Coşkun UZUN

06 Aralık 2010

HİCRET: YOL ve YOLCULUĞUN ADI

Sana bir kitap indiriliyor, gereği gibi bilmiyorsun, O’nu anlamak için meâlini okumuyorsun, içinde ne yazdığından haberin yok, hayatına uygulamıyorsun, Kur'an ahlâkıyla ahlâklanmıyorsun!

 

Sana bir Peygamber gönderiliyor, O’nun çektiği çile ve eziyetlerden, kulluk, mücadele ve örnekliğinden, Hicretinden, Tevhidî kaygılarından, sana verdiği kıymet ve bıraktığı Nebevî mirastan haberin yok!

 

Peki sen ne işe yarıyorsun ey müslüman!

 

Hicret

 

Hicret; Toplumsal Tevhidi Dönüşüme Zemin Hazırlamak İçin, Yüreklerde ve Hayatta Allah(cc)’ın istediği Vahiy İnkılâbını Gerçekleştirme iradesi ve kararlılığıdır.

 

Hicret, İmanî ve İbadî bir Sorumluluktur. Tağuttan Kaçınıp Yalnız Allah’a Kulluk Etmek, Şirkten, İfsaddan, İsyandan, Zulümden Uzaklaşıp, Tevhid ve Adaleti İkame Etmek ve Hayatın Tümünde İmar-Islah Çabasını Sürekli Kılmaktır.

 

Bütün bâtıl ideolojileri, tâğutî düzenleri, câhiliyye âdet ve anlayışlarını reddedip, İslâm dışı tüm dünya görüşlerinden ayrılan, onları terk eden, şirkten, tâğuttan kaçınan kimsedir muhâcir ve hicret bu eylemleridir.

 

Hicret, Müslüman’ın imanının gereklerini özgürce yaşayabileceği gerçek vatanını araması, adalet ve özgürlük arayışıdır.

 

Hicret aynı zamanda Berâettir. Ayrılış ve Kopuştur! Yönelmek ve yön değiştirmektir!

 

Dini siyasetten ayrı kabul edip devleti dinden, dini de devletten ayıran, grupçu, partici, ağabeyci, üstadcı, sahte kahraman ve şeyhlerin izinden gitmeyi şeref sayan, dâvâ için her yolu meşrû gören, hizmet için her tavizci fetvâya uyan, putlara ve putçulara yardım eden,  Müslümanım demek varken; türküm, milliyetçiyim, mukaddesatçıyım, demokratım, şu partidenim, bu tarikattanım demeyi tercih eden, doğduğu/doyduğu yeri putlaştıran, ümmetçi değil, ırkçı olan, millî/ulusal simgeler, sınırlar ve tarihle gurur duyan, namaz ve tesbihle, virdlerle yetinen, kapısına/kalbine kadar gelen tehlikeden haberdar olmayan, bazı küçük tamir ve ıslahatlarla yetinerek, Allah'ın yanında, başkalarını da memnun etmeye çalışan irade ve anlayışlardan Allah(cc) için vaz geçip bütün bu olumsuzlukları terk etmenin adı Hicrettir!

                                         

Hicret Edenler Allah Tarafından Övülürken, Etmeyenler Cehennem Ateşiyle Uyarılmışlardır.

Bilmeliyiz ki hayat; Hicret, iman, ibadet, cihad ve şehadettir.

İman, İbadet, Cihad, Şehadet Bilinciyle Mekke’sini İnşa Edemeyenin Medine’si Olamaz.

Hicret, kulluk ve risalet yolundaki en kritik, izzetli ve onurlu yolculuktur.

Bu dünyada yaşanmış ve yaşanacak olan yolculuk ve göçlerin en ideali, övüleni ve en büyüğüdür.

"İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanların, Allah katında dereceleri daima büyüktür. İşte kurtuluşa erenler onlardır." (9 Tevbe 20)

 

Onca zulmün ve sıkıntının üzerine evini barkını terk edecek kadar güçlü olamayanlar ve çeşitli bahanelerle hicret etmeyip, Mekke'de kalanlara Allah(cc) şu uyarıda bulundu: "Melekler kendi kendilerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman derler ki; 'Neyde idiniz?' Onlar 'Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (mustazaflar) idik' derler. (Melekler de:) 'Onda hicret etmeniz için Allah'ın arzı geniş değil miydi?' derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır o." (4 Nisa 97)

 

Bilmeliyiz ki, öncelikle ve bir an önce, bu uzun yolculuğumuzda ihtiyaç duyacağımız yakıtımız, güç ve motivasyon kaynağımız olacak içimizdeki/özümüzdeki değişimi/hicreti gerçekleştirmemiz gerekmektedir. Unutmayalım ki, ‘Bir topluluk kalplerindeki, özlerindeki durumu, değerleri değiştirmedikçe, Allah onlar üzerine verdiklerini ve onların durumunu değiştirmez…’ (13 Ra’d 11, 8 Enfâl 53)

 

"... Bundan dolayı kavminin cevabı: ‘Öldürün onu, yahut yakın onu!’ demelerinden başka (bir şey) olmadı. Allah da onu (İbrahim'i) ateşten kurtardı. Şüphe yok ki bunda iman edecek zümreler için herhalde ibretler vardır. De ki: ‘Siz dünya hayatında birbirinizle (müşriklik hususunda) dost olduğunuz için Allah'ı bırakıp ancak heykellere tutundunuz. (Fakat) bilâhare kıyamet gününde kiminiz kiminize küfür, kiminiz kiminize lânet edecektir. Barınacağınız yer ise ateştir. Sizin (o vakit) hiçbir yardımcınız da yoktur.’ Bunun üzerine kendisine Lût iman etti. (İbrahim) dedi ki: `Hakikat ben Rabbime hicret edeceğim. Şüphe yok ki mutlak ve galib, tam hüküm ve hikmet sahibi O'dur." (29 Ankebût 24-26)

 

Yol ve Yolculuk

 

Hicrette asıl amaç, İslami Mücadeleyi Mekke’mizin dışına taşıyıp, Allah(cc)'ın hükümlerinin geçerli olduğu yepyeni bir düzene ulaşıp, Müslümanları pasif konumdan çıkarıp aktif unsur kılma yolunda kalıcı ve kuşatıcı adımlar atmaktır. Eğer Hicret sadece bilinen belirli tehdit, tehlike ve risklerden kaçış olsaydı, o zaman gidilen yerlerde yeni risk ve olası tehlikeleri davet eden tevhidî duruş ve direnişler asla gerçekleştirilmezdi. Halbuki her hicret bir inkılâbdır.

 

Ali Şeriati’nin ifadesiyle "Hicret, ilk önce nefislerimizdeki her türlü gayri İslami anlayış ve duygulardan arınmak, amellerimize yerleşen gayri İslami davranış ve alışkanlıkları terk etmektir.” “Hicret bir kaçış değildir. Aksine kafirlere ve zalimlere terk edilen haklarımızı geri almak, mücadelenin şartlarını yerine getirmek için hazırlanmaktır. Yani geri dönüş ve hesap sorma eylemidir hicret…”  Hicret ne bir pes ediş, ne de bir küfürden kaçış idi. Fakat hicret, imkânların tükendiği yerden yeni imkânların üretileceği, yeni açılımların gerçekleştirileceği, yeni projelerin uygulamaya konacağı yerlere varmaktır.

 

Hicret, Müslüman için hiçbir zaman kaçış değildir. O, mutlaka zulme ve eziyete uğradıktan sonra imanı korumak, Din’i yaymak veya kendisinden hicret edilen yere tekrar muzaffer bir şekilde dönerek, orada Tevhid’i bir inancı yerleştirip gerçekleştirmek için yapılır. Bu amaçla hicret edenleri Allah(cc), yeryüzünde yerleştirip, kendilerine imkân vermeyi vaad etmiştir. “Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse âhiretin mükâfâtı elbette daha büyüktür.” (16 Nahl 41)

 

Örnek Hicretler

 

Ashâb-ı Kehf’in Hicreti Ashab-ı Kehf-mağara ashabı genç/yiğitler tâgûtî bir iktidarın yönetimi altında yaşayıp, imanlarını gizlemekten, baskı, dayatma ve zulümlerle iç içe kalmaktan hayâ etmişler ve bir çıkış ve çare olarak Allah(cc)’a sığınmaları sonucunda girdikleri bir mağarada İslâm'ı yaşamaya çalışmışlar ve Rabbimizin güç ve kudretinin bir ayet ve nişanesi olarak hep öylece anılacaklardır.

 

Hz. İbrahim'in Hicreti Hz. İbrahim Putperest kavminin işkencelerine karşı sürekli sabır ve metanetle karşı koymuş, Risalet ve Nübüvvet görevini sürdürerek, Allah(cc)’ın dinini tebliğ etmiş, daha sonra da Allah(cc)’ın dinini yaymak için kendi kavminden uzaklaşmıştır.

 

Habeşistan Hicreti Mekke ortamının can yakıcı baskı, dayatma ve işkenceleri karşısında zor durumda kalan Müslümanlara bir nebze olsun rahat nefes alabilmeleri imkânını veren bu tarihi hicretten çıkarılacak en büyük ders, hicretin tarihin belirli bir dönemine ait bir durum veya olay olmadığı, gerekirse yine her zaman ve ortamda Müslümanların, ev, bark, çoluk, çocuk, eş, iş aş ve yurtlarını terk edip başka diyarlarda dinin tebliği ve yaşanması için bir arayış ve adanış için yola çıkmaya daima hazır olması gerektiğidir. Bu hicret aydınlığa, kurtuluşa, İslâm’ın nûruna, İslâmî tebliği en uzak yerlere kadar götürebilme imkânına, Allah(cc)’a hakkıyla kulluk yapma fırsatına uzanan bir yolculuktur.

 

Hazreti Adem ve Havva’nın hicretleri, Nuh(as)’ın, Lût(as)’ın, Musa(as)’ın, Yusuf(as)’ın, Muhammed(sav) ashabının hicretleri, çocuğun anne karnından hicreti, suların, balıkların ve kuşların hicreti, mevsimlerin hicreti, yağmur ve karın, meleklerin ve insan ruhunun hicretleri, tefekkürü gerektiren ve bu yolculuğu gereğince idrak etmemize yarayan örneklerdir.

 

Hak-Bâtıl savaşı sürdükçe ve hicret edilecek bir mekân oldukça yeryüzünde hicret her zaman devam edecektir. Hicret; hem İslâm Dininin hayat düsturlarına göre yaşama hürriyeti bulunmayan küfür yurdundan Kur’an ve Sünnet yönetiminin hâkim olduğu İslâm yurduna göç etmektir. Hem de, Allah(cc)’ın ve Peygamberinin yasakladıklarını terk etmektir. En fazîletli hicret, Allah(cc)’ın haram kıldıklarını terk etmek, helâllere yönelmek, diğer insanları da başta şirk ve zulüm olmak üzere tüm haramlardan, fitne ve fesattan uzaklaştırmaya çalışmaktır.

 

Olması Gereken

 

Fıtrat ve Tevhid’e isyan içeren yanlış/ters Hicreti bırakıp, Kur’an’a Hicreti kendi içimizde ve kardeşlerimizle aramızda yeniden yaygınlaştırmalı, Üretilmiş Sunî ve Beşeri İpleri Acilen Terk Edip, İndirilmiş İlâhî Tutamak Hablullah’a Topluca Sarılmalıyız!

 

Müslümanlar, aynı Peygamberleri gibidirler. Bu yüzden asla tarafsız, nötür, objektif, sivil veya renksiz olamazlar. Tarafları bellidir. Allah(cc)’ın emrettiği gibi dosdoğru yol üzeredirler. Hak ve adaletten yanadırlar. Yeryüzünün ve insanlığın halini, dünyanın gidişatını şerlerden Hayra, şirklerden Tevhide, bid’at ve hurafelerden Hakk’a, zulümlerden Adalete, beşerîliklerden İlahî olana, teslimiyet ve zilletten Direniş ve İzzete dönüştürmekle mükelleftirler.

 

Zaten La ilahe illallah demek, yeryüzünün bu güne kadar duyduğu ve bundan sonra da duyacağı en büyük, en siyasi, en iddialı inkılâbî sözünü söylemektir. Tarafını belirlemek, kime dost, kime düşman olduğunun açıkça ilan edilmesidir. Allah(cc)’dan başka her türlü İlahı, ilahlaşanları, ilah taslaklarını, zalimleri ve tağutları her türlü ortam ve şart altında açık, net ve peşinen reddetmek, yalnızca ve yalnızca Allah(cc)’ın hüküm ve otoritesine sığınmak hicrett’tir.

 

Evet, Hicret!

Bir zulüm düzenlerinden, inisiyatifi ele alacağımız mekân ve ortamı, düzeni oluşturmak üzere; kafalarımıza, gönlümüze, zorla eğitim, bilim, çağdaşlık  adıyla yıllardır enjekte edilen küfür tohumlarını temizleyip, fıtratımıza hicret ediyoruz!


Bizlere dayatıp vicdanlarımızı, kalplerimizi ifsat ettiğiniz putlarınızdan Alemlerin Rabbine hicret ediyoruz!


TV Kanallarınızla kanalizasyona çevirdiğiniz evlerimizden, Allah(cc)'ın, adının, kitabının, anıldığı,  anlatıldığı, anlaşıldığı evlerimize hicret ediyoruz!

 

Kendi nefislerimizde başlattığımız bu hicretle kalplerimizi Kâbe, bulunduğumuz yerleri Medine, zulüm altındaki tüm yurtları Mekke addediyoruz!

 

Hafta sonu veya Kandil Geceleri müslümanlığından, Cuma ve Bayram müslümanlığından bir an önce sıyrılıp çıkıyoruz!

 

Kimliğimiz Muhacir ve Muhaliftir

 

Hz. Muhammed(sav), Allah(cc) tarafından Peygamber olarak görevlendirildikten sonra, müstakbel İslâm Devletini; getirdiği davete icabet ederek hidayet bulan ve cahiliyyeden kurtuluşa eren Müslümanlarla birlikte kurmayı hedefleyen, içinde yaşadığı Mekke toplumunu ekonomik, sosyal, siyasî, akidevî, ahlakî temelleri itibariyle ve tam anlamıyla İslâm’a ve Kur’an’a dayandıran, hiçbir konuda tarafsız kalmayan, tamamen İslâmî-Siyasî bir kişi ve kimlikti. Sıradan bir Mekke vatandaşı değil, bir Peygamber, siyasî bir lider, İslâmî toplumu inşa edecek olan bir mücahid ve dava adamıydı. İbadeti Siyaset, Siyaseti İbadet olan bir baş öğretmen ve önderdi. Artık O’nun soluduğu her nefesi, attığı her adımı, içtiği her damla suyu, verdiği selâmı bile siyasî idi ve sadece Müslümanlar tarafından değil aynı zamanda Mekke’li müşrikler tarafından da açıkça bu şekilde anlaşılıyordu.

 

Muhammed (s)'ın Mekke'deki cahili düzene karşı muhalif bir duruş sergilemiştir; Hz. Peygamber’in getirdiği mesaj, kendisine has yeni değerler sistemi içeriyordu. Yasası-anayasası olan; sosyal, siyasal, ibadî, ekonomik hayatın bütün alanlarını kuşatan kurallar öngörüyordu. Muhammed (s)'ın işe öncelikle, toplumu ayakta tutan temel ideolojinin, kuruluş ilkelerini ve meşruiyetini eleştirerek başlamasına, dikkatle bakılmalıdır. O, asla eski yapıyı ayakta tutucu veya tamir edici bir niyet ve söylemde bulunmamıştır. Eski yapıyı kökten değiştirici ve yeni bir toplum inşa edici olarak ortaya çıkmıştır. Mekke’lilerce bilinip belli olmuştu ki, Muhammed(sav), bozuk topluma katılmaya değil, hasarlı yanlarını tamire niyetli değil, içerden bir muhalefeti ve dolayısı ile bazı noktalarda onlarla uzlaşmayı değil, tam aksine toplumun kurucu ve ayakta tutucu cahili temellerine esastan muhalefet ederek değiştirmeyi, dönüştürmeyi ve yerine yeni bir toplum inşa etmeyi hesaplıyordu. Yani muhalif bir hareketti. Peygamberler hep, muhalif oldukları beşerî sistemleri tamamen değiştirmeyi hedeflemişlerdir.

 

Bizler devlet dahil hiç bir kurum ve gücün, nasıl düşüneceğimizi, neye, ne kadar inanacağımızı, nasıl bir hayat yaşayacağımızı, nasıl giyineceğimizi ve çocuklarımızı nasıl bir eğitime tabi tutacağımızı belirleme yetkisinin olmadığını biliyor, kendimize ve çocuklarımıza ideoloji ya da resmi din dayatılmasını, asla kabul etmeyeceğimizi, Devlet Tanrısı'na ve Resmi İdeoloji İlahı'na inanmadığımızı ilân ediyor, “O halde, kafirlere itaat etme. Onlara karşı bununla (Kur’an’la) büyük bir cihat yap.” (25 Furkan 52)  hükmüne teslim olarak, hicret edilmesi gereken noktaya hicret ediyoruz.

 

Gerektiğinde bizler de bu çağda ve zamanda, belki mekân olarak değilse bile; yol, anlayış, metod, alışkanlıklar ve imkânlar noktasından, ortam, algı ve anlayışlardan, kavrayış, zihniyet ve dostluklardan, yapa geldiklerimizden hicret etmek durumunda kalabiliriz! Hattâ; Haramlar, isyanlar, bayağılıklar ve yanlışlardan, helâllere, itaat, fazilet, erdem ve doğrulara yönelik bir hicreti her zaman için gerçekleştirebilmeliyiz. Hayatın kendisinin de bir çeşit hicret oluşunu, her an bir başka hale doğru akıp gittiğimizin farkına varıp bu akışı hayrımıza, ıslahımıza, kurtuluş ve zaferimize giden Hicrî bir koridor ve çıkışa dönüştürmenin uyanıklık ve arayışı içinde olmalıyız!

 

Mademki, çağın putları İbrahimleri bekliyor, mademki Kur’an Nesli’nden Kur’an Toplumuna doğru gideceğiz, Bizler de; İbrahim’ce bir tevekkül ve İsmail’ce bir teslimiyetle, Hacer’ce bir gayret gösterecek ve Muhammedî bir duyarlılık ve mücadelenin ardından;

 

Beşerî olandan İlahî olana, Nefsanî/Şetanî olandan Rahmanî olana, Özel’den Genel’e, Birey’den Ümmet’e, İstişare ve Murakabe’ye, Sistem içilikten Muhalif’lik, Muuvahhid’lik ve Özgürlüğe, İlkesizlikten İlkelere, Aceleden Tedrîcilik ve Sabra, Dileniş ve Zillet’ten Direniş ve İzzet’e, Ücret ve Karşılık’tan Ecir ve Sevaba, Zan-Hevâ ve Heves’ten Vahiy ve İlme, İsyan’dan İtaat’a, Haram’dan Helâl’e, Ruhsat’tan Azimet’e, Fetva’dan Takva’ya, Tarikat’ten Şeriat’e, Tasavvuf’tan Ahlâk’a, Anmak’tan Anlama’ya, Umutsuzluk’tan Ümide, Durağanlık’tan Hareket’e, Dil’den Kalbe, Söz’den Öz’e, Taklit’ten Gerçeğe, Uyku’dan Uyanıklığa, Edilgen’likten Etken’liğe, Rehavet’ten Cihad ve Şehadet’e, Mezhepçilik veya Mezhepsizlik’ten Mezhebliliğe, İfrat ve Tefrit’ten İtidâl ve Denge’ye, Coğrafîlik’ten Evrenselliğe, Dilbirliğinden Dinbirliğine, Dinler Arası Diyalog ve Hoşgörü’den Müslümanlar Arası Kardeşlik ve Dayanışma’ya, Arkadaşlık’tan Kardeşliğe, Ayrışmak’tan Aynîleşmeye, Ayrılık’tan Vahdet’e, Birlik’ten Dirliğe, İslamizasyon’dan İslâmlaşma’ya, Hamd, Şükür, Tevekkül ve İstikamet’e, Mekke’lerden Medine’lere, Demokratik ve Bürokratik olandan Tevhidî ve İnkılâbi olana, İdeoloji’lerden Kur’an’a doğru Hicret edeceğiz!

 

Bütün bu duygu ve düşünceler içerisinde; “Her kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde barınabileceği birçok yer bulacak, bereketli bir hayata kavuşacaktır. Kim de Allah’a ve Rasûlü’ne hicret etmek amacıyla evinden çıkar, ancak vefat ederse, onu ödüllendirmek Allah’a düşer. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” (4 Nisa 100) mealindeki müjdeyi hatırlıyor ve henüz içinde bulunduğumuz Hicrî yılbaşı ve ona bağlı olarak gelişecek olan atmosferin İslâm ümmetine izzet, bereket ve hayırlar getirmesini diliyor, bizleri Muharrem ve Hicret’in çocukları olarak yetiştirmesi, Zilhicce’ye tekrar ve imanla ulaştırması için Rabbimize dûa ediyor, Mekke’lerimizi Medine’lere çevirebilmek ve Mekke’leri tekrar fethederek, Muvahhidçe bir kulluk ve iman mücadelesi verebilmek için bizlere güç ve kuvvet bahşedeceğini umarak, zaman ve mekândan münezzeh olan Allah(cc)’a ve O’nun son nebisi Hz. Muhammed Mustafa(sav)’in sahih yoluna Hicret ediyoruz İnşaAllah!