Şinasi ULUDOĞAN

13 Kasım 2011

ERCİŞ ZİYARETİMDEN EDİNDİĞİM İZLENİMLER

Evet deprem insanoğlunun baş  edemediği felaket ve acıların en büyüklerinden. Gerek imkânların yetersizliğinden, gerek ihmalden, gerek çok katlı binaların yapımındaki teknik hatalardan ve donanım eksikliğinden, gerek insanoğlunun kendi cinsinden olan hemcinslerinin hayatını hiçe sayan malzemeden çalmalardan, insanımızın vurdum duymazlığından, bir şey olmaz rahatlığından, en önemlisi de tağuti düzenlerin yeryüzünü ifsad eden, ekini ve nesli yok etmeye müsait politikaları, halkları çeşitli fırkalara bölüp zayıf bırakmaları (ki bu en büyük zulüm ve yıkımdır)’ından kaynaklansın geride bıraktığı büyük yıkımlarla deprem sanki de hayatımızın değişmez unsurlarından birisi oldu.

Depremin sebepleri için yukarda saydıklarımdan daha fazla sebep ortaya konulabilir ama hiçbir sebep ya da neden depremin doğurduğu maddi ve manevi yıkımı haklı çıkaramaz. Ancak Rabbimizin (Andolsun, sizi korku, açlık, mallar(ınız)an canlar(ınız)dan ve ürünler(iniz)den eksiltmek gibi şeylerle deneriz; sabredenleri müjdele.” Bakara suresi /155.ayet ) ayetinin mana ve mesajı başka.

Kurban bayramın 3. Ve 4. Günü  depremin en çok vurduğu Erciş’e, Tokat’tan 17 kişilik bir arkadaş  gurubuyla gittik. Gördüğümüz manzara akıllara ziyan dedirtecek büyük bir yıkımın resmi idi. Tabi bir Müslüman olarak Rabbimize sığınma, O’ndan af, mağfiret ve merhamet dileme ihtiyacını her zamankinden daha fazla hissettim. Kaç katlı olduğunu sormadan bilemeyeceğimiz binaların nasıl yerle yeksan olduğunu ve onların altında ezilmiş ve sanki tenekeye dönüşmüş onlarca aracın görüntüsünü yakinen görmek insanı çok daha fazla etkiliyor, düşündürüyor ve hüzünlendiriyor.

Evet, acı ve yıkım çok büyük. Biliyoruz ki ülkemiz fay hattında deprem kuşağında ama nice deprem kuşağında olan birçok gelişmiş ülkede depremin bu kadar bir yıkıma sebep olmaması bizleri ilerisi için çok daha fazla endişelendiriyor.

Daha üzerinden bir yıl geçmemiş bir tsunami yaşayan Japonya’da depremden değil de onun getirdiği tsunamiden dolayı büyük bir zarar görmesi onların depremle ilgili büyük bir mesafe kat ettiklerinin göstergesi olsa gerek. Ancak buna rağmen depremle değilse bile onun doğurduğu tsunami gibi yan felaketler en gelişmiş bir düzeyde de olunsa insanoğlunun ne kadar aciz olunduğunu bir kez daha ortaya koyması bakımından ibretlik ve öğütlük bir olaydır.

Televizyonların karşısında canlı olarak servis edilen tsunmai gibi büyük felaketler dünyanın diğer taraflarında yaşayanları pek te ilgilendirmiyor gibi bir hava doğuruyor. Zira dünyamız aynı anda çok büyük felaketleri peş peşe yaşıyor ama her ne hikmetse tüm bunlar insanoğlunu, yaratıcıları olan âlemlerin Rabbi olan Allah’a imana ve O’na kulluğa sevk edeceğine (ibret ve öğüt alanları tenzih ederek söylüyorum ki ) tam tersi azgınlık ve taşkınlıklarına eskisinden daha fazla devam ediyor görüntüsü çıkıyor ortaya. Tabi bu manzara hemen aklımıza Kitabımız Kur’an’ı Kerimdeki şu ve benzeri ayetleri getiriyor.

“Onları dağlar gibi dalgalar sardığı  zaman, dini tamamen Allah’a tahsis ederek O’na dua ederler. Ama kurtulup, karaya ayak bastıklarında, içlerinden bazısı  orta yolu tutar. Ayetlerimizi gaddar ve nankör olanlardan başkası  bile bile inkâr etmez.” Lokman suresi 32. Ayet.

Baksana gemiye bindiklerinde dini Allah'a has kılarak O'na ihlâsla dua ederler. Derken kendilerini karaya çıkardı mı derhal (Allah'a) ortak koşmaya koyulurlar; Ankebut suresi 65. ayet

“Doğrusu Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Ondan başkasını ise dilediğine bağışlar. Kim de Allah'a ortak koşarsa, hakikatten çok uzak bir sapıklığa sapmış demektir. Nisa suresi 116. ayet

Sırası gelmişken Japonya’yla ilgili kendimce tespit edebildiğim ve çarpıcı olacağına inandığım bir gerçeği bu yazımda sizlerle paylaşmak istiyorum.

Evet, Japonya depremle ilgili belki de dünyanın en donanımlı ve en tecrübeli bir ülkesi ama gelin görün ki yukarda da bahsetmiş olduğum gibi tsunami gibi felaketleri önlemede de son derece aciz. Zira insanın gücü ve kudreti de her ne olursa olsun bir yere kadar. Ancak burada dikkatlerinize sunmak istediğim asıl konu şudur.

Geçen Cuma akşamı arkadaşlarımızla Araf suresinin şu ayetlerini okurken şu konuyu gündeme taşıdık. Hem ülkemizde hem Japonya’da hem de dünyanın değişik yerlerinde yaşanan deprem ve benzeri felaketleri insanlık nasıl algılıyor. Baktık ki Araf suresindeki vereceğim şu ayetler insanoğlunun genel olarak bu felaketleri nasıl algıladığını ortaya koyuyordu. Şöyle ki: 

94- "Peygamber gönderdiğimiz her ülkenin halkını, ola ki, bize yalvarırlar diye, mutlaka sıkıntılara ve belalara uğrattık. "

95- Sonra kötü  günleri iyi günlerle değiştirdik de sayıca çoğaldılar ve: "Atalarımız da hem sıkıntılı  hem de sevinçli günler geçirmişlerdi" dediler. Bunun üzerine onları hiç ummadıkları  bir sırada ansızın yakalayıverdik. "

96- "Eğer o ülkelerin halkları iman edip kötülüklerden sakınsalardı, göğün ve yerin bereket kapılarını  yüzlerine açardık. Fakat yalanladılar, biz de onları  işlediklerinin cezasına çarptırdık. " (Araf suresi 94.95.96)

Japonya’nın bu gün yakalamış olduğu teknolojik gelişmişlik, deprem ve benzeri felaketlerle baş etme konusunda bizlerden çok çok fazla önde olduklarını gösteriyor. Lakin asıl görünmesi gereken yukarıda alıntıladığımız ayetlerin vermek istedikleridir. Zira şahit olabildiğimiz kadar birçok yıkımın yaşandığı bu ülkede Japon halkı bir takım etkenlerden olsa gerek hala göklerin yerin ve içerisinde bulundurduklarının sahibi olan Allah azze ve celleye iman etme ve gereğini yapma konusunda hala duyarsız. Hala Allahtan gayri şeylere tapan bir kavim var karşımızda. Müslüman olanlarını tenzih ederek söylemek isterim ki maalesef hayatlarını bir parçası olarak algıladıkları ve tedbir üstüne tedbir aldıkları deprem ve benzeri felaketler onların ebedi felaketlerini hızlandırmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Bu durum bizim zaviyemizden ancak şöyle açıklanabilir. Yani Japonların depremle ilgili elde ettikleri ve bizlere başarı diye gösterilen şey olsa olsa Allah azze ve cellenin dünya için koymuş olduğu “sünnetullah” tır. “ Çalışana Allah verir” ilkesinin bir tezahürüdür onların depremle ilgili elde ettikleri üstünlük. Oysaki bu üstünlükleri onları hala ummadıkları yerden gelen felaketlere karşı koruyamamaktadır.

Evet, Erciş ziyaretine dönecek olursak Kurban bayramını acı ve hüzünle geçirmemize sebep olan bu depremin elbette ki doğurmuş olduğu birçok olumsuz sonuçlar var önümüzde. Bununla birlikte deprem sonrası yaşanan olumlu gelişmeler depremin doğurduğu sonuçları rahmete dönüştürmesi bakımından bir hayli sevindirici.

Önce, tespit edebildiğim bazı olumsuzlukları burada sizinle paylaşmak istiyorum. Televizyonlarda görünenden daha fazla bir yıkımın, mahrumiyetin ve mağduriyetin olduğunu, büyük bir dramın ve acının şehrin üzerine çöktüğünü gördüm. Adeta hayalet şehir olmuş Erciş. Askerliğini o bölgeye yakın bir yerde yapan birisi olarak oraların özelliklede çok soğuk geçtiğini biliyorum. Lakin bu sefer özelliklede geceleri bu soğuğun çok daha fazla dondurucu olduğunu hissettim. Eksi 10'ları geçen soğuk kış şartlarında insanlar sürekli sallantı halinde olan bu şehirde çadırlarda katalitik ve elektrikli sobalarla ancak bir nebze olsun soğuğun şiddetini kırabiliyorlar o da yangın riskini göze alarak.

Özelliklede gün batımından sonra devlet birimlerinin ki buna belediye de dâhil ortalıkta görünmediklerine üzülerek şahit oldum. Şehir âdete kaderine terk edilmiş bir vaziyette. Devletin görünen yüzü sadece ilk günlerin gündüz vakitleri için geçerli gibi geldi bana. Her ne kadar geçmiş yıllara göre depremle ilgili mesafeler kat etmiş olsak ta can kayıplarının, yukarıda sıralamaya çalıştığımız sebeplerden dolayı çok fazla olması gerçekten içlerimizi acıtıyor.

Bu ve benzeri olumsuzlukları  gidermek ve bölge insanını, özelliklede bu soğuk kış  şartlarında barındırmak ve ısındırmak öncelikli ve acil bir görev olmalıdır.

Gelelim depremin doğurduğu bir takım olumlu getirilerine. Depremin olumlu getirileri de varmıymış demeyin sakın. Elbette var. Zira Rabbimiz olan Allah azze ve celle “ Sizin hayır gördüğünüzde şerr, şerr gördüğünüzde hayır vardır” buyurmuyor mu?

İşte tamda böyle bir rahmet ve bereket yaşattı yaşatıyor bu deprem bizlere.

Evet, gördük ki son yaşadığımız tüm olumsuzluklara aleyhte yapılan kampanyalara rağmen sağduyulu bu ülke insanı her şeye rağmen Van’a Erciş’e koştu. Mazlumun dini, ideolojisi, dünya görüşü, mezhebi meşrebi sorulmaz ilkesinden hareketle elinden geleni yapmaya çalıştı, çalışıyor. Bu milleti etnik anlamda parçalamak isteyenlerin oluşturdukları suni engelleri tek tek kaldırarak şeytanın oyununu bir kez daha bozdular. Çok iyi biliyorlar ki bu toplumun mayasında şöyle veya böyle İslam var. İslam bu topraklarda olduğu müddetçe ve insanlar Rablerinden gelen bu kitaba sarıldıkları müddetçe Kürtler ve Türkler ve daha başka başkaları bu topraklarda huzur içerisinde yaşamaya devam edecekler.

Bir başka olumlu hadisede, ulusal televizyonlarda pekte gösterilmeyen, o bölge insanının tevekkülü, sabrı, kanaatkârlığı, misafirperverliği ve hoşsohbeti idi. Bizleri gerçekten çok samimi ve yürekten karşıladılar. Çadırlarını  ve bir bardak çaylarını bizlerle paylaşmak için âdete can attılar. Daha önce yaşamış oldukları acıların alınlarında derin izler bıraktığı ve yaşları 45’in üstünde birçok vatandaşımız, bizlerin götürmüş olduğu yardımdan ziyade bizimle yakinen ilgilenmeye çalıştıklarını gördüm. Bu Samimi ve candan yaklaşımları unutmak elbette mümkün değil. Görünen o ki bir takım terör örgütleri her ne yaparsa yapsın bu topraklarda yaşayan insanları istedikleri gibi bir pozisyona getiremeyecekler.

Her yaştan insanların hele bir de Tokattan geldiğimizi söylediğimizde bizlere ağız dolusu dualar etmeleri bizleri hem sevindirdi hem de onlara karşı olan yetersizliğimizden dolayı mahcup etti.

 Çadır önlerinde ve çadır içlerinde daha birçok güzelliğin bir arada yaşandığı o kısa anlar hayatımın en güzel ve en manidar günlerinden biri olarak kalacak muhakkak.

Bayramın 4. Günü itibariyle Tokada döndüğümüzde, yerel televizyon kanalımız olan kanal 60’ta “SÖZ KONUSU” adlı programı yapan ve sunan, bizlerle birlikte Erciş’e koşan değerli kardeşimiz Mahmut Delen, saat 21 00 itibariyle benimde aralarında bulunduğum bir gurubu canlı yayına alarak izlenimlerimizi tüm Tokatlılarla paylaştı.

O programda da belirttiğim gibi İslam, orijinal olarak elimizde bulunan yüce kitabımız Kur’an’ı Kerimi rehber edinerek ve onu en güzel bir şekilde hayatına tatbik eden Hz Muhammed (sav) tek lider tek önder ve tek örnek olarak kabul eder ve onun yolundan sapmaz isek, aramızda ki anlaşmazlıkları Allah ve Resulüne götürerek oradan çıkacak hükme gönül rahatlığıyla tabi olursak bu ülkede yaşayan herkes tıpkı Yunus Peygamberin halkı gibi hem dünyada hem de ahrette mutlu ve bahtiyar olacaktır.

Suni duvarların, beşeri ide ve ideolojilerin Allah’ın kendisine kul olsunlar diye yaratmış olduğu insanları, kendilerine kul köle edinenlerin Kur’an’ın hakikatleriyle yıkılmaya yüz tuttuğu bir süreci yaşayacağımızın işaretlerini görerek umudumu daha bir tazeledim. Yeter ki umutlarımızı kaybetmeden onları sürekli zinde tutarak üzerimize düşen kulluk ve insanlık borcumuzu yerine getirmeye çalışalım.

Bu arada bizim Tokatlılar ekibinden olan Hüseyin Doğan hocanın tanıştığı Kütahyalı yaşlı  bir amcanın orada bunuş sebebinin burada anlatmadan geçemeyeceğim.

İsmini şu an için hatırlayamadım o amca Çanakkale harbinde yaşanmış bir kahramanlık hikâyesini dinleyip te buralara geldiğini ifade ediyordu. O hikâyede İngilizlerin Nusret mayın gemimizi batırmak için fırlatmış olduğu torpidoya kendisini nasıl siper yaptığını ve Nusret mayın gemisini kurtardığını ve şehit düştüğünü dolayısıyla o kara günlerde Vanlı bir askerin böylesine bir fedakârlığının kendisini buralara getirdiğini anlatmıştı.   “Yavrum işte şimdide sıra bizde diyordu”

Yurdun birçok yerinden birçok insanın hala oralarda yardım etmeye devam etmesi de gösteriyor ki insanlık henüz ölmemiş.

Beni sevindiren bir başka sebepte 18 yaşındaki oğlum Furkan ve ismini yukarda andığım Hüseyin hocanın oğlu İbrahim Doğan ve AbdulKadir hocanın oğlu Muhammed Taha ve benzeri yaştaki gençlerin bu olayı bizlerden daha çok fazla sahiplenmeleri oldu. Bu yaştaki gençlerin paylaşma ve yardımlaşma duyguları Âdemin çocukları olan tüm insanlık ailesine güzel bir mesaj olsa gerek. 

Evet, daha birçok olumlu ve olumsuz olarak görülebilecek olan şeylerin varlığı bizleri, abartıya ve karamsarlığa götürmeden dengeli, tutarlı ve sabırlı  bir şekilde davranmaya yöneltmesi gerekmektedir.

Âcizane benim görebildiğim, tespit edebildiğim olumlu ve olumsuzluklar bunlar idi. Ama biliyorum ki benden daha iyi bu işi gözlemleyenler ve gereğine göre davrananlar mevcuttur.

Yazıma burada son verirken Rabbimizden bizlere bir daha böyle yıkımları göstermemesini temenni ediyor hayatını kaybedenlerin yakınlarına baş sağlığı, yaralılara acil şifalar diliyorum.