Emrullah AYAN

21 Mart 2014

HAKLA BÂTIL UZLAŞTIRILABİLİR Mİ?

“İstediler ki, yumuşak davranasın, böylece onlar da yumuşak davransınlar.” (Kalem: 9) 
 
Allah Teala’nın dini İslam’a davet eden mü’minlerin unutmamaları gereken bir gerçek vardır. Bu gerçek, Rabbimizin, Peygamberimiz Muhammed (S)’e bildirdiği bir gerçektir. Yani bu davet görevini ona indiren, Allah Teala’dır. Çünkü her şeyin sahibi O olduğu gibi bu davanın sahibi de O’dur.
 
Allah’ın indirmiş olduğu hakkın, kafir, müşrik ve günahkarların davetini yaptıkları batılla bir arada hayat sürmesi imkan dışıdır. Bu hakla batılın orta yol çözümlerinde anlaşması anlamına gelen uzlaşma mümkün değildir. Hak yolun davetçileriyle batılın davetçileri, hiçbir zamanda, hiçbir zeminde ve hiçbir şekilde anlaşamazlar, uzlaşamazlar. Zira hak ile batıl birbirinden tamamen ayrı iki farklı hayat sistemidir. Birbirleriyle asla kesişmeyen iki ayrı yoldur.
 
Batıl ve mensupları, sahip oldukları güç ve şatafatla mü’min azınlığa ve onların güçsüzlüğüne karşı bir başarı elde etmişse bu; muhakkak ki Allah Teala’nın takdir ettiği bir hikmete bağlıdır. Allah; hükmünü verinceye kadar sabretmek zorunludur. Yine dua ile Allah’tan yardım ve destek beklemek zorunludur.
 
Dua bu yolun güç sağlayan vazgeçilmez azığıdır. O takdirde bu yolun yolcusu davetçiler söz konusu hakikati içlerinde yaşatmak zorundadırlar. Müşriklerin Muhammed (S)’e karşı kullandıkları pek çok yöntemleri mevcuttu. Bütün bu çabalarının ana noktasında “davet” konusunda pazarlık ve uzlaşma söz konusuydu. Fakat,  Allah Teala, Peygamberini korudu. Bu çabalar, egemenlik taslayanların davetçilere karşı sürekli olarak başvurdukları çabalardır. 
 
Günümüzde de egemenlik taslayanlar, davetçilere daha rafine taktiklerle onlara cazip teklifler yaparlar. Az da olsa sapıtmalarını, davalarının istikametinden ayrılmalarını amaçlamaktadırlar. Dünyevi menfaatler, mali çıkarlar karşılığında orta yol çözümlerinde anlaşmayı, uzlaşmayı isterler. Öyle ki davetçilerin içinden bazıları buna aldanabilir. İşin daha kolaylaşacağını, önlerinin açılacağını zannederek aldanıp davalarından sapabilirler. Egemenlik taslayanlar, davetçinin bütünüyle davasından vazgeçmesini istemiyorlar. Bilakis, davetçiden bazı tavizler istiyorlar. Yolun ortasında onunla buluşabilmek için bu tavizleri istiyorlar.
 
Şeytan ise, her zaman olduğu gibi pusuda beklemekte ve bu açığı kullanarak davetçiye musallat olabilmektedir. Davetçi, davasından biraz taviz verirse egemenlik taslayanların adamlarını yani mele’ ve mürtefini kazanacağı zannına götürüyor ve bu işin dava hayrına olacağı düşüncesine kaptırıyor. Unutulmamalıdır ki, yolun başlangıcında kopardıkları en küçük bir taviz; yolun sonunda tamtamına bir sapıtmaya dönüşecektir. Kaldı ki az bile olsa bir teslimiyet kabul eden, ufak bile olsa bir ucu elden kaçıran davetçilerin, bundan sonra tavizlerinin ve teslimiyetlerinin ardı ardına gelmesini engelleyemeyeceklerdir.
 
Davetçi, dava adına geriye doğru her adım attığında, cahiliyeye teslimiyeti daha da artacaktır. Az da olsa bir taviz veren küçük de olsa bir noktayı önemsemeyen bir kimsenin, davasına gerektiği gibi iman etmiş olması söz konusu değildir. Çünkü mü’minin nazarında, davanın her bir yönü, diğer yönü gibi haktır. Yani davadan istiğna edilecek hiçbir şey yoktur. O, tam ve mükemmeldir. Bir parçasını kaybetmekle, bütün özelliklerini kaybedip gider. Tıpkı bir ögesini, bir parçasını kaybettiğinde bütün özelliklerini kaybeden bir organizma gibi…
 
“Onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı. (eğer böyle yapabilselerdi) işte o zaman seni dost edinirlerdi.
 
Eğer biz sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin.” (İsra: 73,74)
 
Ayet-i Kerime’den de anlaşıldığı gibi akideden azıcık bir sapmanın bile etkileri başka alanlara da yayılır. Akide sınırlarını aşarak toplumsal hayat şartlarına sirayet eder. Akide, hayatın temel dinamiğidir. Bu dine ilişkin pazarlık yöntemleri ise pek çoktur. Düşmanın amacı, orta bir yolda anlaşmaya varmaktır. Tıpkı ticari anlaşmalarda olduğu gibi. Ne var ki itikatla ticaret arasındaki fark büyüktür. Bu bakımdan akide sahibi, bunun hiçbir şeyinden vazgeçmez. Çünkü onun küçük parçası aynen büyük bir parçası gibidir. Bundan öte, akidede küçük büyük yoktur. Yine o, parçaları mükemmel olan tek hakikattir. Öyleyse akide konusunda başkasına itaat edilemez ve onun hiçbir şeyinden asla vazgeçilemez. İslam ile cahiliyenin üzerinde anlaşabileceği bir orta yol veya hiçbir yol kesinlikle yoktur.
 
(Not: Bu metin, İLKAV'da Cuma hutbesi olarak okunmuştur. Dolayısıyla başka yazarlardan kimi alıntılar yapılmış, ancak dipnotlara yer verilememiştir.)