Şinasi ULUDOĞAN

06 Eylül 2014

İNSANLIK İÇİN ÇAĞLARIN VEBASI: DÜNYEVİLEŞME

Yazımıza böyle bir başlık attık. Çünkü baş döndürücü bir şekilde yaşamış olduğumuz ve nasıl gelip geçtiğini fark edemediğimiz son 10 yılın sonunda ortaya çıkan vahamet beni böyle bir başlık atmaya sevketti.

Her ne kadar birçok kardeşimiz birçok dergi ve gazetelerde dünyevileşme konusunda sürekli uyarılar yapıyor olsa da gelinen bu aşama da özelde tüm Müslüman kardeşlerimize genelde de tüm insanlığa böyle bir uyarı, ikaz ve hatırlatma yapmanın faydalı olabileceğini düşünüyorum.

Evet, dünyevileşme büyük bir hastalıktır. Tıpkı veba virüsü gibi bulaşıcıdır aynı zamanda. Veba hastalığının kaynaklarından biride farelerdir. Farelerin en büyük özelliklerinden biri de “tekasür” yapmalarıdır. Yani biriktirmeleridir.

İşte insanda Müslüman olsun olmasın böyle bir hastalığa her zaman açıktır ve en zayıf olduğu bir durumda bu hastalığa yakalanabilir. Dolayısıyla insanları manen öldüren bu hastalığa karşı insanların içinden elçi olarak seçilen Resuller sürekli uyarılarda bulunmuş bu hastalıkla nasıl mücadele edileceğinin en güzel örneklerini ortaya koymuşlardır.

İnsanlığa Resul olarak gönderilenlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed’de sürekli bu konuya dikkat çekmiş 23 yıllık vahiy eksenli yaşantısının özellikle son on yılında elde edilen maddi kazanımların onun hayatında lükse ve israfa dönüşmemesini yaşantısında en güzel şekilde göstermiştir.

 Hem birçok ayette hem de birçok hadiste sürekli vurgulanan bu hakikat bizlere gelip geçici olana değil ebedi ve güzel olana yani Allah rızasını ve onun sonucu verilecek saadet yurdunu yani cennetleri kazanmanın kati ve kesin doğruluğunu hatırlatmaktadır.

“Dünya hayatı, oyundan ve eğlenceden başka bir şey değildir. Oysa günahlardan sakınanlar için Ahiret yurdu daha hayırlıdır. Buna aklınız ermiyor mu?” En’âm Suresi 32. Ayet   “Bu dünya hayatı oyundan ve eğlenceden başka bir şey değildir. Asıl hayat ahiret yurdundaki hayattır. Kâfirler keşki bunun bilincine varsalardı.” Ankebut Suresi 64. Ayet. “Biliniz ki: Dünyâ hayât bir oyun, bir eğlence, bir süs ve aranızda bir tefahur ve mal-ü evladda birçokluk yarışından ibarettir, bir yağmur temsili gibi ki otu rençberleri imrendirmiştir, sonra heyecana gelir, bir de görürsün sararmıştır, sonra da olur bir çörçöp, âhırette ise şiddetli bir azâb bir de Allahdan bir mağfiret ve rıdvan vardır. Dünya hayât bir aldanış metâından başka bir şey değildir” Hadid Suresi 20. Ayet. “İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Hâlbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır. (Al-İmran Suresi  14.ayet)

 Allah Resulü Hz. Muhammed "Ümmetimin yahudileşmesinden korkuyorum" buyurmuşlardı. Sahabe nedir ya Resulullah bu yahudileşme diye sorunca cevap olarak ümmetimin mal, makam mevki yani dünyaya düşkünlüğü olarak cevap vermişti.

21 yüzyılın ilk çeyreğini yaşadığımız bu dönemde ülkemizde, İslam âleminde ve genel olarak dünyada yaşanan tüm olumsuzlukların temelinde enerjiden tutunda gıdaya, teknolojiden tutunda yeryüzündeki görünür görünmez tüm kaynaklara tek başına sahip olabilmenin mücadelesini görüyoruz.

İslam âlemi kendi arasındaki muhtelif sebeplerden dolayı ortaya çıkan çatışmalarla boğuşa dursun emperyalist ve kapitalist batı ve doğu ülkelerinin güçlü olanları istiyorlar ki tek başlarına tüm dünyayı kendileri zapt etsin.

Tüm bu olumsuz gerçekler içinde kendi iç eleştirimizi de yapmanın zarureti daha fazla ortaya çıkmaktadır. Dünyevileşme konusunda yerden yere vurduğumuz emperyalist ve kapitalist tüm ülkelerin hırsları bir hortum misali bizleri yutmaya çalışırken İslami hareket mensuplarının son on yılda olumsuz anlamda geçirmiş oldukları değişimide göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

Burada şu hususu ayrıca hatırlatmanın yanlış anlamaları ortadan kaldıracağını da umuyorum. Sakın ola ki dünyevileşme konusunda gerek ayetlerden gerekse hadislerden yola çıkarak yapmış olduğumuz eleştiriler, dünyadan tamamen el etek çekmeyi önermemekte bilakis dünyanın süsüne ve ziynetine teslim olmak ve onun boyunduruğu altına girmek yerine ona Allah’ın rızasına uygun bir şekilde hükmetmeye ve onu kontrollü kullanmaya yöneliktir.

Sadede gelecek olursak kökten dinci, Radikal, fundamentalist diye tanımlanan ama temelde vahiyle inşa olmayı ve olunmayı önceleyen birçok kesimin ekseriyeti 28 Şubat sürecinden sonra dağılıp kaybolup yok oldular. Özellikle taşrada iken vahiy ve sahih sünnet telakkisine vurgu yapmaktan ve tevhid ve adalet kavramlarından ve şeri devletten vazgeçilemeyeceğini savunan birçok kişi ve guruplar taşraları terkedip büyük şehirlerde yaşamaya başladıktan sonra tüm bu ilkelerinden vazgeçmişe benziyorlar. AKP'nin 2002’ deki iktidarından sonra son 12 yılda bu kesimlerin büyük çoğunluğu sanki ülkeye şer’ii bir hukuk sistemi gelmiş ve yöneticiler Allah'ın indirdikleriyle hükm olunuyor ve hükmediyor gibi görmeye başlamışlardır. Geçmişten beri mala, mevkiye, kariyer ve karizmaya olan açlıkları onların geçmişte sahiplendikleri yada sahipleniyor göründükleri ilkeleri tıpkı Hz Ömer'in Müslüman olmadan önce helvadan yapmış oldukları putları acıkınca yemeleri gibi bir gerçeği de ortaya çıkarmıştır Büyük şehirlerde elde ettikleri mal makam mevki kariyer ve karizmanın verdiği rahatlıkla ritüel ve bireysel olarak belki daha fazla dindarlaşılmış olunabilir ama şer’ii hukuk sistemini isteme gibi bir arzunun isteğin ve bunun için bir gayret ve çabanın olmadığı ve olmayacağı da bu kesimler açısından bir gerçektir. Burada büyük şehirlere gidip te taşrada iken sahiplendikleri vahyi ilke ve prensiplerine bağlı kalan ve gereğini yapma konusunda taviz vermeyen kişi ve gurupları tenzih ederim. Lakin Vezirül azam Hilafetül Muazzam Sultan Tayyib Erdoğan’ın ve iktidarının varlığı mal makam mevki kariyer ve karizma elde eden bu kesimlerin bulundukları yaşam ortamlarında ömürlerini <huzur, mutluluk ve refah> içinde sürdürmelerine imkan vermekte ve onlarda bunun keyfini yaşamaktadırlar. Ancak şu da bir gerçektir ki geçmişte sahip olduğunuz vahiy temelli ilkeleri dünyevi bir takım menfaatler karşılığında yemiş olmanız karınlarınıza ateş doldurmaktan başka bir şey değildir. Bu ateş size cehennem olarak yetecektir. Belki bu eleştirilere bazıları" ben elde ettiklerimi kendim kazandım İktidardan bir yardım almadım diyebilir. Ama bu da neticede enaniyetcilik anlamına gelen " ben kazandımcılıktır ve şeytanın insanı başka bir yönden iğvasıdır. Elde etmiş olduğunuz mal makam mevki kariyer ve karizma uğruna harcamış olduğunuz maddi ve manevi kaynakları geçmişte savunduğunuz vahiy temelli ilkelerin neşvu neva etmesi için harcamış olsaydınız zaten şimdi o konumlarda olamazdınız. Tüm bu eleştiriler elbette ki taşralardan büyük şehirlere gidip te kayış atanlar için değildir. Taşrada bulunup ta hala eski tas eski hamam üzere olanlara da benzer eleştiriler getirilebilinir. Ama büyük şehirlere giden bu İslami düşünce sahiplerinde bu durum çok daha fazla ön plana çıkmaktadır. Netice itibariyle gelinen son tahlilde Hz Muhammedin, insanı vahyin anlattığı şekilde tanıması, bilmesi ve görmesi sonucu sarf etmiş olduğu dünyevileşme gerçeği her zaman ve her mekânda tüm insanlığın en büyük hastalığıdır. Zira dünyayı savaşa ve cehenneme çeviren olayların temelinde yatan gerçeklerin en önemlilerinden biride insanların toplumların devletlerin tamamen dünyaya olan aşırı bağlılıklarıdır.

Son söz olarak aşağıya alıntıladığım hadislerin sıhhat ve sağlamlığı ve içeriği konusunda bir takım eleştiriler gelebilir. Ancak genel itibariyle verdiği mesajlar konumuza ışık tutmaktadır.

 “Hz. Ömer şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber'in huzuruna girdim. Bir hasırın üzerindeydi. Yanına oturdum. Baktım ki Hz. Peygamber'in üzerinde bir izar vardı. O izardan başka bedeninde giyecek bir şey yoktu. Baktım ki hasır onun yanlarında iz bırakmıştı. Kaldığı odanın bir köşesinde tahminen üç dört avuç kadar arpa ile bir miktar selem ağacının yapraklarından duruyordu. Duvarda da bir deri parçası asılıydı. Bu manzarayı görünce dayanamadım, gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Kendimden geçer gibi oldum. Hz. Peygamber bana "Ey Hattab'ın oğlu! Seni ağlatan nedir?"dedi. Ben de, "Ey Allah'ın Peygamberi! Nasıl ağlamayayım? İşte hasır, senin yanlarında iz bırakmıştır. İşte senin kilerin. Ve gördüklerimden başka içlerinde bir şey yoktur. Kisra ve Kayser, ırmaklar, meyveler ve dünyanın nimetleri içinde yüzerlerken, sen Allah'ın Peygamberi ve seçkin bir kulu olduğun halde bu durumda mı olmalıydın? Dedim. Hz. Peygamber "Ey Hattab'ın oğlu, onlar kral bense bir kulum. Razı değil misin, ahiret bizim, dünya onların olsun?"buyurdu (1).

Hz. Ömer şöyle anlatıyor: "Rasûlullah'tan izin isteyerek huzuruna girdim. Hz. Peygamber küçük bir odada, bir çuval üzerinde yatıyordu. Vücudunun bir bölümü de topraktaydı. Başının altında lif dolu bir yastık vardı. Baş uçunda yarı tabaklanmış bir deri asılıydı. Odanın köşesinde de bir miktar selem ağacının yaprakları duruyordu. Ona selam verdim, oturdum ve "Sen Allah'ın peygamberi ve seçkin kulu olduğun halde Kisra ve Kayser altından yapılmış tahtlar üzerinde oturuyorlar, ipekten yapılmış elbiseler ve yataklar kullanıyorlar"dedim. Hz. Peygamber "onlara gelince, lezzetleri onlara peşin verilmiştir. Fakat neredeyse kesilip bitmek üzeredir. Bize gelince, biz bir kavimiz. Bizim lezzetlerimiz ahirete bırakılmıştır"dedi (2).

Hz. Ömer Rasulullahın huzuruna girdi. Peygamber bir hasırın üzerinde yatıyordu. Hasır peygamberin yanlarında iz bırakmıştı. Hz. Ömer "Ey Allah'ın Rasûlü! Bundan daha yumuşak bir yatak edinseydin olmaz mıydı?"dedi. Hz. Peygamber "Benimle dünyanın misali, sıcak bir günde bir ağacın altında bir saat istirahat ettikten sonra ağacı terkeden bir binici misaline benziyor"dedi (3).

1] İbn Mâce.
[2] HAkim, rivayet etmiştir. İbn Hibban da, Sahih isimli eserinde, Enes'den rivayet etmiştir, Terğib. V/161.
[3] Terğib, V/160; İbn Mâce ve Tirmizî, İbn Mec'ud'dan. İmam Ahmed ve Beyhâki, İbn Abbas'dan Tâberani ve İbn Hibban Hz. Aişe'den Terğib V/156: Mecma: X/327.