Emrullah AYAN
24 Mart 2021
MÜ'MİNLER BOŞ ŞEYLERDEN YÜZ ÇEVİRİRLER
“İnsanların hesap verme günü yaklaşmıştır. Ama onlar (bu dünyada hesap gününe hazırlık yapmaktan) gafil ve uzak bir halde yaşamaktadırlar. Rablerinden kendilerine yeni gelen hiçbir zikir (âyet) yoktur ki, bunu eğlenedururlarken dinlemiş olmasınlar.” (Enbiya: 1, 2)"İnsanların hesap verme günleri yaklaştı." Yani, Mahşer Günü yaklaştı. Burada insanlar, Rablerinin huzuruna çıkarılıp amellerinin hesabını verecekleri günün uzak olmadığı söylenerek uyarılmaktadırlar. Hz. Muhammed'in (S) peygamber olarak gelişi insanlığın tarihinin büyük bir bölümünün geride kaldığını gösteriyordu. Peygamber (S) de iki parmağını bitiştirip aynı noktaya temas etmiştir: "Ben bu iki parmağın birbirine bitiştiği gibi kıyamet gününe bitişik bir zamanda gönderildim.” Bununla Allah'ın Rasûlu (S) şöyle demek istiyordu: "Benimle kıyamet günü arasında başka bir peygamber gelmeyecek. Bu nedenle halinizi şimdi düzeltin, çünkü benden sonra müjdeleyen ve uyaran bir rehber gelmeyecektir."Âyetteki giriş, gafilleri kuvvetle sarsan bir giriştir. Hesaplaşma zamanı yaklaştığı halde gaflet içinde yüzüyorlar. Âyetler gözlerinin önüne serildiği halde doğru yola sırt çeviriyorlar. Durum oldukça ciddidir. Ama onlar ne durumun ne de tehlikenin farkındadırlar. Kur'an’ın inen her bölümü kendilerine okundukça, eğlenerek alaya alarak karşılıyorlar. Oynayarak, şakalaşarak dinliyorlar Kur'anı… "Kalpleri oyundadır." Oysa kalpler düşünme, ölçüp-biçme ve etraflıca ele alma işlevini yerine getirirler.Bu, ciddiyetten habersiz, boş ruhların tablosudur. Bunlar en tehlikeli anlarda bile işi eğlenceye verirler Ciddi olunması gereken yerlerde şaka yaparlar. Kutsal yerlerde laubali hareketler yaparlar. Kendilerine gelmiş bulunan uyarıcı kitap "Rabb'lerinden" geldiği halde, şaka ve oyun ile karşılıyorlar. Ne bir vakar ne de bir kutsallık... Ciddiyetten, önem verme duygusundan, kutsallıktan yoksun bir ruh, tutarsız, çorak ve dejenere olmuş bir ruhtur. Bir sorumluluk alamaz, bir görevi yerine getiremez, bir yükümlülük üstlenemez. İçindeki hayat basit, önemsiz ve uyuşuk bir hayattır! Kutsal şeyleri alaya alan laubali ruh, hasta bir ruhtur. Laubalilik sorumluluk duygusunun tersidir. Sorumluluk duygusu güçtür, ciddiliktir, bilinçtir. Laubalilik ise, bilincin kaybolmasıdır, bunaklıktır. Kur'an-ı Kerim'in tanıttığı bu kelimeler, bir hayat nizamı, bir hareket metodu, insanlar arası ilişkileri düzenleyen bir kanun olarak Kur'an âyetlerini, oynayarak, eğlenerek karşılıyorlardı. Hesaplaşma gününün yaklaşmasına aldırış etmiyorlardı.Bunlara benzer kimseler her çağda bulunur. Çünkü insan ruhu ciddilik, önemseme ve kutsallık duygularından yoksun oldu mu, Kur'anın çizdiği bu hastalıklı duruma düşer. Hayatı bir eğlenceye, eyleme, boş bir oyalanmaya dönüşür. Ne bir hedefi ne de bir dayanağı olur! Öte taraftan mü'minler, gönülleri dünya ve içindeki zevklerden uzaklaştıran, onlara bu geçici nimetleri unutturan bu âyetleri büyük bir ilgiyle karşılıyorlardı. Canlı, algılayabilen ve etkilenen kalplerle, ölü, kilitli ve uyuşuk kalpler arasındaki fark budur. Bu kalpler ölmüşlüğünü eğlenceyle örter, uyuşukluğunu laubalilikle gizler. Uyarıdan etkilenmezler. Çünkü hayat unsurlarından yoksundurlar.Mü’min bir kalp; eğlenceyle, safsata ve boş işlerle oyalanmayacak kadar meşguldür. Yine mü’min bir kalp; boş söz, boş iş, boşuna özen ve yararsız anlayışlardan ve düşüncelerden uzak bir meşguliyet içerisindedir. Çünkü inanmış bir kalp, Allah’ın zikri ve azametinin tasavvuruyla, nefis ve ufuklardaki âyetlerinin tefekkürüyle meşguldür. Çünkü kâinatın her bir manzarası, aklı etkilemeye, düşünceyi meşgul etmeye ve vicdanı harekete geçirmeye yetip artmaktadır. Akidenin getirdiği sorumluluklar, bir başka meşguliyettir. Bunun gereği olarak kalbi arındırmak, nefsi tezkiye etmek ve ruhu arıtmak sorumluluğu, davranışlara ilişkin sorumluluklar, imanın gerektirdiği yüce konumu muhafaza etme sorumluluğu, Emr-i bi’l-Maruf ve Nehy-i ani’l-Münker görevi, hayatın saplantı ve fesattan korunmasına ilişkin yükümlülükler, akidenin korunmasına, yardımına, yüceltilmesine ve düşmana karşı bekçiliğinin yapılmasına ilişkin olarak cihad yapma sorumluluğu...Görülüyor ki, tükenmez ve mü’minin gaflette kalmasına izin vermez nitelikte pek çok görev ve sorumluluklar söz konusudur. Bunların her biri ya farz-ı ayn, ya da farz-ı kifâyedir. Bütün bu görevler, sınırlı beşer gücünü, ömür ve cehdini meşgul etmeye yetecek kadar çoktur. İnsan; ömür ve gücünü, ya hayatın ıslah, kalkınma ve iyileşmesi yolunda harcayacak ya da safsata, boş iş ve eğlence yollarında tüketecektir. Bir mü’min yeteneklerini, akidesinin gereği olarak ıslah, onarım ve kalkınma yolunda kullanmak zorundadır.Akide ortamı, hiç şüphesiz çalışma ve çabalama ortamıdır. Aynı zamanda korku ve ürperti ortamıdır. Bu, gerçekten ciddiyet ve çabalama isteyen bir konumdur. Ama insanlar bu konumun ve bunun öneminin farkında değiller.Umumiyet ifade eden ve işaretleri bütün zamanlarda açık seçik bulunabilen bu âyet-i kerime, bazı tip insanları tanıtmaktadır. Nitekim dün Mekke’deki davet ortamında, yani âyetin indiği ortamda da bu tür insanlar bulunuyordu bugün de… Boş sözlerin alışverişini yaparlar. Mallarını vererek, vakit ve hayatlarını vererek; yani paha biçilmez varlıklarını vererek satın alırlar boş sözleri… Basit ve pahaya gelmez bir boş söz uğruna bir daha geri gelmeyecek ömürlerini tüketir bu insanlar.