Coşkun UZUN
İSLAM KİMİNLE VE NASIL GELECEK?
Bizler; sorumluluk bilincini kuşanarak birer umut ışığı olmakla, umudu diri tutmakla, müslümanca şahitliklerimizle, tavizsiz kulluk duruşumuzla hayata mü’mince maya çalarak çevremize ve bizden sonra gelecek nesillere kalıcı ufuklar açmakla, Peygamberlerin bıraktıkları Tevhidî-Siyasî mücadele mirasını adım adım takip etmekle, zamanımız için mü’mince ve özgün projeler üretmekle, hep birlikte tavizsiz, uzlaşmasız, İnkılâbî, Nebevî yol ve yürüyüşlere çıkmakla emrolunmuş, mücadele bilincini canlı tutabildiğimiz ölçüde hür ve bağımsız kalabilen muvahhidler olmakla mükellef imanlı kişileriz. Bu yüzden Tevhidî imanlarımız bizlere, siyasi duruş ve mücadele bilincini getirip/gerektirmektedir.
Vatandaşlık ile kulluğu birbirine karıştırmayan, devletin, kişilerin, kurumların değil sadece Allah(cc)’ın kulu olan, devlet’ten, yasalardan, yasaklardan değil sadece Rabb’inden korkan, gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgemeyen, suç işlemekten değil, günaha düşmekten çekinen, yasaklarla değil, haramlarla kendisine çekidüzen veren, hapishanelerden değil, Cehennemden ürküp çekinen, yasallıktan değil, meşruluktan beslenen bir müslümanlıktır bizlerden istenen!
Rabbimizin bizlerden yürümemizi istediği yol bellidir. Allah(c)’tan başka İlah, Rabb, Otorite, Yaratan, Yaşatan ve Yöneten tanımamak, batıl ve şirk düzenlerini, tüm tağuti zulüm otoritelerini reddedip yalnızca Allah(c)’ın hükümranlığına boyun eğen bir azim ve iradeyi kararlılıkla ortaya koymak, statükoya ve zalimlere asla meyletmemek, Allah(c)’ın emirlerini/vahyin sınırlarını hiçbir şart altında eğip bükmemek, batıl ve şirkin değersizlik ve sembollerine karşı hiçbir zaman hoşgörülü ve hürmetli olmamak, Hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmemek, izzet ve şerefi hiçbir zaman asî zalim ve tağutların yanında aramayıp sadece Allah(c)’ın, Rasulü’nün ve Müminlerin yanında aramak, öğütle, hikmetle sabırla ve yumuşak davranıp, merhameti, şefkati, kardeşlik ve kuşatıcılığı asla elden bırakmamak, zalimle mazlumu, haklıyla haksızı basiret ve ferasetle birbirinden ayırmak, insanları müslümanlıkla şereflenip kurtulmaları için İslâm’a güzellikle davet etmek…
Şimdi kendi halimize ve etrafımıza mümkünse bir projektör tutarak biraz özeleştiri yapalım lütfen.
Acaba; Tasavvuf Müslümanlara ne getirmiştir diye hiç düşünmeden ‘Şeyh-Mürid Sistemi’ ve ‘Velî Kültü’ne sarılsak, erkeklerimiz ve kadınlarımız belirli giysileri giysek, uygun olan her mekâna bir külliye açıp insanları oraya davet etsek, ‘Hatemül-Evliya’ hûrafesine inanıp ‘Yazdırılma’ ucubeliğine bel bağlasak, Efendi hazretleriyle Rabıtamızı sağlam kursak, İslâm ve Hz. Peygamber(sav)’in eşsiz örnekliğine rağmen Tasavvufî bir Terminoloji oluşturup kendine özgü bir Velî ve Evliyâ kavramına kavuşsak, adabına uygun olarak Tevbe verip Virdimizi alsak, insanları kıymeti kendinden menkul kerametlere, Velîler(!)in, Gavs ve Kutupların ‘Kainatta Tasarrufu’ Şirk ve Hûrafelerini içeren sohbetlerimize davet etsek, Kur’an Âyetlerini meâllendirirken bile (utanıp sıkılmadan) mezhepten dem vurarak bir tür ‘Resmî-Millî Türk İslamcılığı’ yapıp kendi “Ehli Sünnet vel Cemaat” tanımımıza adeta ‘Din’ gibi sıkı sıkıya sarılsak, Kur’an’a uygun olup olmadığına bakmadan ballandıra ballandıra ‘Vahdet-i Vücud’ hikâyeleri anlatsak, Şeyhimizden izinsiz nafile namaz kılmayıp tespih dahi çekmesek, Kur’an-ı Kerîm bile okumasak, Kur’an’ın manasını gönlümüzle de olsa mülahaza edip düşünmekten sakınsak…..
Sorunlarımızı çözerek, Kulluk görevlerimizi yerine getirmiş, Rasûlüllah(sav)’in mübarek izini takip etmiş, Allah(cc)’ın dinine yardım ve hizmet ederek Rabbimizi razı etmiş olur muyuz sizce?
Acaba diyorum; daima yanı başımızda olan, aynı geçmişi, dili ve kültürü paylaştığımız, hizmet ve çalışmalarda refikimiz olması gereken, diğer yapı ve cemaatlere mensup komşu, arkadaş, akraba ve kardeşlerimiz dururlarken yeryüzündeki her ülkenin her karış toprağına “Barış Elçileri”mizle ulaşıp oralarda insanların Türkçe öğrenebilecekleri ilke ve misyon öncelikli değil dünyevî/maddi başarıya endeksli özel okullar/kolejler açıp, birçok kişiye ulaşarak “Dünyaya Açılan Barış Köprüleri” sayesinde Türkçe şarkılar ve türküler ezberletsek, teslis inançlarına, İncil tahrifatına ve Kur’an gerçeğine rağmen Ehl-i Kitabı Cennet’e layık görsek, her sokak ve köşe başında “Işık Evleri” açıp “Abiler" ve “Ablalar” zincirini ölümsüzleştirsek, “Dil Olimpiyatları”nı yedi düvele pazarlasak, ulaşabildiğimiz herkese “Kırık Testi”den içirip, “Kırık Mızrap”tan dinleterek Zamanının Bedîi’yle tanıştırsak, “Risaleler”i bildiğimiz bütün dünya dillerine çevirip hatmettirsek ve ezberletsek, kıtalar arası, deniz aşırı, okyanus ötesi ölçeğinde çalışarak Dinler(!), Medeniyetler ve Kültürler arasında din ve inanç diyaloğuna geçsek, “Türk Günü” ve “Yürüyüşleri” “Hoşgörü Sempozyumları” düzenleyerek, “Sır Kapıları”nı “Şubat Soğuğu”nda bile aralasak, Ergenekon’u ve Ergenekoncuları bulundukları her yerden deşifre ve tasfiye ederek onların yerine, Papa ve Vatikan’ın razı olacağı, Sam Amca’nın da destekleyecekleri, İran ve Filistin gibi bazı yaramaz ülkelerin, Hamas ve Hizbullah gibi terör(!) örgütlerinin temsil ettikleri yanlış İslâm anlayışlarının önüne geçebilecek, alfabe birliğimizi sağlayacak anlaşma, uzlaşma ve tavize açık, Amerikancı hizmet ve organizasyonlar ihdas etsek, bir zaman önce büyük bir kırılmaya yol açan Başörtüsünün fürüattan, aslî unsurlardan olmayan, tâli/ikinci dereceden bir konu olduğu beyanatını faş etmekle yetinmeyip, yakın zamanda da İHH’nın Filistin-Gazze’ye Mavi Marmara ile yardım götürme girişimi sırasında gemideki gönüllülerden bazılarının Şehid edilmesi ve bazılarının yaralanması dolayısıyla, tüm dünyadaki vicdan sahibi milyonların gözünün içine bakarak ve hayırseverlerin gönlünü kırıp onları inciterek, İşgalci, Terörist İsrail Çetesini, Gazze-Filistin’e insani yardım götürmek için bile kendisinden izin ve onay alınacak “Meşru Otorite” olarak görsek ve böyle bir otoriteye(!) itaatı ve uymayı sanki çok matah bir şey sanıp, Peygamberimiz Hz. Muhammed(s)’in Mekke otoritesiyle mücadele ve savaşını, Hz. Musa(s)’ın Firavun’un otoritesine baş kaldırmasını, Hz. İbrahim(s)’ın Nemrut’un zalim otoritesine itirazını, Hz. Hüseyin’'İ Kerbelâ’da başını vermesini, Malcolm X’in vücudunun kurşunlarla delik deşik olmasını, Köle Spartaküs’ün baldırı çıplaklarla ayaklandığı için çarmıha gerilmesini, Ebuzer’in, İskilipli Muhammed Atıf’ların, Şeyh Said’lerin, İmam-ı Âzam Ebû Hanife’lerin kendi zamanlarının zalim otoritelerine karşı mü’mince-muvahhidce ve tavizsiz olarak sürdürdükleri İslâmî mücadelelerini ve onurlu direnişlerini ve son olarak “Saçlarım kadar başım olsa…..” diyen Said Nursi’yi de adeta görmezlikten gelip bize düşen her halükârda “otoriteye uyummuş” gibi ve başka bir yola sapmamız Rabbimiz tarafından uygun görülmemiş gibi davranmış olsak….
Sorunlarımızı çözerek, Kulluk görevlerimizi yerine getirmiş, Rasûlüllah(sav)’in mübarek izini takip etmiş, Allah(cc)’ın dinine yardım ve hizmet ederek Rabbimizi razı etmiş olur muyuz sizce?
Kur’an alfabesinin çok iyi öğretildiği fakat ruh ve manasının ihmal edildiği, Tilavet, Tevcid ve Kıraatin önemsendiği kadar Tertilin önemsenmediği, ahlâk ve kimlik yerine itaat ve disiplinin ikame edildiği, Kur’anî doğrultuda İslâmî-Siyasi-Tevhidî kulluk bilinci oluşturmaktan daha çok hikâye, menkîbe, hatim, gelenek ve kültürüne hizmet eden anlayış ve düşüncelerle, sadece Türkiye’yi değil Dünyanın dört bir tarafını saran görkemli öğrenci yurtları ve hizmet binaları inşa etsek, devasa bir organizasyona ve onun paralelinde bir ekonomik güce sahip olsak, kapı kapı dolaşarak öğrencilerimiz ve yapacağımız çalışmalar için herkesten yardım ve katkı almaya çalışsak, iktidar ve statükonun dümen suyunda hareket etsek, dinin toplumsal ve siyasi var oluş boyutuna yönelik Peygamberî örnekliklerden uzaklaşarak hitap ettiğimiz ve tasarrufumuz altında bulunan kitlenin politik tercihlerini mevcut iktidarların çıkarlarıyla örtüştürüp iş başındaki yönetim ve konjonktürün gölgesinde serinlesek…
Sorunlarımızı çözerek, Kulluk görevlerimizi yerine getirmiş, Rasûlüllah(sav)’in mübarek izini takip etmiş, Allah(c)’ın dinine yardım ve hizmet ederek Rabbimizi razı etmiş olur muyuz sizce?
Bu din ‘armut piş ağzıma düş’ kolaycılığını reddeder. Kurtarıcılar beklemenin miladı çoktan dolmuştur. İnsan için kendi çalışıp kazandığı, alın teri ile elde ettiği, emek ve gayretlerinin sonucunda ele geçecek olan karşılıktan başka bir yol veya bedavacılık asla yoktur. Biz önce kurtarıcılardan ve kurtarıcı bekleme gafletinden kurtaralım kendimizi. Hokus pokusla, keramet ve himmetle, okuyup üfleyerek, olağanüstü güç ve donanımlarla yapılabilecek en küçük bir iş yoktur. Allah(c)’ın hiçbir peygamberi böyle bir yolda yürümemiş veya bize böyle bir miras bırakmamıştır ki bizler bunu yapması için mehdî’yi bekleyelim. Allahû alem insan suretinde bir mehdî yoktur, gelmemiştir ve gelmeyecektir de. Belki de olsa olsa insanlığa gönderilen en kâmil dinin kitabı olan Kur’an ancak mehdî olabilir. İnsanları kurtaracak, aydınlatarak yol gösterecek, hayırlara sevk edecek tek kaynak Allah(c)’ın kitabı Kur’an’dır, Rasülullah(s)’ın bıraktığı sahih sünnettir. Mehdi beklemek boşunadır, kolaycılıktır, bedavacılıktır, sapma ve yanlıştır.
Acaba laikçi anayasa referanslı devlet anlayışlarıyla, paranın dini imanı olmadığını belirterek, dine dayalı bir anayasa veya yönetim istemediğimizi açıkça söylesek, herkesten daha çok demokrasiye öykünerek, Müslüman açılımı dışında neredeyse ve hemen hemen akla gelen her konuda açılım yaparak, Allah(c)’ın emir ve yasaklarına, helâl ve haramlarına rağmen başkaca emir ve yasaklar, helâl ve haramlar, kırmızı çizgiler ihdas edip kanunlar çıkaran-çıkarmaya talip, küresel güçlerin bölgesel çıkar ve siyasi manevralarıyla desteklediği kimi siyasi organizasyonlarla; Seküler, liberal, pragmatist, modernist, dünyevî, bireysel aşı ve sakinleştiriciler veren, tabutu unutup seçim sandığına hizmet ederek demokrasiyi yücelten, beklentileri ‘oy’a tahvil eden politik yaklaşımlarla bölgede ve dünyada Müslümanlar için model ülke(!) olma yolunda ilerleyip insanların umut ve beklentilerini, mazluma destek veren saf ve temiz duygularını kullanıp, hizmet ve iktidar hırsıyla tüketsek….
Sorunlarımızı çözerek, Kulluk görevlerimizi yerine getirmiş, Rasûlüllah(s)’in mübarek izini takip etmiş, Allah(c)’ın dinine yardım ve hizmet ederek Rabbimizi razı etmiş olur muyuz sizce?
Sır kapılı, çok boyutlu, kollamalı, Türkiye’li, ulusçu dizileri izleyip, birbirinden basit ve cıvık gayri ahlâkî eğlence ve magazin programlarıyla vakit öldürsek, Facebook’ta paylaştıklarımızla, msn’de yazıştıklarımızla sonuçta cihad yerine chat yaparak, okumak yerine seyredip bakarak, öğrenip yararlanmak yerine vakit öldürerek, destek ve katkımız olsun ve aynı zamanda tarafımız belli olsun diye kimi gazete ve dergileri alsak, satsak, tanıtıp pazarlasak, insanlara ulaşılmasında aracı olsak, İslâmîliğinin ne olduğu ve boyutları tartışılabilecek kimi Radyolardan ilâhiler(!) ve İslâmî müzikler dinlesek, o eksendeki Radyo programlarının abonesi olsak, dünyaya oradan verilen gözlüklerle baksak, akreditedir diye bazı basın yayın organlarını protesto ederken kendi medyamız veya yandaşımız diyerek farklı bir yayın gurubuna pozitif ayırımcılık uygulasak...
Sorunlarımızı çözerek, Kulluk görevlerimizi yerine getirmiş, Rasûlüllah(s)’in mübarek izini takip etmiş, Allah(cc)’ın dinine yardım ve hizmet ederek Rabbimizi razı etmiş olur muyuz sizce?
Acaba; araçlarımızı amaçlaştıran ve toplumu kulluk ekseninde dönüştürücü, inkılâbî, tebdil, tağyir içerikli ihlaslı çaba ve gayretler olmaktan ve Salih amel olarak tanımlanmaktan bir hayli uzak, yumuşak, sisteme koltuk değneği olan, daha çok Kızılay-Yeşilay benzeri yardım içerikli gündemler ve hedefler edinip bu yönde uğraşılar organize eden, sistemi ve sistemin kimi kurumlarını bir şekilde benimseyip içselleştirerek, dava adamı kimliği aşılamaktan uzak müsüman(!), İslâmcı(!) STK’larla, Dernek, Vakıf benzeri hizmet ve organizasyonlarla, gece gündüz demeyip canla başla uğraşsak…..
Sorunlarımızı çözerek, Kulluk görevlerimizi yerine getirmiş, Rasûlüllah(s)’in mübarek izini takip etmiş, Allah(c)’ın dinine yardım ve hizmet ederek Rabbimizi razı etmiş olur muyuz sizce?
Din adamı sınıfını ısrarla oluşturan, ayrıcalıklı statü ve misyona sahip, devasa bütçesiyle tüm yurtta ve dış temsilciliklerdeki örgütlü yapısıyla, resmi-milli-türk din anlayışının, sistemi kutsayıp tahkim eden vaaz ve hutbeleriyle, Kur’an İslâm’ının, Tevhidî misyon ve Nebevî temsiliyetin önündeki en büyük engel ve en devletçi, en statükocu yapı ve kurum olan Diyanet’le Allah(c)’ın dinini devlet eliyle kontrol altında tutsak ve bu dinin sahtesi/dublörü olan ‘Amerikancı-Ilımlı İslâm’ı piyasaya sürme ve temsil etme görevini büyük bir titizlik ve gururla yerine getirsek…..
Sorunlarımızı çözerek, Kulluk görevlerimizi yerine getirmiş, Rasûlüllah(s)’ın mübarek izini takip etmiş, Allah(c)’ın dinine yardım ve hizmet ederek Rabbimizi razı etmiş olur muyuz sizce?
Yıllardır okuyor, okuyor ve hala okuyoruz. Biraz da konuşuyor, hatta çok konuşuyoruz. İslâmî çalışma yaptığımızı zannederek kendimizi avutuyor, vaktimizi öldürüyoruz. İslâm’ın anti tez değil tez, teori değil pratik, ideoloji veya doktrin değil komple bir hayat nizamı ve yaşayış şekli olduğunu doyurucu ve kapsamlı bir şekilde ve bütün gerçekliğiyle bir türlü örnekleyip ortaya koyamıyoruz.
Haftada birkaç gün devam ettiğimiz, İslami hareket bilinci ve mücadele mantığı açısından bakıldığında pek de fonksiyonel ve inşa edici olmayan, çaylı-pastalı ders ve çalışmalarla mı bu memlekete İslam gelecek ve yaralarımızı saracak, umduklarımızı karşılayacak sanki? Adet yerini bulsun veya dostlar iş başında görsünler kabilinden stratejisi ve metodu belli olmayan, hedef ve istikametten kazandırmaktan ve Nebevî temsilden uzak, Mekke’lerimizi Medine’leştirebilecek içerik ve müfredatı maalesef olmayan, duygusal ve gelenek haline getirilmiş iyi niyetli oyalanmalarla, değil yarınlarımızı inşa etmek hiçbir yere varılamayacağı, hiçbir sorunun üstesinden gelinemeyeceği açıkça ortadadır.
Evlerimizde veya işyerlerimizde kapıya gelene lütfedip üç/beş kuruş veriyoruz diye, bireysel olarak ibadetlerimizi yapıyoruz diye, ferdi olarak paçamızı kurtardık diye mi İslam gelecek bu memlekete?
Böyle olursa sorunlarımızı çözmüş, Kulluk görevlerimizi yerine getirmiş, Rasûlüllah(s)’in mübarek izini takip etmiş, Allah(c)’ın dinine yardım ve hizmet ederek Rabbimizi razı etmiş olur muyuz sizce?
Elbette ki, hayır.
Öncelikle, Allah(cc)’ın Dinini siyasi otoritelerden ve beşeri ideoloji ürünü azgın, zalim, tağutî sulta ve rejimlerin tahakkümünden kurtarmak Tevhidî, muvahhid, inkılâbî duruşa sahip Müslümanların boynunun borcudur.
Bizler; hem bir ağaç gibi tek başına ve kendi ayaklarımız üzerinde durmak, hem de bir orman gibi kardeşçe ve birlikte var olabilmeyi başarmak zorundayız ve bunu başaracağız inşaAllah![1]
Bizler; Allah(cc)’a hamd olsun ki, zulüm iktidarlarının karşısında asla eğilmeyen Peygamberlerin, Şehidlerin ve hidayet imamlarının mirasçıları ve takipçileriyiz! [2]
Bizler; direnişi, mücadelesi, cihadı, şehadeti olmayan, inanç ve imanı uğrunda herhangi bir bedel ödemeyi öngörmeyen İslam anlayışlarının Peygamberî, Kur’anî ve İlahî olmadığını ve tam tersine İşbirlikçi, Amerikancı olduğunu biliyor ve bu yüzden; İnancımızda Tevhid, Yürüyüşümüzde İstikrar ve İstikamet, Amelimizde İhlas, Ahlâkımızda İhsan, kulluk ve Duruşumuzda Vakar için, İzzet ve Şerefimiz için baş kaldırıyor ve zulüm sistemlerine asla boyun eğmeyeceğimize, onlara asla itaat etmeyeceğimize, tüm tağuti otorite ve egemen güçleri, tüm izimleri ve cahilî gelenekleri reddedeceğimizi ‘Lâ’ bilincimiz gereği peşinen bildiriyoruz!
Bizler; Allah(c)’ın dinine yardım eden, İslâmi/Tevhidî kimliği kuşanarak müslümanca bir hayat için canını dişine takabilecek, gözünü budaktan sözünü dudaktan esirgemeyen müslüman, muvahhid ve mücahidler olmak, Allah(c)’ı birlemek ve Allah(c) için birleşmekle mükellefken, zalimleri, fasıkları, kâfirleri, tağutları ve düzenlerini asla meşrulaştıramaz, zavallı insanları bu sistemlere entegre edemez, onun oyun ve oyuncağı yapamaz, demokratlaşamaz, kimseyi tasavvuf, hoşgörü, ‘Ilımlı İslâm’ veya demokrasi minderlerine, sistem içi oyunlara, araçlara davet edemez, kimliğimizi sulandıramaz, kimlik değerlerimizden taviz veremez, kavramlarımızın içini boşaltamaz, Din’e dair iskonto ve ilaveler yapamaz, yıkmakla emrolunduğumuz beşerî/tağutî sistemlerin destekçisi, koltuk değneği olamaz, reddetmemiz gereken tavizci/uzlaşmacı elleri öpemez, onları kendi ellerimizle besleyemez, İslâm’a ve Kur’an’a göre temelden inşa etmekle sorumlu olduğumuz, ifsat olmuş yapıların restorasyonuna, rehabilitasyonuna, iyileştirilmesine, makyajlanmasına, tedavi edilerek ömrünün uzatılmasına; iman iddiasında ve Tevhidî bilinçte olduğumuz sürece, asla ve hiçbir şart altında, bizlere neler vaâd edilirse edilsin, bizleri neyle korkuturlarsa korkutsunlar, nasıl tehdit ederlerse etsinler, altın tepsilerde bile olsa cömertçe önümüze konan ayrıcalık, imkân ve fırsatların hiç birisine dönüp bakmayacağız. [3]
Tasavvuf, Hoşgörü, Ilımlı İslâm veya Demokrasi gibi inanışlardan ve beşeri düzenlerin her türlü saptırma ve ayartıcılığından uzak, Birbirimizle istişare ve Murakabe ederek, himaye ve nusreti sadece Rabbimiz olan Allah(c)’tan bekleyerek, Sahih akide ve Salih amel düsturuyla, davetçi sorumluluğunda, Cihad özleminde, zamanımızın Erkam mekteplerinde yetişerek, atalet, kendiliğindencilik ve plansızlığa kapılmadan, her zaman ve her şartta Tevhid ve İhlası önceleyerek, hayata hep İslâmî Mücadele bilinç ve perspektifinden bakarak, hükümet veya devletin değil İslâmî Davanın ve Tevhidî Davetin öncelendiği, Kur’an merkezli, Sünnet ekseninde, Mezhepçiliğe ve Mezhepsizliğe pirim vermeyen, Şûra ve istişare ile, Tevhidî -İnkılâbî bir çizgiyle, İlmin ve Evrensel İslamî Hukuk’un referanslarıyla, Küresel ölçekte ve yerel gerçeklikte bir hareket ve oluşum içinde Vahyi gündemleştirebilmeyi, Gündemi Kur’an’la belirlemeyi, Lokal çalışmalar yerine Ümmet’i kucaklamaya yönelik adımlar atabilmeyi, Bölgesel, Coğrafî, Irkî engelleri aşarak İman ve İzzeti kuşanmayı ve vahyin yaşayan şahitleri olabilmeyi istiyor ve bunun için çalışıyoruz!
Rejimin tanrılaştırılmasını veya tanrılık taslamasını reddettiğimizi ve Resmi İdeoloji İlahı'na inanmadığımızı, Devlet-Hükümet dâhil hiçbir kurum ve gücün, nasıl düşüneceğimizi, neye ve ne kadar inanacağımızı, nasıl bir hayat yaşayacağımızı, nasıl giyineceğimizi ve çocuklarımızı nasıl bir eğitime tabi tutacağımızı belirleme yetkisinin olmadığını ve böyle bir zulme asla razı olmayacağımızı, Kendimize ve çocuklarımıza ideoloji ya da din dayatılmasını asla kabul etmeyeceğimizi ilân ediyoruz.
İsterlerse bizim hepimizi, çoluk-çocuk, kadın-erkek, genç-yaşlı demeden, teker teker fişlesinler, dosyalara, klasörlere, sicillerimize, özlüğümüze işlesinler fark etmez.
Bizler; Hz. Peygamber gibi Tevhidî bir mücadele vermekle, Zulüm, Küfür, İsyan, Tuğyan ve Şirke karşı Kur’an’la büyük bir mücadele verip direniş göstermekle, her zaman ve her yerde ve her şart altında sürekli bir kimlik ve iman savunması vermekle mükellefiz. İzzet ve şeref, İslâm ve müslümanlardan yana tavır almakta, Allah(cc) ve Rasülünün yanındadır. O yüzden Müslümanlık bizim üzerimizde bir an önce dilden hale, söylemden eyleme geçip, salih amele dönüşmek zorundadır.[4]
***
Karşımızdaki örgütlü, resmi otorite zulüm ve adaletsizliğe, isyan ve tuğyana karşı örgütlü mücadeleyle karşı koymak nasıl şartsa; örgütlü birliktelikler için de öncelikle sistem dışı/karşıtı tevhidî muhalif duruş şarttır.
Muvahhid insanların oluşturduğu bütün tevhidî öbek, gurup, yapı ve oluşumların kardeşlik şuuruyla karşılıklı anlayış, kucaklaşma, görüşme, dayanışma ve sonuçta birbirleriyle davâ eksenli güç birliğine gitmesi mücadele ve kulluğun olmazsa olmaz şartıdır.[5]
İslam gelecekse, Allah(c)’ın dini, Rasülüllah(s)’ın pratiği, Müslüman olmanın onuru, izzeti ve şerefi eğer şu topraklarda hayat bulacaksa buna ancak ve ancak Tevhidî-Siyasi basiret ve firaset sahibi gayretli ve muvahhid Müslümanlar vesile olup zemin hazırlayacakladır. Ufukta tek bir alternatif görülürken ve sadece bir atımlık barutumuz varken çok dikkatli olmak zorundayız. Bizleri uzlaşması, tavizi, ilavesi veya iskontosu olmayan, Kur’an İslam’ının yaşadığımız coğrafyalarda yerleşip kök salması veya meyveye durması için bizlere çok iş düşmekte ve her birimizi ertelenemez, vazgeçilip devredilemez sorumluluklar beklemektedir.
Sözde değil özde Müslüman olanlara, gözünü budaktan, sözünü dudaktan sakınmayanlara bu yolda muhtemel veya müstakbel her türlü bedeli gerektiğinde ve severek ödemeye hazır olan, herhangi bir şekilde baskı, dayatma, zor, şiddet, silah içermeyen gönüllü, tevhidî bir değişimden yana emek ve çaba harcayanlara Rabbimiz nusretini, zafer ve güvenliği vaad ediyor. [6]
Tevhidî kimliğe ve inkılâbî düşünceye bağlı, sistem dışı/karşıtı, anti demokrat, muhalif duruş sahipleri olarak hem yaşanılan şu günde ayakta kalıp gerilememek, yozlaşıp gücünü ve enerjisini kaybetmemek adına, hem de dinimizi yarınlara ve bizlerden sonra arkamızdan gelecek olan genç nesillere ulaştırıp yaşanan bir değer olarak ve bütün yönleriyle (ticari, siyasi, kültürel, ahlâkî) bir bütünlük içinde miras bırakmak adına birbirimizle dayanışma ve yardımlaşmaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
Tağutî zulüm sistemleri karşısında İslâmî bir savunma hattı ve güçlü bir blok oluşturmak için Müslüman varlığını harekete geçirmek, kendi özgüvenimizi bir an önce açığa çıkarmak, İstişare ve murakabe ederek işbirliği, güç birliği, dayanışma ve birbirimize yaslanmak, kardeşlerimizin elinden tutmak ve kaderlini kaderimiz bilip bir şekilde dertlerine ortak olmak zorundayız.[7]
“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.” (3 Al-i İmran 139)
[1]“Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın...” (3 Al-i İmran 103)
[2]“Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: ‘Gerçekten ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?” (41 Fussilet 33)
[3]Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslama ve müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır. (47 Muhammed 7)
[4]“De ki: ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (6 En’am 162)
[5]“Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.” (42 Şura 39)
[6]“Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır. (24 Nur 55)
[7]“Şüphesiz ki Allah, kendi yolunda, tuğlaları birbirine kenetlenmiş binalar gibi saf halinde savaşanları sever.” (61 Saff 4)