Emrullah AYAN

08 Aralık 2020

DÜNYA HAYATI VE MUTTAKİLER

“ Dünya hayatı, oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Âhiret yurdu ise muttakîler için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız? “ (En’âm:32)

İslâm akîdesinin temel meselelerinden biri de Âhiret yurdundaki diriliş, hesap ve ceza ile mükafaat meselesidir. İslâm’ın getirdiği inancın gereği budur. Bu ilahlık vahdaniyetinden hemen sonra gelen İslâmî akîdenin bir dayanağıdır. Bu dinin akîdesi ve düşüncesiyle, ahlâk ve davranışıyla, şeriat ve nizamıyla ancak kendisi ve kendisiyle kâim olduğu bir esastır. 

Kur’ân-ı Kerîm’de buyrulduğu gibi Allah’ın kemale erdirdiği, mü’minlere verdiği nimeti onunla tamamladığı ve kendilerine din olarak seçtiği bu din; hakikati açısından mükemmel bir hayat nizamı, kuruluşu açısından da uyumlu ve dört başı mamur bir yapıdır. Bu dinin itikâdî düşüncesi, bu dinin ahlâkî değerleri ve yönetimle ilgili kanunlarıyla tam bir uyum ve mükemmellik içindedir. Ve bunların hepsi de ilahlık ve Âhiret hayatı hakikatlerinde ifadesini bularak bir tek esasa dayanmaktadır. 

İslâm’a göre hayat, ne bir ferdin, ne bir insan neslinin ve ne de bütün insanlığın sadece bu dünyadaki ömürlerini temsil eden şu kısacık, sınırlı ve görünen dönemden ibaretir. Çünkü İslâm’a göre hayat, Âhiret yurdunu hesaptan çıkarıp ona inanmayan kimselerin yaşadığı, eğlendiği ve tattığı şu kısacık dönemle asla kıyaslanamayacak kadar daha uzun, geniş, derin ve çeşitlidir. Zaman bakımından uzun, ufukları daha geniş, daha derin âlemlere kök salmış ve hakikatte de çok çeşitlidir. 

Mü’min bu hayatın kalkınması, enerji ve güç kaynaklarının kullanılması için çalışan ve bunu ilâhî hilafetin bir gereği sayarak yapan kimsedir. Çünkü o bu işiyle şerre, fesad ve zulme karşı savaşan kimsedir. Çünkü o bu işiyle Âhiret’e hazırlanmaktadır. Dünyanın Âhiret tarlası olduğunu, Âhiret’e giden yolun dünyadan geçtiğini ve dünyanın küçük, önemsiz ama Âhiret’te kavuşulacak büyük nimetin basamağı olan ilâhî bir nimet olduğunu bilmektedir.  

Dünyanın değeri Allah’ın şaşmaz terazisine göre Âhiret’in değeri yanında sadece bir oyun ve eğlencedir:

 Dünya hayatı, oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Âhiret yurdu ise muttakîler için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız? “ 

İşte dünya hayatının da Âhiret yurdunun da Allah’ın şaşmaz terazisindeki değerleri budur. Bu küçük gezegende geçecek her an, Âhiret’in ebedi sonsuz ve geniş mülküyle kıyaslandığında kesinlikle başka türlü olamaz. Yine bu dünyada yapılan kulluk faaliyetinin değeri bile büyük Âhiret âleminin erişilmez ciddiyetiyle kıyaslandığında oyun ve eğlenceden başka bir şey olamaz. Bu tartışma götürmez mutlak bir değerlendirmedir. Ama İslâm düşüncesine göre bu değerlendirme; dünya hayatını ihmal etmeye veya onu bir kenara itmeye yahut ondan kopuk bir hayat yaşamaya kesinlikle neden olmaz. Sonra özellikle kimi tasavvuf ve zühd hareketlerinde söz konusu olan bu türden ihmal, kopukluk veya uzlet anlayışı, kesinlikle İslâmî düşünceden kaynaklanıyor değildir. Çünkü bu durum İslâm âlemine, kilise mistisizminden, fars felsefesinden ve kimi malum grek damgalı işrâkî felsefelerden geçmiştir. 

İslâm düşüncesini, en mükemmel biçimiyle yaşayan en büyük örnek sahabe nesli, ne uzletçi ne de hayattan kopuk kimselerdi. 

Bu sahabe nesli ki, hem kendilerine iğvâ ve vesvese veren şeytanı hem de o gün için etraflarında bulunan egemen yeryüzü düzenlerini yenmişlerdir. Kula kul olmaya dayalı imparatorlukları yıkmışlardır. 

Sahabe nesli ki, hayatın içinde bunca faaliyetlerde bulunup bunca büyük eserler gerçekleştirmek suretiyle Âhiret’e yönelik işler yapmış ve böylece Allah’ın terazisinde ağırlığa uygun olarak dünya hayatının gerçek değerini kavramıştır. Bu hayatı pek çok canlı yönleriyle büyük bir dinamizm ve coşkun bir enerjiyle yaşamışlardır.

Onlar, işte dünya hayatı ve Âhiret yurduna ilişkin bu Rabbânî değerlendirmelerinden dolayı, dünyaya asla köle olmadılar. Dünya onlara değil, onlar dünyaya bindi. Onlar dünyayı hizmetkâr yaptılar. Ama Allah için ve Allah’ın hâkimiyeti için râm kıldılar dünyayı.

Hilafetin gereğine uygun olarak ilâhî halifeliği yerine getirdiler. Dünyayı imar edip ıslah ettiler. Ama bu hilafetleriyle onlar sadece Allah’ın rızasını arıyorlardı. Âhiret yurdunu umuyorlardı. Bundan dolayı da dünya halkını dünyadayken geride bıraktılar. Sonra Âhiret’te de aynı şekilde onları geri bırakmış oldular. 

İslâm nizamındaki her tür ayrıntıya Âhiret hayatına iman açısından bakılabilir. Âhiret hayatının düşünceye bahşettiği güzellik, yücelik ve enginlik açısından, ahlâka verdiği üstünlük, arılık ve hoşgörü bakımından hak ve takvâ konusundaki sıkı tavsiyelerden ve insânî faaliyetlere bahşettiği samimiyet, güven ve düzenlilik zaviyesinden bakılabilir. İşte bütün bunlardan dolayı Âhiret’e kesin bir şekilde inanılmadan İslâmî bir hayatın istikamet bulmasına imkan yoktur. Ve işte Kur’ân-ı Kerîm’de Âhiret gerçeğine ilişkin olarak sık sık uyarı yapılmasının nedeni de budur.