Hülya YILMAZ

29 Haziran 2019

HANGİMİZ YABANCI?

Sıcak yaz günü, annemi hastaneye acile götürdük. Yaşı ve bazı yoldaşı hastalıkları sebebiyle arasıra hastaneyi ziyaret eder olduk. Hamdolsun bir kaç saat gözetimden sonra normale döndü durumu iyileşti.

Her hastane ziyaretlerinde farklı insan manzaralarına şahit oluyorum. Bu defa da koridorda ilerlerken, röntgen odası kapısında gencecik bir hanım gördüm. Sırası geldi, yanında üç dört yaşlarında bir çocuk, kucağında da iki yaşında sandığım hasta bebeğiyle röntgen odasına girdi.

Yanındaki çocuğu dışarı çıkardılar. Çocuk kapıya yapıştı, dışarda annesini korku içinde bekledi.Sonra anne çıktı bebeğiyle...

Meğer hamile olduğu için kucağındaki bebeğin röntgeni çekilememiş. Hastane görevlisi bayan aldı bebeği anne ve diğer çocuğu dışarda bekledi. Ve işlem tamam.

Kadın Suriyeliydi sanırım, görevli hanıma teşekkür edip çocuklarına kendi dilinde bişeyler söyledi. Bu arada yanımızdan sedyede hasta taşıyan başka bir görevli hanım şu sözleri sarf ederek geçti gitti:

"Aman ya Rabbi, yanında var, kucağında var, bir de hamile. Bunlar böyle ha bre doğuruyorlar!" 

Tabi kadın anlamadı ne dediğini. İyi ki anlamadı. Ben de cevap vermedim, sadece bakmakla yetindim. Bazen böyle oluyorum.

Uzun uzun şunu düşündüm: "Yabancı" düşmanlığımız, kendimize olan yabancılaşmanın üzerini örtmüş! 

Yabancı olan o muydu? Yoksa biz mi? Fıtratına, doğasına, kültürüne, tarihine, geleneklerine, yabancılaşan hangimizdik acaba?

Daha bizden Bir nesil öncesi anne ve babalarımızın en az beş, altı, yedi, sekiz hatta on, on küsür çocukları yok muydu?

Nüfus planlaması adı altında, rızık endişesi insanlara pompalanarak doğum oranları düşürüldü. Nüfusumuzun azalması matah bir olay gibi sunuldu.

Refah seviyesi artacak, herşey daha güzel olacaktı. Eski dediğimiz bizden bir önceki nesil evlatlarının bir ikisini okutur, bir ikisini askere yollar, bir ikisini tarlada bahçede çalıştırır,  kimi ev işlerinde yardımcı olur, topluma, ailesine hizmet eden bir nesildi.

Bu ülkenin kurtuluşuyla övünüp duruyoruz ya, böyle kurtuldu değil mi, tâbi kurtulduysa! Hep maddi şeylere odaklanıp manevi boyutu es geçer olduk. O dönem insanlar maddi sıkıntı içinde de olsalar mutluydular, kanaatkardılar. Aile ve akrabalar arası  dayanışma vardı.

Sonra çocuk sayısı düştü, ne oldu? Benim gözlemime göre aklıma gelenler evvela tarım büyük darbe aldı. Zanaatkarlar azaldı, çoğu yok oldu vs. vs. Büyük aileler dağıldı.

Kız çocuklarının okutulmamasını kınarken, annelik ve ev hanımlığının, çocuk yetiştirmenin öneminin azalmasına hiç girmeyeyim. 

Herkes bir iki çocuk sahibi olacak, o çocuklar hiç yokluk, sıkıntı çekmeyecek, hepsi okuyup amir, memur, doktor, mühendis olacak. 

"Ekmek aslanın ağzında aman yavrum kendini kurtar." Evet ana babalar olarak temennimiz, arzumuz bu yönde elbet. İyi de neden kendiyle beraber diğerlerini de kurtarmasın. Hakiki buğday ekerek insanlığı kurtaramaz mı? Sağlam duvarlar örerek, halı dokuyup tamir yaparak, sökük dikerek...

Yavrum evladım!

Diğerleri, değerleri kurtarmayınca sen de kurtulmayacaksın! Kaybolup gideceksin, diye niçin diyemiyoruz? 

Hasılı önce bizim, bize yabancılaşmamız her şeyden daha tehlikeli değil mi?