Emrullah AYAN

27 Eylül 2021

KUR'ANÎ BİR HAYATA BAKIŞ

“Allah, Kur’an’la rızası peşinde olanları selamet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini sırât-ı müstakîme iletir.” (Maide: 16)

Bu Kur’an, bir ümmet meydana getirip bir yönetim kurmak, bir toplum yönetip ruh, ahlâk ve akılları eğitmek için Hz. Peygamber’in kalbine inmiştir. İslâm ümmeti; hayat ve hareket tarzını, bütün insanlara ilişkin tavır ve bakışını Kur’an’ın direktif ve emirlerine göre belirlemek zorundadır. 

Kur’an; bu ümmetin mürşidi, hareket kaynağı ve yön verenidir. Bundan dolayı bu ümmet, hiç yenilmez, hep yener. Çünkü düşmanlarıyla girdiği savaşta, doğrudan doğruya Rabbânî önderliğin emri altındadır. Rabbânî önderliğin emir ve direktifleri, sonsuza kadar var olacaktır. Öyleyse bugün veya yarın İslâm davasını yüklenen kimseler, Kur’ân’ın direktif ve beyanlarını uygulamak durumundadırlar. Tıpkı şu anda Kur’an kendileriyle konuşuyor gibi…

Değişik insan gruplarına; çeşitli doktrin, inanç sistemi ve görüşlere karşı tavır takınmalarının yolu budur. Kur’an’ın ilkeleri ışığında tavır takınmanın yolu budur. Bugün, yarın ve Kıyamet Günü’ne değin bu böyle sürüp gidecektir.

Allah, insanlar için çıkardığı bu hayırlı ümmeti, büyük ve muazzam bir iş için hazırlamıştır. Gönderdiği hayat sistemini, yeryüzünde uygulama emanetini yüklemek üzere hazırlamıştır. Kendisinden başka hiçbir ümmette bulunmayan bir sadakatle bu emaneti taşıması için görevlendirmiştir. Kendisinden başka hiçbir ümmetin beşer hayatına uygulayamadığı kadar, uygulanmak üzere görevlendirmiştir. Bundan dolayı bu ümmetin sıkı ve uzun sürecek bir eğitimden geçmesi şarttır. 

Bu eğitimin İslâm ümmetini cahiliyeden kurtarması; kendisini düşük cahilî ortamdan İslâm’ın göz kamaştırıcı yüce hayatına çıkarması şarttır. İslâmî hayata geçtikten sonra da düşüncesini, geleneklerini ve bütün duygularını cahilî tortulardan arındırması zorunludur. Hakkı yaymak ve bunun zorluklarına katlanmak için irade eğitiminden geçmesi zorunludur. 

Bütün bunlar sağlandıktan sonra da hayatını, en ince ayrıntılarına varıncaya kadar İslâm’ın ölçülerine göre; yani ilâhî teraziye göre değerlendirmesi şarttır. Ta ki, böylece gerçekten Rabbânî olabilsin, beşerî yönünü en güzel bir biçimde değerlendirebilsin ve yine böylece nefis, Allah’ın mizanıyla değerine kavuşsun.

Bâtıl, şişkinleştiği zaman insanların gözünü büyüleyebilir. Dış görünüşüne bakılarak büyük ve güçlü oldu sanılabilir. Ama Allah’ın mizanıyla eşyayı değerlendiren mü’min; bu şişirilmiş bâtıla baktığında eli kolu bağlanmaz. Gözleri korkmaz ve terazisi sapmaz. Çünkü onun elinde hak vardır. Sadece hak… Niteliği ve yapısıyla, Allah’ın mizanındaki ağırlık ve metanetiyle ortada olan bir hak…

Yüce Allah İslâm ümmetini, kendi dininin emini olacak bir seviyeye getirinceye kadar Kur’ânî metotla eğitir. Bu, sadece ruh ve vicdan eğitimi değildir. Bu; ümmetin dünyadaki hayat ve geçimini ilgilendiren bir eğitimdir aynı zamanda. Bu dünya hayatını etkileyen arzu ve rağbetler, hevâ ve hevesler; çatışan çıkar ve görüşler göz önünde tutularak yapılan bir eğitimdir. Bu beşerî arzuların hepsini yönlendirip sonunda bir tek huzme haline getiren bir eğitimdir.

Kısacası bu; İslâm ümmetinin akîde ve düşüncesiyle, etki ve tepkileriyle, ahlâk ve davranışlarıyla, şeriat ve nizamıyla geçtiği bir eğitimdir. Bundan maksat, Allah’ın dinini yeryüzünde uygulamak ve bütün insanlığı yöneten bir ümmet haline gelmektir. Yüce Allah, bu ümmetin vasıtasıyla dilediği her şeyi gerçekleştirmiştir. Allah, elbette ki işinde galiptir. Allah’ın aydınlık dolu dini, bu dünyanın günlük ve pratik hayatında fiilen uygulanmıştır. İnsanlık, bu uğurda Allah’tan yardım dileyip çaba göstereceği bütün zamanlarda da bu dini hayata geçirebilir.

Bundan dolayı, Kur’an’ın gölgesinde yaşamak, onu mücerred bir şekilde inceleyip okumak veya sadece içindeki ilimlere vâkıf olmak demek değildir. Çünkü bu şekilde Kur’an’ın gölgesinde yaşanmaz. Kur’ânî ortamdaki hayat, insanın –Kur’an’ın aynen indiği gün gibi- gölgesinde, ortamında ve hareketinde yaşaması demektir. Zorluk, mücadele ve görev dolu bir hayata atılmak demektir. Yani bütün yeryüzüne yayılmış cahiliyeye karşı koyarak kalbiyle, aklı ve hareketiyle Kur’an’ı yaşamak demektir. Kişinin, İslâm’ı hem kendi nefsinde hem de insanların nefsinde, hem kendi hayatında hem de insanların hayatında yaşatması demektir. Cahilî her tür düşünce, gelenek, ilgi alanı ve pratiğe; cahiliyenin bütün baskı ve savaşlarına, İslâm akîdesine ve hayat sistemine karşı gösterdiği bütün tepkilere karşı koymak demektir. Cahiliyenin Rabbânî kaynaktan çıkan Rabbânî İslâm akîdesine açtığı savaşa direnmek, mücadele ve cihad etmek demektir.                                                                                           

İşte insanın Kur’an’ın tadına varabileceği Kur’ânî ortamdaki hayatı yaşamanın yolu budur. Çünkü Kur’an, böyle bir ortamda inmiş ve mesajını böyle şartlarda işlemiştir. Böyle bir ortamda yaşamayan kimseler, Kur’an’ın inceleme, araştırma, okuma ve ilmî etüdüne dalmış olsalar bile ondan kopukturlar.