Emrullah AYAN
KÂFİRLER HOŞLANMASALAR DA ALLAH NURUNU TAMAMLAYACAKTIR
“Âyetlerimiz kendilerine apaçık birer delil olarak okunduğunda, (öldükten sonra) bize kavuşmayı ummayanlar, ‘Ya (bize) bundan başka bir Kur’an getir veya onu değiştir’ dediler...” (Yunus:15)Yeni bir mubarek Ramazan ayının gölgesi üzerimize düştü. İnşaAllah önümüzdeki hafta içerisinde bu ayı idrak edeceğiz. Ama maalesef her Ramazan ayında bir iç burukluğunu yaşıyoruz. İslam dünyasının değişik coğrafyalarında yaşanan zulümlerden, katliamlardan dolayı içimize her seferinde kor ateşler düşüyor.
Her tarafta kan ve gözyaşı var. Müslüman halklar; işgaller, istilâlar, darbeler, işkenceler, tecavüzler, katliamlar ve soykırımlarla yok edilmeye, zora ya da gönüllülüğe dayalı değişik adlardaki projelerle dönüştürülmeye, kendisi olmaktan çıkarılmaya çalışılıyor.
İşte geçtiğimiz günlerde, Fransa’da eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile eski başbakanlardan Manuel Valls’ın da aralarında bulunduğu 300 siyasetçi ve yazar, Yahudî aleyhdarlığı ve düşmanlığını yaydığı gerekçesiyle Kur’an-ı Kerîm’den bazı âyetlerin çıkarılmasını isteyen bir bildiri yayınladılar.
Fransa’da yayınlanan bildiri, Müslümanları dönüştürme ve kutsallarına müdahale anlamına gelen bu projelere hizmet etme amacını gütmektedir. Batılı devletlerin bu tür alçakça düşmanlıkları ve emperyalist müdahaleleri, sadece sözde, bildirilerde veya projelerde de kalmamaktadır. İslam'a ve Müslümanlara olan kin ve düşmanlıkları İslam'ın ortaya çıktığı dönemden bu yana devam etmekte ve Haçlı seferleri, sömürgecilik dönemleri ve hâlâ sürmekte olan emperyalist işgal ve saldırılarla milyonlarca masum insanın katledilmesine yol açmış bulunmaktadır. Katliamı, vahşeti, hayvandan aşağı olmayı temsil eden bu seküler zihniyetin arka planındaki muharref dinler olan Yahudilik ve Hıristiyanlık, zaman zaman da Peygamberimize ve Kur'an’ımıza doğrudan saldırıya geçmektedirler. Kendilerinin iman ettiklerini iddia ettikleri Peygamberlere de ihanet edip kitaplarını tahrif etmiş olanların son Rasul’e ve son Kitab’a düşmanlıkları da bu zalimliklerinin doğal sonucudur.
Hutbemin başında okuduğum ayet-i kerîme’de ifade edilenler, Mekke dönemi müşriklerinin isteklerini oluşturuyordu. Bugün, Fransa’da yayınlanan bildiride dile getirilenlerin o dönemin müşriklerinin söylediklerinden bir farkı yoktur. Demek ki, müşrik mantığında değişen bir şey yok.
Avrupa ve Batı medeniyeti neden bu tavırları sergilemektedir?
Yıllardır yaşanan tecrübeler göstermiştir ki; Batı, benmerkezci bir yaklaşımla hareket etmektedir. Dünyada bir kendileri var bir de diğerleri. Kendilerinden başkaları onlara hizmet için vardır. Kendilerini böyle bir noktada konumlandırdıklarında her şey Batı için, Batı tarafından ve Batıya göre olmak durumundadır. Ortada bir hak, bir menfaat, bir üstünlük, bir ayrıcalık varsa bu onlar içindir. Bütün bu özellikler, müstağnîlik, kibir ve gururun tezâhürlerindendir.Kendilerinden başkalarının hayatlarını belirlemede, onları yönlendirmede, onların hayatlarına müdahale etmede hep kendilerini yetkili görmektedirler. Bu kendini bilmez güruh o kadar ileri gidiyor ki, kendilerinin dışındakilerin ilkelerini, kurallarını ve hatta kutsallarını bile belirlemek, bu konuda onlara nizam vermek yetkisini bile kendilerinde görüyorlar. Bütün bunları gerçekleştirebilmek içinse, zulmün her türlüsünü devreye koyuyorlar. İşgaller, katliamlar, darbeler ve çeşit çeşit entrikalarla hâsılı ellerinden ne geliyorsa ardlarına koymadan saldırıya geçiyorlar.
İşte bahse konu bildiri böyle bir zihin yapısının ortaya koyduğu üründür. O yüzden, çoğunluğu bu Kitaba uymasalar da kendini İslam'a nispet eden mensuplarının bir buçuk milyar olduğu söylenen bir dinin kutsalı olan kitabıyla ilgili olarak böylesine fütursuz bildiriler yayınlamayı kendileri için hak görüyorlar.
Peki, kendilerinin anlayışlarını, yaşayışlarını, dinlerini, kutsallarını ele aldığımızda ne tür bir manzara ortaya çıkıyor?
Batının, bu kadar büyük bir fesadın kaynağı haline gelmesinin en temel sebebi; vahiyden koparak hevânın ve insanın ilahlaştırılmasıdır. İlahî mesajın dışlanması suretiyle hevâ ve zanna dayalı keyfîliğin anaforunda seküler bir dünya görüşünün esas alınmasıdır. Yani Kur’an’ın, Furkan Sûresinin 44. âyetinde “…onlar hayvanlar gibidirler, hatta tercih ettikleri yol bakımından hayvandan bile aşağıdırlar” diye vasıflandırdığı düzeylere düşülmesidir. Bir başka ifadeyle (Ahsen-i takvîm üzere) “en güzel bir biçimde” yaratılmış ve yeryüzünün halifesi kılınarak onurlandırılmış olan insanlığın, bu temiz ve güzel fıtratı bozup, kendisine sunulmuş insanî erdem ve ahlakî değerleri yani vahiyle gelen “şerefi” dışlayarak “esfele safilîn”e (aşağıların aşağısına) düşmüş olmasıdır. (Tîn: 4,5)
Batının vahiyden kopup, zanna ve hevâya tâbi olması sonucunda, bir yandan insanı ilahlaştırırken, diğer yandan hayvanla soy bağı kuran sapkınlığı, Batı insanını kendisini bilmekten uzaklaştırmış, şaşkına çevirmiştir. Ciddî bunalımlara yol açan bu serüveni, aslında insanın tanımı ve konumunda da büyük sapmalara yol açmış, Batı insanının “yabancılaşma”sıyla, “insandışılaşma”sıyla sonuçlanmıştır. Batı toplumu, ahlakî değerleri, insanî erdemleri gitgide yozlaştıran, âdetâ hiçe sayan bir buhrâna kapılmıştır. Sonuçta, Batı medeniyetinde insan, nesneler arasında garip bir “nesne” haline gelerek kendine yabancılaşmıştır. Makineye, teknolojiye, maddeye ve çıkara esir olan Batının seküler insanı, insanî değerlerden uzaklaşarak zalimleşmiştir.Bizler Tevrat, İncil ve diğer ilahi kitap ve sahifelere de, bunları insanlığa getiren Rasullere Musa ve İsa (a.s.) da iman ediyorken onlar son Rasul ve son kitaba saygısızca saldırıyorlar. Kendileri tahrif ettikleri kitaplarında; “....Yahudi olmayanlar........önünüzde yüzleri yere doğru eğilecek ve ayaklarınızın tozunu yalayacaklardır....” (İsaiah,22-23) “...size hizmet etmeyen milletler ve krallıklar yok olacaklardır....” (İsaiah, 10-12,16) “.....onları öldürecek ve külliyen yok edeceksiniz; onlarla hiçbir anlaşmada bulunmayacak, onlara merhamet göstermeyeceksiniz..”(Tevrat 5.cüz, 2) türünden uyduruk hurafeleri Allah'a iftira ederek kitaplarına yazdıkları halde bunları kitaplarından çıkarmıyorlar da tüm insanlara adaletle davranılmasını emreden ve "bir kişiyi haksız yere öldürmenin bütün insanlığı katletmek gibi olduğunu" beyan eden ve bütün insanların hukukunun güvencesi olan hükümleri barındıran Allah'ın koruması altındaki Kur'an'dan bazı hükümlerin çıkarılmasını isteyecek kadar azgınca ve alçakça bir talepte bulunabiliyorlar.
Batılıların Rasulullah (S)’den sonra Kur’ân’ı hedef almaları, insanlığın tek kurtuluş yolu ve sömürgeci vahşi medeniyetlerini sona erdirerek insanlığı aydınlığa ve adalete kavuşturacak tek mesajolan İslâm’ın yeniden tarih sahnesine çıkmasından korkmalarından kaynaklanıyor.Şu an, yakın gelecekte Müslümanların toparlanmaları zor gibi gözükse de, zulme sadece Müslümanların direniyor olmaları, yine Budizm’in, Hinduizm’in, Taoizm’in fosilleştirilmesine rağmen İslâm’ın kaynaklarının sapasağlam duruyor olması ve Müslümanların zamanla kurucu kaynaklarının ışığında yeniden toparlanmaları ihtimali bile Batılıların kâbus görmelerine ve İslâm’ın kaynaklarına karşı her türlü saldırı ve saygısızlığı sergilemelerine yetiyor!
Meselenin bir diğer yönü de; kafirler ne derlerse desinler ne yaparlarsa yapsınlar Kur’an’ın âyetlerine müdahalelerde bulunamayacaklar, onların “Kur’an’dan şu şu âyetler çıkarılsın” tarzındaki hezeyanları karşılık bulmayacaktır. Zîrâ, Rabbimiz Hicr Suresi 9. âyetindeki beyanıyla Kur’ân’ın kendisinin koruması altında olduğunu ifade ediyor. Fakat, Kur’an’ı baş tacı ettiklerini söyleyip Kur’an’ın hükümlerini, hayatlarına ve ekonomiden, siyâsete bütün alanlara hâkim kılmayanların bu bildiri sahiplerine sert tepkiler vermelerinin hiç deanlamlı ve değerli olmadığını ve büyük bir çelişki arz ettiğini ifade etmemiz gerekir.Çünkü, kâfirler, Kur’an’ın tek bir harfini bile çıkaramazlar ama Müslümanım diyenler Kur’ân’ı kamusal alandan, ekonomiden ve siyasetten çıkarıp hayat dışına kovuyorlar.
Her şeye rağmen bizler,insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkaracak vahyin, Ramazan ayında inmeye başlamasının yıl dönümünü idrak edeceğimiz bu günlerde, bir yandankâfirlerin bu tür alçakça saldırılarınahak ettikleri cevabı vermeliyiz. Diğer yandan da esas sorumluluklarımıza yoğunlaşmak suretiyle, hayat kitabı Kur'an'ımızı hakkıyla okuyup anlamaya, öğüt alıp yaşamaya çalışmalıyız. Ve bu kitabın kurtarıcı mesajını en yakımızdan başlayarak dalga dalga bütün insanlığa ulaştırmak, toplumuzun ve tüm insanlığın vahiyle aydınlanıp şeref kazanmasına vesile olmak için seferber olmalıyız.
Biliyoruz ki, insanlık tarihi boyunca, Allah'ın insanlığı aydınlatmak üzere gönderdiği nurunu kâfirler hep söndürmek için uğraştılar. Fransa'daki son hezeyan da bunlardan sadece birsidir. AncakRabbimiz Allah şöyle buyurur:
"Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler hoşlanmaslar da Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor." (Tevbe: 32)
Kur'an ayı Ramazan-ı şerifiniz mübarek ve ümmetimiz için hayırlara vesile olsun işaAllah.
(Not: Bu metin, İLKAV'da Cuma hutbesi olarak okunmuştur. Dolayısıyla başka yazarlardan kimi alıntılar yapılmış, ancak dipnotlara yer verilememiştir.)