Bayram KÜÇÜK
HARAMEYN İZLENİMLERİ: DİRİLİŞ BABAOCAĞINDAN BAŞLAR
Umre vesilesiyle ziyaret ettiğim Harameyn'den izlenimlerimi sizlerle paylaşmaya devam etmek istiyorum.
Uçağın Cidde Havaalanı'na inmesinin ardından hemen otobüslere binerek Medine'ye doğru hareket ettik. Sabah namazını yol güzergâhında bir camide kıldık. Saatler süren bir yolculuğun ardından sabah saatlerinde Medine'ye, kalacağımız otele vardık. Sıcak ve yorucu ama bir o kadar da heyecanlı bir yolculuk…
Sevgili Nebi'nin, Peygamber(s.a.v)'in kutlu beldesine gidiyoruz, İstanbul'dan selamlar götürüyoruz… Kısa bir dinlenmenin ardından otelden çıkıp Mescid-i Nebevi'ye doğru yürümeye başlıyoruz. Gözlerimiz heyecanla yeşil kubbeli mescidi arıyor, ama bir türlü göremiyoruz Nebi(a.s.)'ın mescidini. Önümüzde koca koca yüksek binalar, onların arasından yürümeye devam ediyoruz. Yüksek binaları geçince Mescid-i Nebevi bir anda karşımıza çıkıveriyor. Evet, o yeşil kubbe, Hz. Peygamber'in evi, mescidi, kabri hepsi bir arada karşımızda… Heyecanla mescidin ilk önümüze çıkan kapısına doğru yöneliyoruz. İçeri girince bir heyecan ve bir serinleme hissediyorsunuz. Öğlen namazını kıldıktan sonra Hz. Peygamber'in kabrini ziyaret ediyoruz. Kabrin başına varınca şu söz hemen aklımda beliriverdi: "Kabrimi ziyaret eden beni hayatta iken ziyaret etmiş gibi olur." Sanki Hz. Muhammed (s.a.v.) hala orada yaşıyor ve her gelenin selamına karşılık veriyor gibi. Kabrin önünden geçerken mümkün olduğunca demir parmaklıkların arasından bakmaya çalışıyoruz, içeride bir şey göremesek de, orası Peygamber'in evi, heyecanla seyretmek istiyoruz.
Oradan ayrılırken şunu da unutmuyorsunuz; o bir peygamberdi ama bir insandı, seçilmiş bir insandı. Kendisine verilen emaneti insanlara ulaştırdı ve en iyi şekilde ömrünü tamamladı. Hz. Muhammed ( s.a.v.) hayatının her alanlında sabrıyla, mücadelesiyle kendisinden sonraki insanlara örneklik teşkil etmiştir.
***
Hz. Peygamber'in eviyle mescidi arasında, "cennet bahçesi" dediği mevkide yoğunluktan dolayı namaz kılmakta biraz zorlandık ama namaz kılıp dua etmeyi de başardık. Başardık diyorum çünkü yaklaşmak mümkün değil kalabalığa, cennet bahçesine giren, bir daha saatlerce oradan çı kmak istemiyor. Namaz kılıp ardından dua ediyor. Mescide gelen diğer Müslümanlar ise bir kez namaz kılabilmek için (özellikle de Hz. Peygamber'in mihrabında) saatlerce cennet bahçesine girmeyi bekleyebiliyor. Nereli olduğunu tam olarak bilmiyorum ama bir kişinin, mihrabın taşlarını ısrarla öpmesi çok ilginçti ve tabii ki yanlıştı, ardından Suudili görevli uyarıda bulunup bu kişinin oradan uzaklaşmas ını sağladı.
Medine ziyaretimiz boyunca zamanımızın nerdeyse tamamını Mescid-i Nebevi'de geçirdik. Cennet'ül Baki'yi de ziyaret ettik. Sabahın erken saatlerinde Uhud'a doğru yol almaya başladık, Uhud meydanı na geldiğimizde gruplar halinde insan kalabalıkları…
Her kafilenin başında sorumlu bir kişi, Uhud Sava şı'nı adeta yaşarcası na anlatıyor. Çevresine toplanmış olan insanlardan arada bir ağlamaklı sesler yükseliyor . Uhud meydanı ve Uhud Dağı, o günü her dakika ve her saniye sanki yeniden yaş ıyor. Hz. Hamza'nın ve daha birçok sahabinin şahadeti her gün yeniden tekrar ediyor.
O an aklınızda hemen beliriveriyor, Irak, Filistin, Çeçenistan, Doğu Türkistan, Keşmir ve Afganistan.
Bedirler, Uhudlar ve Hendekler…
21. yüzyılda birbiri ardına açılmış cepheler.
***
Medine'de geçirdiğimiz güzel günlerin ardından Mekke'ye doğru yolculuğumuz başladı. Sabahın erken saatlerinde ihramlarımızı giydik ve Mekke'ye doğru yola çıktık. Otobüsün Mekke'ye yaklaşmaya başlamasıyla birlikte dudakları mızdan şu cümleler dökülmeye başladı:
Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk.
İlk basamaklarına adımlarınızı atarken, kapısından içeri girerken büyük bir heyecan duyuyorsunuz. Kâbe'yi görünce daha da mutlu oluyorsunuz. Ve evinizi ziyarete ba şlıyorsunuz, babanızın evini. Karde şlerinizle omuz omuza dönüyorsunuz, rengârenk kardeşleriniz. Dünyanı n her yerinden baba ocağına gelen kardeşler. Atom etrafındaki elektronlar gibi dönmeye devam ediyorsunuz. Döndükçe dilinizden dökülüyor dualar, yakarışlar ve kimi zaman gözünüzden akan yaşlar…
İnsanların birçoğu Arapça lisanıyla dua ediyor, Kur'an'dan dua ayetle ri okuyor, Hz. Peygamber'in dualarını tekrar ediyor. Arapça bilmeyenler kendi dillerinde, içlerinden geldiği gibi yalvarıyor, yakarıyor ve ağlıyor… İki rekâtlık tavaf namazını Hz. İbrahim'in makamına yönelip kıldıktan sonra, Sa'y ibadetini yapmak için Safa tepesine doğru yürümeye başladık.
"Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın koyduğu nişanlardandır. Her kim Beytullah'ı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir." (Bakara 2/158)
Bu ayeti okumamızın ardından dualar eşliğinde Sa'y ibadetini yapmaya başlıyoruz. Hz. İsmail'in susuzluğunu, Hz. Hacer'in çığlığını duyuyoruz. Çaresizlik içindeki ümit varoluşlarını görüyoruz sanki. Dik yürümenin, dik durmanın, ümitsizliğe kapılmamanın derslerini alıyoruz.
Safa ile Merve arasında yürümek; aslında yalnı zca yüce Allah'a dayanıp, güvenip sonsuza dek dik yürümektir, zor şartlarda ve hiçbir koşulda yamulmamak, eğilmemektir. Yeryüzünde, yürüyü ş yolunuzu , mal mülk kazanmak uğruna değiştirmemektir. Safa ile Merve arasındaki yürüyüş, hayat yürüyüşünü temsil eder, hayat boyunca şirkten, zulümden, yalandan, fuhşiyyattan uzak durmayı ve her türlü kötülüğ e karşı sesini yükseltmeyi temsil eder. Safa ile Merve arsında Sa'y ibadetimizi bitirdikten sonra tıraş olup umre ibadetimizi tamaml ıyoruz.
***
Gün içinde zamanımızın tamamını neredeyse Kâbe'de geçirdik. Genelde Kur'an dersleri ve sohbetler eşliğinde devam etti ilk gün. Elimizden geldiğince değişik coğrafyalardan Müslümanlarla tanışıp hasbihal etmeye çalış tık. Türkiye'den de Umre ibadeti için gelmiş birçok Müslüman vardı . Söylen diğine göre son yıllarda epey artmış Türkiye'den Umreye gelenlerin sayı sı. Etrafımıza bakınca bunların büyük bir bölümü gençlerden oluşuyor, bu da çok güzel ve hoş bir gelişme.
Her ne kadar din düşmanları ve din tüccarları aksi yönde çaba sarf etse de yüce Allah kendisine yönelenlerin yolunu açıyor, gerçek imanı insanların kalplerine yerleştiriyor.
Bir grupla karşılaşıyoruz, yakla şık yüz kişili bir grup. Türkiye'den gelmişler. Kendilerini ümmetten ayrı tutuyorlardı. Yeşil sarık, beyaz takke ve cüppe ile görünüm olarak farklı bir çizgide olduklarını ima ediyorlardı. Umre boyunca kendilerinin dışında kimseyle konuştukları nı, muhabbet ettiklerini görmedim. Ümmetin yekvücut olacağı , hemhal olacağı Kâbe'de, kendilerini ayrı tutmaya çalışıyor gibiydiler.
Yüce Allah'ın Beyti'nde Müslümanların flamalar, bayraklar ya da kendini diğerlerinden ayrı tutan herhangi bir ayrıcı özellik taşıması ve ayrı durması ne kadar doğru olabilir ki? Orası, kardeşlerin baba (âdem) evinde buluşması, hemhal olması, hasret gidermesi için var.
***
Sabah namazından sonra Hıra-Nur Dağı'na doğru çıkmaya başladık, yolculuğumuz yaklaşık kırk beş dakika sürdü. Dağa çıkmak genç insanlar için problem değil fakat yaşlılar için çok zor, dik bir yokuş. Sevgili Nebi, Hıra-Nur Dağı'na, vahyin başlamasından çok önceleri çıkmaya başlamış. Neden burası sorusunun cevabını arayınca insanın aklı karışıyor, tepeye varınca bu sorunun cevabını düşünmeye başladım. Rivayetlere göre Hz. Hatice annemiz de bazen Hz. Peygamber'e azık getirmek için bu süre içinde bu dağa ilerlemiş yaşına rağmen çıkmaktaymış.
Yüce Allah, Hz. Peygamber'i alacağı vahyin yüküne hazırlamış, arayış içinde Hz. Peygamber'i buraya getiren, Rabbimizin yönlendirmesi olmalı diye düşündüm. Yoksa bir insan neden buraya gelip çıksın, bu zorluğu, bu yorgunluğu niye çeksin ki? Günlerini yarı aç, yarı tok, susuz burada niye geçirsin ki? Bu zorluğu çekmesi, bir arayış içinde olduğu anlamına gelir.
Hıra-Nur mağarasının arka tarafında küçük pencereden Kâbe'yi görebiliyorsunuz. Dağın tam tepesinde ise güneşin doğuşu bambaşka, oturup izlemeye değer. Her şeyden önemlisi ise, Hz. Peygamber'in vahyin ba şlamasından önce aylarca günlerini burada geçirmiş olması ve yüce Allah'ın insanlığa indirdiği kurtuluş kitabı Kur'an'ın ilk ayetlerinin burada inmiş olması.
***
Tekrar Kabe'deyiz. Tavaf'a başlıyorum. Kâbe'de ilk adımları atarken, öğlen sıcağında ilk yağmur damlaları düşüyor başıma. Ben döndükçe yağmur hızlanıyor, bir anda Kâbe'nin her yanında rahmet yağmurları… O kadar çok, o kadar yoğun ki, tavaf yaparken sırılsıklam oldum. Tepeden tırnağa ıslandım. Bu kadar sıcak iklimde bir daha böyle bir yağmura denk gelmek herhalde mümkün olmazdı. Bu kadar güzel bir yağmurun altında tavaf namazı kılmak bir daha nasip olmazdı belki de. Bunun sevinciyle ellerim havada, Kâbe'nin etrafında…
Yağ yağmur yağ;
Günahlarımızdan arındır bizi,
Sabır taneleri ol üzerimize.
Ümmetin gözyaşını sil,
Kanayan yarasını temizle.
Yağ yağmur yağ;
Kötülükleri yıka,
Saflığa temizliğe aç kalplerimizi.
Gerçek karde şliğini hatırlat
Etrafında pervane gibi dönenlerin.
Yağ yağmur yağ;
Ölü bedenleri dirilt,
Yürekleri filizlendir.
Hayat boyu yürüyeceğimiz yollara,
Dağlara ve ovalara…
Yağ yağmur yağ;
Allah'ım! İlim ve takva sahipleri kıl bizi,
Şirkten, zulümden uzak tut kalplerimizi.
Yağ yağmur…
***
Ve günlerce süren muhabbetin, sohbetin ve Kur'an okumalarının ardından şunları düşünmeye başladım: İslam ümmetinin dirilişi baba ocağına dönmekle ve o eve (Beytullah'a) sahip çıkmakla başlar. Eğer eviniz elinizden alınmışsa gidecek yeriniz yoktur ve gideceğiniz her ev size yabancıdır. Yani diriliş babaocağından başlar. Müslümanların Hac ve Umre gibi ibadetlerini bilinçli ve şuurlu bir şekilde yerine getirmesi çok önemli. Müminler, Kâbe'nin etrafında el ele tutuşup kardeş olmalı ve memleketlerine döndüklerinde bir sonraki yıl neler yapacakları konusunda konuşmalılar. Hz. Peygamber'in vermiş olduğu o yirmi iki yıllık mücadeleyi tekrardan hatırlayıp, kendi hayatlarının muhasebesini ona göre yapmalılar.
Kabul olmuş bir Hac ya da Umre ibadeti, dirilmiş bir hayat, dirilmiş bir ülke, dirilmiş bir dünyadır.
Yani, ümmetin birliği ve dirliği baba (Adem) ocağından, Allah'ın evinden başlar.
Selam ve dua ile…