Emrullah AYAN

07 Şubat 2021

HELÂLİ VE HARAMI RABBİMİZ OLAN ALLAH BELİRLER

“…Rasul size neyi getirdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan vazgeçin. Allah’tan korkun, çünkü Allah şiddetle cezalandırır.” (Haşr: 7)

Okuduğum âyetteki ifade, şeriatı tek kaynaktan alma kuralıdır. Aynı zamanda, İslâm’ın anayasa görüşünü de ifade eder. İslâm’da kanunun hâkimiyeti, bunları Rasulullah’ın Kur’an ve sünnet olarak getirmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Ulü’l-Emir dahil bütün ümmet Rasulullah’ın getirdiğine muhalefet edemezler. O’na muhalif bir hüküm koyduklarında, bu hükmün etkinliği olmayacaktır. Çünkü birinci dayanağını kaybetmiştir. Bu görüş, milletin dilediği gibi hüküm koyması ve bu hükmün etkinliğinin olması anlamına gelen milletin egemen olması da dahil olmak üzere bütün beşerî görüşlere zıttır. İslâm’da hâkimiyetin kaynağı, Rasulullah’ın getirdiği Allah’ın dinidir. Ümmet ancak buna dayanır, bunu korur ve yalnızca bunu tatbik eder. Ümmetin önderi de bu konuda ümmet adına hareket eder. 

Hiçbir konuda Rasulullah’ın getirdiğine muhalefet etmeyecek şekilde ümmetin hakları sınırlıdır. Ümmetin karşılaştığı bir konuda, Rasul’ün getirdiğinde de bir hüküm yoksa Rasulullah’a muhalefet etmeyecek şekilde hüküm koyması İslâm’ın bu kuralına ters olmadığı gibi onun bir gereğidir de. Her hangi bir yasamada, Rasulullah’ın getirdiği bir nass varsa ona uymak esastır. Nass bulunmadığı durumlarda da İslâm’ın esaslarına ters düşecek hükümlerin konulmaması gerekir. Ümmetin ve onun temsilcisi önderin kanun koymadaki yetkisi bunun ötesine geçemez. Bu sistem, beşerin bildiği hiçbir sisteme benzemeyen tek bir sistemdir.  Varlığa egemen olan kanunla insana hükmeden kanunu birbirine bağlayan tek nizamdır. Bu nizam sayesinde beşerin kanunu ile evrenin konumunun çarpışmaması, insanların mutsuzluğa uğrayıp mahvolmaması ve emeklerinin boşa gitmemesi için Allah’ın koyduğu varlık kanunlarıyla, yine Allah’ın koyduğu şeriat arasında tam bir ahenk sağlanmıştır. 

Bu din, Helal ve Haram kılma yetkisinin Allah’a ait olduğu hakikatini yerleştiriyor. Çünkü bu ikisi, ilah olmanın en başta gelen özelliklerindendir. Helal ve Haram kılma yetkisi kimseye verilmemiştir. Burada çokça altını çizeceğimiz Helal ve Haram konusu sadece fıkhî manada bir hüküm değil, yönetim konusundaki yasak koyma ve serbest bırakmayı da içerir.                                                                                                   

İnsanlar için helal ve haram tayin eden yüce Allah’tır. Ondan başka hiç kimsenin böyle bir yetkisi yoktur. Hiç kimsenin böyle bir hak iddia etmesi düşünülemez. Çünkü bu iddia ilahlık iddiasıyla eş anlamlıdır. Bu itibarla, cahiliyedeki Helal ve Haram kavramları, yetkisiz bir kaynaktan oluştukları için temelde batıldırlar. İslâm tarafından kabul görmeleri mümkün değildir. İslâm geldiğinde, işe cahiliyenin Helal ve Haram kavramlarını geçersiz saymakla başladı. Çünkü oluşturdukları kaynak bu yetkiye sahip değildir. İslâm, bu kavramları kendi ölçülerine göre yeniden inşâ etti. İslâm bir şeyi Helal ya da Haram saydığında bu cahiliyede de aynen geçerli olsa bile İslâm’ın bu hükmü kökten batıl saydığı cahiliyeye dayanmaz. Çünkü cahiliyenin bu hükmü uluhiyet yetkisine sahip olmayan bir kaynaktan neş’et etmektedir. Oysa İslâm’da, Helal ve Haram kılma tamamıyla yüce uluhiyet makamının yani Allahu Teâlâ’nın yetkisindedir. Kehf Sûresi 26. Âyette de ifade edildiği gibi, “O hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.” 

İşte, İslâm’ın insan hayatında meydana gelen her olayı ve her şeyi kuşatan Helal ve Haram kavramları hakkındaki görüşü budur. İnsan hayatında hiçbir şey Helal ve Haram dairesinin dışında değildir. Allah’ın şeriatına uymak suretiyle Allah’ın gücüne dayanan meşru otorite hariç, nikâhta, yemekte, içmekte, giyside, harekette, işte, muamelede, ilişkilerde, örfte, âdetlerde ve kanunlarda hiç kimsenin bir şeyi Helal ya da Haram kılma yetkisi yoktur. 

Yüce Allah’ın dışında, insan hayatında büyük küçük meselelerde Helal ve Haram sınırları tayin edenlerin yetkisi olmadığı gibi bu hükümleri de temelden batıldır. İslâm’ın bunları onaylaması beklenemez. 

İslâm’daki bu hükümler, cahiliyedekileri onaylamak ya da düzeltmek için gelmemiştir. Bunlar yetkili yüce mercie dayanmak suretiyle yepyeni bir yapılanmadır. İşte İslâm, Helal ve Haramlar ile ilgili hükümlerini böyle inşâ etti. Sistemini ve kanunlarını böyle yerleştirdi. Şiarlarını ve geleneklerini böyle düzenledi. Yeni baştan ve tek otoriteye yani Hâkim-i Mutlak olan Allah’ın otoritesine dayandırarak düzenledi. 

İslâm bu görüşü yerleştirir ve cahiliyenin Helal ve Haramıyla mücadeleye girişirken Helal ve Haramda ilk ve yegâne kaynağı da yerleştiriyordu. Cahiliye mensuplarına istinkârî soruyla şöyle sesleniyor: 

“De ki, Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve rızkın temiz olanını kimmiş haram kılan?” (A’raf: 32)

“De ki; ‘Gelin, size Rabbinizin neyi haram kıldığını bildireyim.’ ” (En’am: 151)

Bu istinkârî sorularla İslâm, dikkatleri esas kaynağına çeviriyordu; ‘Haram ve Helal’ konusunda yetkili tek merci yüce Allah’tır. Esasında Allah’ın şeriatına ve gücüne dayanma durumu müstesna, ferd, toplum, millet ya da bütün insanlık olsun bu konuda beşerin hiçbir müdahalesi söz konusu değildir. Helal ve Haram kılma yani serbest kılma ve yasaklama şeriatın ve dinin ta kendisidir. Helal veya Haram kılan Allah olduğu zaman insanlar Allah’ın dinindedir demektir. Helal ve Haram konusunda hüküm veren Allah’tan başka biriyse insanlar ona kulluk ediyor ve dolayısıyla onun dinine tabi oluyorlar demektir. 

Bu şekilde konu, ulûhiyet ve özellikleri, din ve anlam, iman ve sınırları kapsamına giriyor. Buna göre yeryüzünün her tarafında Müslümanlık iddiasında bulunanlar; bu konu nerede kendileri nerede? Bu din nerede kendileri nerede? İslâm nerede, kendileri nerededir? Bir baksınlar, şayet hâlâ Müslümanlık iddiasını sürdürüyorlarsa…