Şinasi ULUDOĞAN
KISACA İMAN VE AMEL İLİŞKİSİ ÜZERİNE
Hamd; göklerin yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbi( yöneticisi, terbiye edicisi rızık vericisi, eğitip öğreticisi, tüm ihtiyaçları gidericisi) olan Allah’a, salât ve selam O’nun insanlar için göndermiş olduğu rahmetin yeryüzündeki ilk tecellileri olan Resullere, elçilere ve onların yollarını devam ettirenlere olsun.
İnsanoğlunun yeryüzündeki yaşam serüveninde en önemli dönüm noktalarını, hiç şüphesiz İlahi vahiy belirlemiştir. Yaratma özelliğini elinde bulunduran yegâne varlık olarak Allah azze ve celle, en şerefli varlık olarak yaratmış olduğu insanın, yeryüzündeki yaşamını bir düzene koymak, için ona kendi katından vahiyler(kitaplar) indirmiş ve bununla da yetinmeyerek onun uygulanabilirliliğini insanlara göstermek için, yine insanların içerisinden Resuller tayin etmiştir.İndirilen bu ilahi vahiylerin tamamında insanlığın ihtiyacı olan tüm temel bilgiler verilmiş ve insanların hem dünya hem de Ahiret te elde edecekleri akibet ortaya konulmuştur.
Gönderilen tüm kitaplarda ya da Mushaflar da temel nokta olarak Allah’a kulluk noktası vurgulanmıştır. Bu kulluk talebi yaratıcı olarak Allah azze ve cellenin mutlak ve genel anlamda otorite olması hasebiyle yapılacak kulluğun tek adresi olmasıyla direk ilgilidir.
İstenilen bu kulluğun neler olduğu ve ne şekilde icra edileceği de yine gönderilen Kitaplar vasıtasıyla bildirilmiş ve Resuller tarafından pratize edilerek insanlığın önüne konulmuştur. Bu yaşam kurallarını belirleyen ilahi sorumluluklar bütününe İslam adı verilmiş ve İslam’a tabi olanlara da Müslüman ismi uygun görülmüştür. Tabiki bunu belirleyen her hangi bir insan değil, tüm insanların yaratıcısı olan Allah azze ve celledir.
İnsanlar için uygun görülen yaşam biçimi olarak İslam’ın, temelini akaid oluşturur. Akaidin temelini de Tevhit oluşturur. Tevhit “lailahe illallah Muhammedun Resulullah” şeklinde ifadelendirilen İslam’i yaşam biçiminin ilk giriş anahtarıdır. Bunu diliyle söyleyip kalbiyle ikrar eden ve bu mesajın sorumluluklarını indirilen vahye göre belirleyip onu uygulayan her insan Müslüman olarak kabul görmektedir.
Vahyin indiği dönemden kısa bir süre sonra Kuran endeksli yaklaşımlardan uzaklaşılarak bir takım yanlış tasavvurlar Kur’an’danmış gibi algılanmış, Resulullah adına uydurulan birçok rivayete ek olarak İslam’a giren birçok farklı kavmin İslam’a uygun olmayan kültürleri, İslamileştirileceği yerde İslam o kültürlere uydurulmaya çalışılmış, hem İslamınakidevi yapısına hemde ameli yapısına büyük yanlışlar katılmıştır.
Daha Resulullahın irtihalinden kısa bir süre geçmesine rağmen, siyasi, fıkhi ve itikadi anlamda oluşan mezheplerin taassubçu müntesipleri, kendi görüşlerinin doğruluğunu ispat için hem ayetleri tevil ederek hem de Resulullah adına birçok hadis uydurarak kendilerinin en doğru yolda olduklarını kanıtlamaya çalışmışlar ve bu çok zararlı davranışlarla genel olarak ümmet üzerinde büyük bir tahribata yol açmışlardır.
Uydurulan birçok hadis, Ümmetin hem itikadını hem de salih amel anlayışını bozmuş, iman ve amel ilişkisini birbirinden ayırarak insanların sadece iman etmekle cennete ulaşılabileceklerini iddia etmişlerdir.
Bu çarpık ve sakat anlayış ümmet arasında o kadar benimsenmiş ki Müslüman olduğu iddiasındaki birçok insan Lailahe illallah diyerek kendilerinin kurtulacağı vehmine kapılmışlardır.
Kur’an’ın ilk muhatabı olan Hz. Muhammed (sav) 23 yıllık hayatının her anında vahyin o eşsiz mesajının gereğini uygulamış ve hiçbir şekilde müminleri gevşekliğe, beleşçiliğe, pısırıklığa, atalete sevk etmemiş etrafındaki sahabesine “iki günü eşit olan zarardadır” diyerek onların her zaman hareket halinde olmalarını ve daha iyiye daha güzele ulaşmaları yönünde telkinlerde bulunmuştur.
Vahiy kitabımız olan Kuran’ı Kerim’i anladığı dilde okuyan her aklıselim görecektir ki, iman ediniz şeklindeki ayetlerin peşinden mutlaka amel ediniz emri verilmektedir. ( “illellezineamenü ve amelüssalihat” kuranı kerimde tam 58 yerde bu ve buna benzer şekillerde geçiyor ) Etle tırnak misali bu iki kavram kitabın başından sonuna kadar anıldığı yerde hep birlikte zikredilmiştir. Dolayısıyla imanla amel ilişkisi bir bütündür ve birbirinden asla bağımsız düşünülemez.
Resulullah tan günümüze kadar geçen yüz yıllar içerisinde oluşan ve İslam’a mal edilen birçok yanlış ve tehlikeli anlayışlar, iman ve amel ilişkisini bir birbirinden kopararak Müslüman’ım diyenleri pasifiz’e ederek onların bir anlamda ebedi felakete sürüklenmelerine sebebiyet vermiştir. İman iddiadır. Ve her iddia sahibi iddiasını ispata mecburdur. İslam’a iman ettiğini söyleyen her hangi bir fertte bu sorumluluktan bağımsız düşünülemez. Bu sakat ve çarpık anlayışı yalanlayan en güzel örnek, Peygamberler ve Resulullahaleyhisselâtuvesselamın hayatıdır. Vahyin nakış nakış işlediği 23 yıllık yaşamı sürecinde, hiçbir zaman boş bir vakti olmayan 13 yıl müşrik düzenlerin hâkim olduğu Mekke’de, on yılda Medine’de tüm Arap kıtasıyla Allah için cihad eden, ulaştığı her yere vahyin kutlu ve nurlu mesajını, insanlık kula kulluktan kurtulsun sırf Rableri olan âlemlerin yegâne sahibi Allah azze ve celle ye kul olsunlar diye mücadele veren ve bizlere örnek olarak sunulan bir Peygamber nasıl olurda insanlara sadece lailaheillallah deyinde kurtulun der.
Şu halde görülüyor ki gerek ferdi anlamda gerekse toplumsal anlamda İslam’a inanan her kişi ve toplum İslam’ın gereklerini yerine getirmekten beri duramaz. Bu sorumlulukların nasıl ve ne şekilde yerine getirileceğini de kıyamete kadar korunacağı vaat edilen Kuran’ı Kerimden ve onun uygulayıcı olan Resulullah tan öğrenebiliriz.
Sözümüzü tamamlarken şunu çok açık ve net bir ifadeyle söyleyebiliriz.İslam’aşeksiz şüphesiz inanan her ferdin yapması gereken temel ibadetler olduğu gibi yine mutlak anlamda kaçınması gereken münkerler ( İnkar,şirk, içki zina kumar iftira dedikodu insanların canlarına ve mallarına saldırma, fısk, fücur, rics verilen sözde durmama gibi ) vardır hem bu temel ibadetlerden asla ödün verilemez hem de bahsi geçen haram ve günahlara asla düşülmemelidir. Bu temel ibadetlerden uzak olan bir insan istediği kadar iman ettiğini söylese de ve bahsi geçen olumsuz fiileri haram olduğunu yanlış olduğunu kabul etmekle birlikte işleyen ve ona devam eden kişiler Kitabımız Kuran’a göre Müslüman olarak görülmemektedir. Dünyaya geliş gayesi sadece Allah’a kulluk yapmak olan her insan, Kuran’a ve onun Peygamberine iman etmeli ve imanını vahyin öngördüğü şekilde ispat etmelidir.
Allah’a ortak koşmadan iman eden ve İman amel bütünlüğünü yakalayıp Allah azze ve cellenin rızasını kazananlara selam olsun.