Emrullah AYAN

08 Kasım 2021

SEKÜLER-LAİK ANLAYIŞ, İNSANİ BİR DEĞER ÜRETEMEZ

“Muhakkak sen en yüce ahlâk üzeresin.“ (Kalem: 4)

Ahlâk kelimesi; huylar, seciyeler, mizaçlar anlamında bir kavramdır. Hulk, hulûk kelimelerinin çoğuludur. Ahlâk; insanın bir amaca yönelik olarak kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak olmasıdır” diye tarif edilebilir. 

İslâm ahlâkı Kur’ân’a dayanır. Yani her yönüyle Allah Teâlâ tarafından vahiy yoluyla belirlenmiş davranışlar manzumesidir. 

Her şeyden önce İslâm ahlâkı bir vazîfe ahlâkı şeklinde ortaya çıkmıştır. Zirâ Kur’an-ı Kerim’deki her emir, mü’minler için bir görev belirlemiştir. İnsanın bir mü’min olarak bu emirlere muhatap olmayı kabul etmesi, bunları birer görev olarak telâkkî etmesi anlamındadır. Kur’an-ı Kerîm’de Rasulullah (S)’e hitaben: “Muhakkak sen en yüce bir ahlâk üzeresin” buyurulmuş ve Hz. Rasul’ün kendisi de: “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim” (İbn Hanbel, Müsned, II, 381) demiştir. Aynı şekilde Rasulullah’ın bütün hadisleri insanların birbirlerine karşı daha iyi davranmaları konusunda birer emir ve tavsiye mahiyetinde olup, Müslümanlara görev yüklemektedir. Dolayısıyla İslâm’ın getirdiği ahlâk anlayışı her şeyden önce bir görev ahlâkıdır. 

İslâm ahlâkının diğer bir yönü de davranışlardaki niyet duygusudur. Zirâ Rasulullah (S), “Ameller niyetlere göredir” (Buharî, İman, 41) buyururken, İslâm’ın önemli bir prensibini belirlemiştir. Müslüman için bu niyetin arkasındaki en büyük yönlendirici duygu, mü’minin her davranışında “Allah rızasını” gözetme duygusudur. Zirâ mü’min herhangi bir davranışta bulunurken, asla dünyevî bir çıkar beklemeyip gönlünde sadece Allah rızasını ve onun sevgisini kazanma arzusunu taşımaktadır. 

“Yoksula, yetime ve esire O’nun rızası için yemek yedirirler ve ‘biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz’ (derler).” (İnsan: 8,9) 

Niyet ve Allah rızası duygularının yanı sıra Allahu Teâlâ’ya karşı bir sorumluluk duygusu taşımak Müslüman ahlâkının temel prensiplerindendir. İslâm’a göre Müslümanın bu sorumluluk duygusu Allahu Teâlâ’dan korkmak, O’nun emirlerine saygı göstermek ve bu emirleri asla aksatmaksızın yerine getirmek, yasakladığı her şeyden kaçınmak İslâm ahlâkının temel ve ilk prensipleridir.

Diğer bir temel prensip de Müslümanın diğer mahlûkâta karşı son derece merhamet, adalet ve şefkatle davranması, zayıf ve muhtaç olanlarına yardım etmesi, ana ve babaya saygılı olması ve onların gönüllerini kazanmaya çalışması gibi hususlardır. 

Bütün bunların yanı sıra insanın kendi duygularına hâkim olması, mütevâzî, sabırlı, edepli, hayâlı ve insaflı olması gibi prensipler de Müslümanın başkasına karşı sorumlu olduğu hususlardır. 

Müslümanın, toplum içinde güzel ve hoş karşılanmayan her türlü kötü davranış ve alışkanlıklarını zamanla değiştirebilmesi gerekir. Bu kötü huy ve davranışlardan kurtulmanın tek yolu, iradesini kontrol altında tutup ona tam olarak sahip olmasıdır. Bu kötü davranış biçimlerinden de ancak Allah’ın bize emrettiği ibadetlere sımsıkı sarılmak suretiyle kurtulmak mümkündür. Ama iradesine hâkim olamayan bir kimsenin bu gibi kötü huy ve alışkanlıklardan uzaklaşması kolay değildir. İbadetlere sıkı sıkıya bağlanmak, Allah’ın daima bizi görüyor olmasını hatırda tutmak, sürekli olarak salih insanlarla oturup kötülerden uzak kalmak, âsî insanların bulunduğu yerlere gitmemek, Allah’ın emirlerine sarılıp yasaklarından kaçınmak suretiyle İslâmî anlamda bir ahlâka sahip olunabilir. 

Bu değerlendirmelerden sonra ahlâkın bireysel yönü ile de doğru orantılı olan sosyal yönüne dikkat çekmeden geçmemek gerekir. 

İslâm’ın Yeryüzündeki başlıca hedeflerinden birisi, işte Din’in öbür hâli olan ahlâk temeline dayalı, âdil bir sosyopolitik sistem kurulmasından başka bir şey değildir. Diğer bir ifadeyle İslâm’ın kendisi sosyal ahlâktır. Bu bakımdandır ki, Kur’ân’ın insanda gerçekleşmesini istediği Allah şuuru ve güçlü âhiret inancı, bir başka ifadeyle

Allah’a iman ve insanın sorumlu oluşu, tamamen işlevsel olup, sadece “iman edilmesi gereken mücerred felsefî-entelektüel ilkeler”den ibaret değildir. Zîrâ İslâm, vicdanlara hapsedilmek için değil dünyayı değiştirmek için gönderilmiş ilâhî dinin kendisidir. Bu bakımdan İslâm’da ahlâk, iman edilen temel metafizik ilkelerin hayata yansıtılması konusunda atılması gereken ikinci adımı temsil eder. Bu itibarla ahlâk, hem bireysel dindarlık tecrübesinin hem de dinin toplumsal hayatta kökleşmesinin en önemli unsurlarından biridir. Zîrâ düzenleyici ve değer koyucu bir Allah fikri ve âhirete güçlü bir iman olmadan hiçbir ahlâk sistemi gerçekçi olamaz. Dine dayanmayan, seküler bir ahlâk anlayışı gerçekçi olmadığı içindir ki, felâha ermek ve maddî-manevî alanda kalkınmak isteyen bir toplumun tâbi olması gereken ahlâkî değerlerin ve kuralların dayanacağı yegâne nokta işte bu güçlü Allah ve âhiret inancıdır. İnsanlık tarihi, ahlâkın en güçlü destekçisinin daima dinler olduğuna şahidlik etmektedir ki, bu veri bile bu konuda seküler-lâik yaklaşımın bir çıkış yolu olamayacağını göstermek için yeterli bir delil teşkil etmektedir. Bugün, bütün insanlığa kurtuluş reçetesi olarak tavsiye edilen seküler-lâik anlayışın insânî bir değer üretmediğine de yaşadığımız zaman dilimi ve mekânı da şahiddir.