bütün insanlar; Türkçe konuşsalar, hattâ döktürseler ve adeta bülbül gibi şakısalar, sahih, Tevhidî bir Allah ve din anlayışı olmadıktan sonra kimin işine yarar bu Allah aşkına?
Bizler bugün, kişi ve kurumların putlaştırılıp sistem ve düzenlerin ilâhlaştırıldığı, ahlâksızlığın, dünyevîleşme ve bireyselleşmenin tüm boyutlarıyla aramızda kol gezdiği, modern câhiliyye ortamında yaşıyoruz. Ve etrafımızı saran bu çirkefliklerin içinden de tek başına çıkmamız mümkün değil.
Dolayısıyla insanlığın adeta içinde yüzmekte olduğu ve özellikle kendi coğrafyamızdaki toplum bünyesinde var olan şerlerin Hayra, batılların Hakka, şirklerin Tevhid’e, isyanların İtaat ve İbadete tebdil olması, zulümat ve karanlıkların, Nurun aydınlığıyla değişip dönüşmesi için bütün gücüyle çalışacak bir kardeşlik ve dayanışma ortamına ve bu ortamı oluşturmaya şiddetle ihtiyacımız var. Küresel güçlerin, İslâmı
İslâmî mücadele, tebliğ ve davet yeryüzünün her neresinde bulunursa bulunsun, Müslüman olan kadın ve erkek, yaşlı ve genç herkesin omuzlarına yüklenen Kur’anî, Peygamberî, Şer’i bir tekliftir. Ve bu mücadele sathı, Müslümanların hepsinin kurmuş oldukları ilk cephelerinin adıdır.
Coğrafyamızda hemen her birimizin yakînen şahit olduğumuz ve çok açık bir şekilde küresel güçler tarafından tezgâhlanıp yerli işbirlikçiler ve buna müsait olan çevreler yardımı ile kotarıldığı izlenimini veren, kimi gizemli eller yardımıyla yerleştirilmeye çalışan uluslar arası bir islamizasyon (Allah(cc)’ın Dini İslâm’ın içinin boşaltılması, İslâmlaşmanın, dine yönelişin, Kur’an ve Sünnet’le buluşmanın engellenmesi, sahte bir din ve dindarlık “Amerikancı–ılımlı İslâm” oluşturulması) politikasına işaret etmeye, bu konuya ilişkin düşüncelerimizi ifade etmeye çalışacağız.
"Pek muhterem Papa cenapları” diye başlayan ve “Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazi yardımlarımızı sunmak için size geldik.” Şeklinde devam eden hitaplar daha ortada yokken;
ATV, SHOW TV veya KANAL D gibi televizyon kanallarından birisinde, şimdi yurt dışında olan, Yahudi çocuklarına ağlamasıyla bilinen bir Hoca Efendi, canlı yayında stüdyoda kendisine sorulan sorulara cevap verirken siyasi düşüncelerine, eğitime ve okullara dair konuştuğu bir zeminde; “Biz alfabe birliğinin, dil birliğinin peşindeyiz, İran İslâmı’nın(!) önüne geçmek için varız” gibi talihsiz ifadeler kullanmıştı. Bu bir dil sürçmesi veya beyin sürçmesi falan değildi tabii ki. Net bir biçimde fakat şimdilerde daha belirginleşen ve açıkça anlaşılan, o günlerdeki amaç ve hedeflerin açıklanmasıydı. Ama bunu o günkü ortamda ve o günkü tecrübesiyle, kısmen de acemilikle ekranlardan söyleyiverişti. Bu gözler bunu gördü ve maalesef bu kulaklar da bunu duydu.
O günlerden bu yana içeride ve dışarıda çok şey değişti. Köprünün altından çok sular aktı. Atı alanlar Üsküdar’ı geçtiler. Türk Okulları, Kolejler, Dünyaya Açılan Barış Köprüleri, Olimpiyatlar, Türk Yürüyüşleri, Yarışmalar, Hizmetler, Dinler(!)arası Diyaloglar, İbrahimî Dinler, Hoşgörü Sempozyumları, Sır Kapıları, Üçüncü-Beşinci Boyutlar, Barış Elçileri, Türkî Cumhuriyetler, Sevgi Dili, Türkçe Coşkusu, Ağabeyler, Ablalar, Işık Evleri, Diyaloğun Meyveleri…vs...
İnsanlar İslamlaşmakla emrolunmuşlardır, Türkleşmekle, Araplaşmakla değil. Dolayısıyla dünyanın dört bir yanında insanların Türkçe konuşmaları, eğitim almaları, şarkı/türkü ezberleyip söylemeleri, bazı Türk büyüklerini(!), ünlülerini bilip tanımaları övünülecek bir meziyet veya kabiliyet değildir İslamî duyarlılık veya kulluk açısından.
Müslümanın önceliği Allah’ın dinine hizmet etmek ve bu dininin kendisine yüklediği inşa ve ihya edici, kardeşlik misyonuna sahip çıkmaktır. Ve bu kardeşliğin unsurları içerisinde, konuşma dilinin benzer diller ya da ayrı diller olması hakkında en küçük bir işaret yoktur. Önemli olan insanların Dünya ve Ahiret mutlulukları için dinin emir ve yasaklarına uymaları, Allah’ı razı etmek için, bir ömür boyu ibadet ve kulluk ekseninde yer alıp insanlığa irşad ve hizmette bulunabilmeleridir.
Alfabe birliği ve dilin yaygınlaştırılması için çalışmak; bir bakıma, diğer dilleri konuşan insanları ümmet kardeşliğinin yetimleri haline getirmektir. Dilinden ve ırkından dolayı Kürtler (uygulana gelen yanlış politikalar ve anlayışlar yüzünden, itilerek kakılarak) zaten İslam ümmetinin, özellikle bu coğrafyadaki yetimleri ve boynu bükükleri olarak kalmışlardır. İnsanlık ve Ümmet, hem de Müslümanlar eliyle daha fazla yetim bırakılmaya zorlanmamalıdır.
Birilerinin; Alparslan Türkeş’e bile rahmet okutacak kadar Türkçülük yapması, üstelik bunu Müslümanların imkanlarını kullanarak ve Müslümanların eliyle ve hizmet şemsiyesi altında, memlekete, dine/dile/türkçeye hizmet adını vererek, ülkenin tanıtım hamlesi yanılgısıyla (maskesiyle) yapması, doğrusu imanî değerlerimiz açısından kolaylıkla hazmedilebilecek bir şey değildir.
“Dil”e değil “Din”e hizmet etmekle emrolunmuştur müslümanlar. Yoksa yanılıyor muyuz?
Dil’e hizmeti Din’e hizmet saymak veya sanmak ihanet değilse bile en hafifinden gaflettir. İnsanlardan dilin boyunduruğuna girmek, diğer dillere üstün ve yaygın olmaya çalışmak için değil, Din’in özgürleştirdiği ümmet potasında erimeye, dillerimizin farklılığını zenginlik bilip, anlaşmaya vesile kılmamızı istemektedir Rabbimiz.
Eğer Araplar, Acemler, Afganlar, Çeçenler, Malaylar, Kürtler, Boşnaklar vb. dillerinin yaygınlaştırılması için her birisi, yüz küsur ülkede hizmet için okullar açsalar, örgütlenmeler yapsalar, bunu ne derece kabul edebiliriz, ne kadar doğrudur? Yoksa bu yapılanmalara girişen dillerin sahibi olan ülkelerle dil konusu yüzünden ümmetin geri kalanları, çekişme, rekabet ve çatışmaya, savaşa mı tutuşacaklar? Ne kadar saçma ve boş işler bunlar değil mi?
Kötü ve çirkin olan her yerde ve herkes için kötüdür. Kişilere göre değişmez. Başkaları yaptığı zaman asla kabul edemeyeceğimiz, Emperyalist taşeronlukla itham edeceğimiz bir iş ve eylemi içimizden birileri yaptığında sahiplenmek ve dört elle sarılmak, sevinip mutlu olmak, ancak cehalet veya hamasetle açıklanabilir.
Dilin başka dünya dillerine ve coğrafyalarına yayılmasını, sevilmesini, tahakkümünü istemek ve ona hizmet etmek dindarlık da değildir, dine hizmet de değildir. Olsa olsa “dildarlık”tır, “dildaşlık”tır. Başka bir ifadeyle kültür/dil emperyalistliği peşinde olmaktır, ama bilerek ve isteyerek, ama farkında olmadan, durum değişmez.
Müslümanlar dildaş olmaya, aynı dili konuşuyor olmaya zerre kadar önem veremezler. Dindar-Dindaş olmaya bakarlar. Çünkü İslam öğretisinde esas olan; akide ve iman bağıdır, din kardeşliğidir. Bunun dışında herhangi bir bağ ve kardeşlik aramak veya o bağları önemseyip övmek, kutsamak, yasaklanmıştır. Bu uğurda çaba harcamak Allah nezdinde, yanlıştır, değersizdir, batıldır.
Cahiliyeden kalma bağlarını atıp, sadece akide ve iman bağı ile bağlanan ve Din kardeşi olanlara ne mutlu ki; başka batıl kardeşliklerin ve bağların etkisinde kalmamış, sahte kutsallara ram olmamışlardır.
İbadet dilinin orijinalliği bir zenginliktir. Her ümmet, kavim farklı dilleri konuşsalar da Kur’an’ın orijinal/aslî diliyle ibadette birleşiyorlar zaten. Ve Kitabımız Kur’an’da ifade edildiği üzere insanlar anlaşmaları için kavim kavim ve farklılıklarla yaratılmışlardır. İnsanların dillerinin bir olmasını arzu etmiş olsaydı Rabbimiz; hepimizi tek bir ırktan, renkten, dilden, kavimden ve hatta coğrafyadan da yaratabilirdi pekâla. Ama öyle yapmadı. Dolayısıyla başka bir dili bilip anlamak ve konuşmak başka şeydir, o dilin diğer coğrafyalarda egemen veya eğitim dili olması için uğraşmak ise bambaşka bir şeydir.
Dildarlık ve alfabe birliğinin peşinden koşmak belki bu dünyada, en azından şimdiki konjonktürde para ediyor gibi gelse de birilerine, asıl para edecek şey o değildir. Ahiretin ve dünyanın esas geçer akçesi dindir, dindarlıktır. Din birliğidir, dil birliği veya dil olimpiyatı değildir. Akide ve iman kardeşliğidir asıl olan. Dil birliği şu fani dünyadan bir karış öteye götürmez kimseyi. Fakat Din birliği öylemidir? Herkesin bildiği gibi, insanlar; dillerinden değil dinlerinden hesaba çekileceklerdir.
Aslında bu konuya, uluslar arası güç/şer odaklarınca Müslüman coğrafyalara tezgahlanan dolaplar açısından bakıldığında, ABD Emperyalizminin ve İsrail Siyonizminin insanları (Müslümanları) tek tipleştirme çabalarının bir ürünü olduğu açıkça görülebiliyor. İnsanların Amerikancı / Ilıman / Light İslam anlayışına kanalize edilmesinin bir başka düzlemde ve başka kulvarlarda tezgâhlanıp kotarılmış taktiği ve kirli oyunu olarak görülebilmektedir. Ne var ki bazı müslüman çevreler, gurup ve cemaatler bu kirli tezgâhta kullanılmaktadır.
Bir dilin (hangi dil olursa olsun) insanlar arasında köprü işlevi görmesini beklemek yanlıştır. Köprü ve bağlaç işlevi, kaynaştırma, tanıştırma ve kardeş kılma, bir arada tutma ve doğruya-hakka ulaştırma işlevi sadece ve sadece Dine, imana, inanç ve akideye aittir.
Evet dil ile ülkelerin, ürünlerin, tarihin, medeniyetlerin reklâmı, tanıtım ve pazarlaması mümkündür olabilir. Fakat bu tanıtılan şey din değildir dildir. Dinin reklâma ve pazarlanmaya ihtiyacı yoktur. Din ancak tebliğ edilir, insanlar dinin diriltici, aydınlık mesajına davet edilerek çağrılırlar. Kabul edenler Müslüman olurlar ve her iki dünyalarını da kurtarırlar.
İslam’ı kabul eden insanlardan, dinleriyle beraber dillerini de değiştirmelerini bekleyemeyeceğimize, isteyemeyeceğimize göre; biz ne diye insanları dil birliğine çağırıyoruz ki? Neden dile ve ırka dair etkinlik, yürüyüş, bayram ve olimpiyatlar tertip ediyor ve bunun (sözde) başarılarıyla övünüp şişiniyoruz ki?
Sadece ve sadece Dinde birleşmeye, Dini, Kitabı, Peygamberi ve Allah’ı birlemeye çağırmalı değil miyiz? Müslümanlar arasında Vahdeti sağladıktan sonra; insanlar farklı dillere sahip olsalar ne olur aynı dili konuşsalar ne fark eder? İnsanların; Allah inançları, Peygamber tasavvurları, Kitapları, teslim oldukları dinler farklı olduktan sonra aynı dili konuşsalar ne var konuşmasalar ne fark eder?
Sahih Tevhidî bir imana sahip olduktan sonra, insanların hangi dili konuştuklarının Allah(cc) katında veya aramızda ne önemi var ki? Ya da kime zararı var bu farklı dillerin?
Bütün yeryüzündeki insanlar; Türkçe konuşsalar, hatta döktürseler ve adeta bülbül gibi şakısalar, sahih bir Allah ve din anlayışı olmadıktan sonra kimin işine yarar bu Allah aşkına?
Sahi aklıma geldi ve merak ediyorum; acaba bu Türk/Türkçe okulları hangi ülkelerde yok ve niye yok? Açmadık mı, açamadık mı, açtırmadılar mı? Aklınıza bir iki ülke ismi geliyor mu sizin de?
Yoksa bu alfabe ve dil birliği tuzağı ve kandırmacası sayesinde; Emperyalizm’e, Siyonizm’e, Kapitalizme, Sosyalizme ve izimlerin her çeşidine karşı durmayı imanî ilke edinen, ümmetin muvahhid, tavizsiz direnç noktalarına ve direniş güçlerine karşı bir mücadele içine mi giriyor birileri?
Zulmün, Küfrün ve Şirkin her türlüsüne, Tağut ve Tuğyanın her çeşidine meydan okuyan Tevhidî İslâmî bilincin önüne set çekilmeye mi çalışılıyor?
Nereye doğru yol alıyoruz? Bu işlerle faydamız kime, zararımız kimlere? İslam’ın ılımanlaştırılmasına mı destek oluyoruz? Uluslararası emperyalist güçlerinin coğrafyamızda veya dünyada yapacakları operasyon ve işgallerin önünü mü açıyoruz? Amerikancı İslam anlayışının; dinin Hıristiyanlaştırılması, caminin kiliseleştirilmesi, Müslümanların papazlaştırılması entrikalarının dümen suyuna mı gidiyor, Allah ve Kitap düşmanlarının ekmeğine yağ mı sürüyoruz? Yoksa kardeşkanının katillerine çanak mı tutmuş oluyoruz? Ne diyorsunuz?
Mahalle, sokak, apartman, kapı komşularımızı, arkadaşlarımızı, akrabalarımızı, bizim gibi düşünmeyen diğer İslâmî yapı ve cemaatleri es geçerek, küçümseyerek, yok sayarak; Atlantik ve Okyanus ötesindeki diğer insanlarla barış köprüleri kurmaya, kardeşlik arayışına ve diyaloğa gidersek, Allah(cc)’ın dinini emperyalistlerin istek ve çıkarları doğrultusunda eğip bükersek bunun hesabını Rabbimize veremeyiz.
Rabbim bizleri değişmeyen, dönüşmeyen, tavizsiz ve ilkeli durmaya çalışan, kardeşlerine kardeşçe, Allah(cc)’ın dininin düşmanlarına da düşmanca davranan, muvahhidlerden eylesin!