Emrullah AYAN

04 Mart 2014

KUR'AN'I YAŞAYANLARIN VASIFLARI

“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa: 65)
 
Cahiliye, yaşanmış tarihi bir dönem değildir. Beşerin beşere kulluğu söz konusu olan bütün hayat metodlarını, nizamlarını kapsar. Bugün yeryüzünde egemen olan bütün hayat metodları ve nizamları istisnasız bu kapsamın içindedirler. Beşerin tabi olduğu bugünkü sistemlerin tümünde, insanlar, düşüncelerini, ilkelerini, ölçülerini, değerlerini, şeriat ve kanunlarını, gelenek ve göreneklerini kendileri gibi insanlardan alıyorlar. Bu durum, her yönüyle cahiliyenin ta kendisidir.
 
İslam ise, insanların düşüncelerini, ilkelerini, ölçülerini, değerlerini, şeriat ve kanunlarını, gelenek ve göreneklerini almada başvurdukları yegane merci Yüce Allah olduğundan, beşerin beşere kulluk yapmaktan kurtulduğu biricik sistemdir. Başlarını eğerken, yalnızca Allah’ın önünde eğerler. Yasalarına itaat ettiklerinde tek olan Allah’a itaatleri söz konusudur. Sistemine boyun eğdiklerinde yalnız ve yalnız Allah’a boyun eğmiş olurlar. İşte o zaman, yalnızca o zaman ortaksız  olan Allah’a kul olmak suretiyle, kullara kul olma zilletinden kurtulmuş olurlar. İşte her çeşidiyle cahiliye ile İslam arasındaki yol ayırımı budur.
 
Bu dinin yani İslam’ın, ya da daha genel bir ifadeyle tarih boyunca gelen bütün rasullerin tebliğ ettiği Allah dinin ele aldığı temel sorun yeryüzünde uluhiyetin ve kullar üzerinde rububiyetin kime ait olacağı sorunudur. Diğer bütün sorunlar, insanları ilgilendiren bütün konular, bu sorulara verilen cevap üzerine ikame edilir. Uluhiyet ve Rububiyet kime aittir? Yarattıklarından hiçbir ortağı bulunmayan Yüce Allah’a aittir. İşte iman budur. İşte İslam budur. Ya da, uluhiyet ve rububiyet O’nunla beraber veya O’nsuz bazı ortaklarındır. İşte inkar budur, apaçık küfür budur.
 
Hayat kitabımız Kur’an ise, bize kendi özel diyalektiğini verir. Biz, inanç ve amelimizi Kur’an’la belirler, karşılaştığımız durumlara ve olaylara, daha başlangıçta, Kur’an’ın perspektifi ile bakar ve önceden değerlendiririz. Beklenen veya beklenmeyen bir olay ortaya çıkınca da apışıp kalmayız. Her olaya Kur’an’ın koyduğu temel ölçüler içerisinde izah tarzı buluruz.
 
Kur’an bize geniş ufuklar açar. Hayatı dar çerçeveden değil de geniş açılardan görmemizi sağlar. Meydana gelen şeylerin ardında Allah’ın gerçek gücünü görmemizi temin ederek basit gelişmelerle, kolay çözümlere gitmemizi önler. Bu sebeple, bazen aleyhimizdeymiş gibi görünen olaylarda bile bir hayrın saklı bulunduğunu ve bizim dar ufkumuzun, bilgi vasıtalarımızın bunu kavramaktan aciz olduğunu öğretir.
 
Kur’an diyalektiğine sahip olan kişi; maddi değerlerin köleliğinden kurtulur. Ve gerçek anlamda özgürlüğe kavuşur. Hiçbir baskı onun hürriyetine engel olamaz.
 
Kur’an’ı yaşayan kişi; eşsiz bir direnme gücü kazanır. Baskı ve sıkıntılar karşısında eğilip bükülmez. Çünkü her şeyin ardında saklı duran ilahi gücü bilir ve neticeyi O’na havale eder.
 
Kur’an’ı yaşayan kişide ihtiras olmaz. Çünkü hırs; aşırı isteklerin ve tükenmez emellerin mahsulüdür. Halbuki  Kur’an’ı yaşayan kişi için bir sonuç elde etme veya insanlara bir şey sahibi olduğunu isbat etme zarureti yoktur. O sürekli çalışmakla mükelleftir. Netice ise Allah’a havale edilmiştir.
 
Kur’an’ı yaşayan kişi; aşırı bir tutkuyla hayata sarılmaz. Çünkü dünyanın geçici olduğunu, her şeyin burada sonuçlanmayacağını, buranın ahirete giden yolda sadece bir durak olduğunu bilir.
 
Kur’an’ı yaşayan kişi; her şeyde hakka riayet eder. Öncelikle yeryüzünde hakkın hakim olmasını ve batılın yok olup gitmesini ister. Bilir ki batılı ve bilcümle şer güçleri ortadan kaldırmak için cihad etmek zorundadır. Cihad etmeyenlere Allah’ın gazabı ve bunun yanı sıra da zillet vardır.
 
Kur’an’ı yaşayan kişi; yalan söylemez, ikiyüzlülük yapmaz, gıybet etmez, kimseyle alay etmez, iftira etmez, zulüm yapmaz, zulmetmeyeceği gibi zulme rıza da göstermez, zalime yardımcı da olmaz. En büyük zulüm olan şirkin, küfrün ve tağutun hakimiyetine rıza göstermez.
 
Kur’an’ı yaşayan kişi; hakimiyetin Allah’a ait olduğunu bilir. Allah ile kul arasına aracılar koymaz. Allah ile kul arasına giren aracıların adları ne olursa olsun şirki temsil ettiğini ve insanların hep bu yüzden doğru yoldan saparak küfre sürüklendiklerini bilir.
 
Kur’an’ı yaşayan kişi; fuhşun, ahlaksızlığın her türlüsünden kaçınır. Sağlam karakter yapısına sahip kişiler; şehvet düşkünlüğünün insan için bir eksiklik olduğunu bilirler.
 
Kur’an’ı yaşayan kişi; haksız kazanç sağlamaz. Özellikle toplumlar için en büyük felaket kaynaklarından birisi olan ve insanın insanı sömürmesi esasına dayanan faize kesinlikle karşıdır.
 
Kısacası, Kur’an’ı yaşayan kişi; bütün davranışlarında kendini Allah’a ve Rasulüne teslim eder. Allah’ın hükmünü yerine getirir ve O’nun buyruklarına uyar. Ve bilir ki; bunda hayat vardır. Yaşamak; bir bitki, bir madde gibi belirli zaman dilimini doldurup gitmek değil, bir iz bırakmak ve Allah’ın insana yüklediği hılafet görevini yerine getirmektir. Bu şuurla hayatını Allah’a ve Rasulüne adar.
 
(Not: Bu metin, İLKAV'da Cuma hutbesi olarak okunmuştur. Dolayısıyla başka yazarlardan kimi alıntılar yapılmış, ancak dipnotlara yer verilememiştir.)