Coşkun UZUN

17 Ocak 2012

KUR’AN’A TESLİM OLMAK

 

Eskiden Kur’an’a dair yeterince konuşulup yazılmadığından, Kur’an’ın aramızda hak ettiği gibi gündem edilmediğinden, onu hakkıyla tanıyamamaktan dem vurup hayıflanır ve bunun eksikliğini duyardık. Şimdilerde ise bu okuma ve gündem edinmelerin hangi yanlış yollara saptığını, Kur’an’ın nasıl nesneleştirildiğini, ilmin nasıl hafife alınarak, bilginin cüretkâr yorumlarla sıradanlaştırıldığını, Peygamber ve Sünnet’inin nasılda hoyratça hevâlara kurban edildiğini, fütursuz ve seviyesiz bir şekilde, sığ ve indî yorumlarla, liyakatsız ve ilmî disiplinleri hiçe sayan, haddi aşan bir pervasızlıkla hangi mahremiyet ölçülerinin ve sınırlarının kimler tarafından ve hangi gerekçelere dayanarak ihlal edildiğine üzülerek ve hep birlikte şahit oluyoruz.

Kur’ancılık, Kur’an adına Sünnet’i inkâr/reddetme/terk etme/dışlama fiili neredeyse sıradanlaşmaya başladı artık. Demek oluyor ki, muvahhid bilinen veya tevhidî kesim denilen bilinçli Müslümanların arasında bile Kur’an’a teslim olma işi salimen gerçekleşebilmiş değil. Etrafımızda öylelerini de görürüz ki Kur’an’a teslim olmak ve adanmak şöyle dursun, ne yazık ki Kur’an’ı teslim almaya ve onu payandalaştırmaya çalışanların sayısı azımsanmayacak kadar çok. Kur’an’a teslim olmayanlar mutlaka başka şeylere/yerlere teslim olanlardır ve mutlaka günün birinde Kur’an’ı teslim almaya kalkışanlardır. Teslim ol ve kurtul gerçeğini kulak arkası eden zavallılardır.

Halbuki bizlere İslâm’ı on kelimeyle anlat deseler öncelikle Allah (ilah), Kur’an (vahiy), Ahiret, Rab, İbadet, Tağut, İman, Din, Peygamber (sünnet), Velâyet deriz.  Ya da üç kelimeyle anlat deseler; Allah(ilah), Kitap(vahiy-Kur’an), Peygamber(sünnet) deriz çoğumuz.

Kur’an’ın bizim için; Rehber mi, Rahmet mi, Kılavuz mu, Hatırlatma mı, Öğüt mü, Uyarı ve ikaz mı, Nûr mu, Zikir mi, Hüküm mü, Hikmet mi, Şifâ mı, Beyan mı, Bûrhan mı, Nimet mi, ne olduğunu ve ne olması gerektiğini, Bizim O’nun için, O’na olan Hürmetimiz, taşıdığımız edeb ve hayâmız, üslûbumuz, aşk, bağlılık, ülfet, ünsiyet, samimiyet ve önyargısız yaklaşımımızla beraber, içtenlik ve gerçekçiliğimiz ve hepsinden önce takvamız belirleyecektir.  Çünkü İslâmî öğretide öncelikle vahye teslim olup adanmak esastır. Öncü Kur’an neslini özenle yetiştirip bir an önce ortaya çıkarmak, Kur’an’a yaklaşım ve dönüşü mümkün olabildiğince hızlandırmak gerekmektedir.

Teslim olmak mı, Teslim almak mı?

Kur’an’a teslim olanlar, O’nun eşsizliğini, üstünlüğünü ifade etmeye çalışıp O’na kendilerince değer katmaya veya yüceltmeye çalışmazlar. Kur’an ile değer kazanmaya, izzet onur ve şeref sahibi olmaya çalışırlar. Kur’an’la iyi geçinmeye bakarlar. Başkaları gibi Kur’an’dan nemalanıp O’nun sırtından geçinmezler.

Kur’an’a teslim olanlar, O’na tutunarak kendilerini düzeltmeye ve dünyanın gidişine çekidüzen vermeye, ahiretlerini kurmaya/kurtarmaya, imanlarını Kur’an nuruyla salih amele dönüştürmek için koştururlar.

Kurban olmak mı, Kurban etmek mi?

Kur’an hafızı da olsalar Rasülsüz ve usulsüz olarak, Allah(cc)’ın ayetlerini peygambere rağmen yorumlayıp O’ndan hırsızlık yaparak kullananlar Kur’an’a kurban olacakları yerde O’nu kurban edenlerdir.

Kur’an talebeleri; kitap (Kur’an’a rağmen, O’ndan başka kitaplar), kalem, tesbih, fikir veya silah kurbanları gibi olmamalıdır. Yoksa Kur’an’a kurban olmak varken, O’nu Kurban ederler! O’na teslim olmakla emrolunmuşlarken O’nu teslim alırlar!

Kur’an’a kurban ol(a)mayanlar, sonuçta O’nu kendi heves, görüş, fikir veya eğilimlerine kurban ederler. Kur’an’ı Peygamber’e tercih ederek O’nu yok saymak, nebevî misyonunu ve tevhidî mücadele mirasını görmezlikten gelmek Kur’an talebesi olmakla çelişir. Bu ise aklı başında bir müslümanın yapacağı bir iş değildir ve çıkmaz sokaktır. Kimseyi bir yere götürmez. Çünkü Peygambersiz din olmaz. Peygamberin dindeki konum, değer ve misyonunun farkında olamayanlar gerçeği, büyük resmi, fotoğrafın tamamını göremedikleri için sadece kendi gördükleri ve kabul ettikleri ve bildikleriyle yetinenlerdir.

Kur’an talebeliği!

Kur’an’ı tanıyabilmek için önce ona hicret edip taşınmak gerekir. Kitaba uymak varken işi kitabına uyduranlar, Kur’an’a taşınamaz ve onunla kucaklaşıp anlaşamazlar.

Kur’an ve sünneti birbirinden ayırmak veya onları karşı karşıya getirmek veya birini diğerine tercih etmek Allah(cc)’a ve Peygambere imanla, “Kur’an Talebesi” olmanın edebiyle çelişir.

Eğer Kur’an talebesi olamamışsanız;Kur’an’ı Rasûlullah’a tercih eder, Kur’an bize yeter deyip açık nâslara   rağmen Peygamberi bir kenara bırakır ve ister istemez kendinize Peygambersiz bir din edinir ve sonuçta “Muhammed’siz Kur’an Projesi”ne ortak olursunuz!

Eğer Kur’an talebesi olursanız;Peygamber’e dört elle sarılır ve tıpkı O’nun gibi Kur’an yoluna baş koyar, Elçi’ye ve O’nu gönderene saygı duyar, Kur’an adına Sünnet’i inkâra yeltenenlerden olmaz, Rasûl’ün izini takip ederek O’nunla birlikte Kur’an sofrasına oturur, Vahiy azığı ve Nebî’nin aşçılığı ile imanınızı doyurup aklınızı inşa eder, Kur’an’ın pratiği olan Sünnet’le istikametinizi belirleyip yolunuzu ve kulluğunuzu inşa edersiniz.

Peygambere tabi olmak Kur’an talebeliği için ilk şarttır. Kur’an’la birlikte  Rasülullah’a tabi olunmadan asla Kur’an talebesi olunmaz. Peygambere tabi olmayanlar asla Kur’an talebesi olamazlar. Kur’an, kendisine talebe olacaklardan Peygambere tabi olmalarını ister. Demek oluyor ki Kur’an talebeliği, Peygamber takipçiliğiyle, O’nun mirasına varis olmakla ve Nebevî misyonunu yaşatmakla mümkündür.

Kur’an’ın talebesi ve muhafızları (örnek, önder, öğretmen ve canlı Kur’anlar olan, O’nun ahlakıyla ahlaklanan, ümmete miras kalan) Hz. Peygamber(sav)in sünnetiyle yolunu aydınlatan, O’nun baktığı gibi bakan, yürüdüğü yola yönelen ve gördüklerini görenlerdir. İşte bunlar Kur’an’a kurban ve Allah(cc)’a kul olan yiğitlerdir.

Kur’an telebeliği adım adım vahyi takip etmeyi gerektirir. Gerçek anlamda Kur’an talebesi olanlar; bütün yolları Peygamber(sav)e ve Kur’an’a çıkan aklıselim bir düşüncenin dünya ve ahireti aydınlatıp insanı/insanlığı kurtaracağına inanırlar.

Kur’an Nasıl Bir Kitaptır?

Gerçekte Kur an yazılı bir kitaptır, her şeyi yerli yerinde olan HİKMET/tir, her şeyin ve her işin ölçüsünü veren MİZANölçüterazidir, doğru yola kılavuzlayanHİDAYET/tir, yolu aydınlatan NURIŞIK’tır, Allah(cc)’dan insanlara RAHMET’tir, Hakla batılı ayıran ve doğru alternatifi gösteren FURKANayraçtır, söylediklerinin doğruluğunu ve gerçekliğini kanıtlayan BÜRHANdelildir, yönlendirmek için yapılan MEVİZEöğüt tür, unutanlara veya farkında olmayanlara ZİKİRhatırlatmadır, kalplerde olan şirk, küfür, nifak, isyan, haset, huzursuzluk ve güvensizlik gibi manevi hastalıklara ŞİFA’dır, İnananlara BÜŞRAmüjdedir, inanmayanlara uyarıcıNEZİR’dir, O’na sarılanlara HABBULLAHAllah(cc)’ın ipidir, Allah(cc)’a güvenenler için URVETUL-VUSKAsağlam tutamaktır.

Din, Kur’an ve Peygamber; insanlar tarafından tanımlanıp teslim alınan değil, kendilerine teslim olunan ve tanımlayandırlar. Kendileriyle tanınıp tanımlanmak, arkadaş ve yoldaş olmak içindir. Taşınıp ilâhi iradeye teslim olarak, her türlü şirk, zulüm, batıl ve cahiliyeden kendilerine hicret etmemiz için bize emanettirler.

Rasülullah ile Kur’an’da buluşmak üzere ahidleşmeyenler, son kertede (Hadis ve Sünet adı altında) Peygamberle hesaplaşmayı tercih edip yüce elçiyle vuruştuktan sonra Allah(cc)’ın kutlu Nebî’sine sırt dönüyor ve güya Kur’an’ı Peygambere tercih ediyorlar. Oysa Kur’an bu densizliği önceden haber verip ifşa ediyor ve inananlara Peygamberlerini hakem tayin edip ona itaat etmelerini kesin olarak emrediyor.  (4 Nisa 65-69)

Kur’an’ı kötü emellerine alet edenler, ilk önceleri Mevzû hadislerden başlayıp, daha sonrasında Zayıfı, Şâz olanı, Hasen’i, Merfu’yu, Mürsel, Ahad olanları da içine alan ve bu yolda bocalamaya devam edip ilerledikçe Mütevatir ve Sahih hadisleri de içeren bir reddiye geliştirirler. Nihayet bu işi Rasülullah’la yollarını ayırmaya kadar vardırırlar. Sonuç olarak bu tutum asla ‘Kur’ancılık’ değil bizzat ‘meâlciliğin’ ta kendisidir. Meâlcilik ise görünüşte Peygamberi inkâr etmediği izlenimini vermeye çalışmakla beraber Hz. Peygamber(sav)’in Nebevî kimlik ve misyonunun altını oyan, sonuçta Rasül’ün ayağını kaydıran, İslâm ve Kur’an’ın anlaşılmasının önünde büyük bir engel olarak duran, türedi/nevzuhur bir mezhep olmakla beraber, aklı başında sanılan bazı müslümanların bile müptela oldukları, yer yer pisikolojik ve patalojik, yer yer de kronik bir hastalık olarak karşımıza çıkmaktadır.

Rabbimizden bu rahatsızlığa kapılan kardeşlerimiz için bir taraftan acil şifalar dileyip onlar için ihlas ve samimiyetle dualar ederken diğer taraftan da elimizden gelebilecek yardımlar için dört gözle fırsat kolluyor, imandan kaynaklanan kardeşlik hukukumuzu carî ve açık tutmaya çalışıyoruz.

Kur’an ve Meâl

Hiçbir zaman meallere Kur’an denilemeyeceği ve Kur’an’ın yerine geçmeyecekleri gibi, Kur’an da asla meal ve tercümeden ibaret görülemez.

Kur’an’dan daha öncelikli olarak meal okumak ya da yüzünden Kur’an okumasını bile bilmeksizin yalnızca mealden yola çıkarak din öğrenmeye/Kur’an’ı anlamaya çalışmak, yüzme bilmeden açık denizlere girmek kadar tehlikelidir.

Hiçbir metin ait olduğu bir dilden başka bir dile, bire bir ve eksiksiz olarak aktarılamazken, meâl ile yetinmek veya meâlden yola çıkarak sağlıklı olarak bir yerlere varmak pek mümkün değildir.

Kur’an mesajının içerdiği derinlik, güzellik ve anlam zenginliklerinin birçoğundan feragat ve fedakarlık edilerek, başka bir dilde en az manâ kaybıyla tercüme ve ifade edilişine Meâl denilir. Bununla birlikte sure ve ayetlerin vahyedildiği ortamı ve nüzül sebeplerini bilmeden, temel dinî bilgilere sahip olmadan yalnızca meallere bakılarak Kur’an’ı doğru ve eksiksiz olarak anlamak mümkün değildir.

Dini nasıl yaşayacağımızı ve nasıl müslüman olacağımızı, neleri niçin fedâ edeceğimizi, nelerden niçin vazgeçeceğimizi, dost ve düşman ölçümüzü neye göre belirleyeceğimizi örnekleyip öğretmek için kendisi ile bize gönderilen Kur’an’ı Peygamber(sav)’in elinden alıp O’nu kapı dışarı etmek/itmek; öncelikle kitabı gönderen Allah(cc)’a karşı yapılabilecek en büyük küstahlık olurken sonuçta Elçiye-Nebîye hakarettir, son derece ahlâksız ve terbiyesizce bir yaklaşımdır.

Ve tabii ki Kur’an’ın genel bütünlüğü, Sûre, konu ve ayet bütünlükleri gereğince bilinip dikkate alınmadan, Sûreler, ayetler ve kavramlar arasındaki anlam bağları yeterince dikkate alınmadan, Tertîl, Tilavet, Kıraât, Tedrîc ve Hikmet göz önünde tutulmadan, Sünnet ve Siyer’e başvurmadan, Hadislerin sıhhat ve içeriğini ayrıştırmak dururken toptan öteleyip sahih ve mütevatirleri de reddederek, sadece yoz/düz/yalın bir meâl okumayla din/Kur’an asla anlaşılamaz ve öğrenilemez!

Kur’an Kur’andır, Meâl de meâldir, Meâl Kur’an demek değildir,  Kur’an meâlden ibaret değildir, Meâle talib olunur, Kur’an’a tabî olunur, Meâl’le akledilir, Kur’an’la hükmedilir, Meâl düşünülür, Kur’an yaşanılır, Meâl’e yaslanılır, Kur’an’a sığınılır, Meâl yer gösterir, Kur’an yol gösterir, Meâl esgeçilmezdir, Kur’an vazgeçilmezdir, Meâl okumak anlamaya başlamaktır, Kur’an okumak ibadettir, Meal okumak Kur’an’ı anlamak için bir ihtiyaç, ön şart ve gerekliliktir, fakat tek başına Kur’an’sız bir meâl okuması asla yeterli ve doğru değildir.

Ne yazık ki bu güne kadar Peygambersiz olarak başlayıp yola çıkan bütün Kur’an yolculukları istisnasız olarak mâlcilik ve hüsranla bitmiştir. İlmihalleri, İslâm tarihi, Hadisleri, Mezhepleri, Tefsirleri kendi dünyalarında birbiri ardınca yakıp/yıkıp atanlar; zamanla Hz peygamber(sav)’in önce sünnetini ve daha sonra da kendisini devre dışı bırakan iflah olmaz ve amansız bir hastalığa kapılırlar.

Kur’an ve Sünnet

Kur’an; her bir harfi, kelimesi ve cümlesi Allah(cc) tarafından özenle seçilip tertip edilmiş, her yönden mucize olan ilahi bir kelamdır. Sadece okunmak için değil anlaşılmak, anlatılmak ve en başta yaşanılıp yaşatılmak için vahyedilmiştir.

Kur’an’a çıkan bütün yollar Hz. Peygamber’(sav)in sünnetinden geçer.  Sahih bir akideye ulaşan bütün yollar hem Peygamber (sav)’e ve hem de Kur’an’a çıkar. Hz. Peygamber(sav)e itaat edenler Kur’an’la buluşur/yüzleşirler, Kur’an’da buluşup/yüzleşenler Peygamberle kucaklaşırlar.

“Doğrusu Kur’an’ı cidden anlamak, tetkik etmek isteyenlerin onu usulüyle Arapçasından ve tefsirlerden anlamaya çalışmaları zaruridir. Kur’an’ın falan tercümesinde şöyle demiş diyerek hükümler çıkarmaya çalışmamalıdır. Bunu imanı olanlar yapmaz. Kendini bilen insaflı insan da yapmaz.

Kur’an’dan bahsetmek isteyenler onu hiç olmazsa harekesiz olarak yüzünden okuyabilmelidir. Mamafih öyle kimseler görüyoruz ki Kur’an’ı harekesiz olarak okumak şöyle dursun, harekesiyle bile düzgün okuyamadığı halde onun hükümlerinden ve manalarından içtihada kalkışıyor. Öylelerini görüyoruz ki Kur’an’ı anlamıyor ve ‘tefsirlere müfessirlerin yorumları karışmıştır’ diye onları da kâle almak istemiyor da, eline geçirdiği tercümeleri okumakla Kur’an’ı tetkik etmiş olacağını iddia ediyor. Düşünmüyor ki okuduğu tercümeye, alim müfessirlerin tevili (yorumu) değil de cahil mütercimin görüşü ve yorumu, hatası ve noksanı karışmıştır. Bazılarını da duyuyoruz ki, Kur’an tercümesi demekle yetinmiyor da: “Türkçe Kur’an” demeğe kadar gidiyor. Türkçe Kur’an mı var behey şaşkın?” [1]

Kur’an;Harflerden ve seslerden meydana gelmiş, sure ve ayetlerin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Dilimizle okunur, mushaflarda yazılıdır, ellerimizle dokunulur, kulaklarımızla işitilir, gözlerimizle görülür. Mushafa saygı göstermek vaciptir. Arapça Kur’an’ın aslî öğelerinden birisidir. Başka dildeki tercümelerine Kur’an denilemeyeceği gibi, ibadetlerde tercümeleri okunamaz.

Akidevî gerçekler, iman ilkeleri, hayata dair kurallar, ahirete ilişkin açıklamalar, insan hayatını ve düşüncelerini kuşatacak bilgi ve anlam düzeyleri vardır. Okunarak ve yaşanarak şifa verir. Evrenbilimdir, insan bilgisidir, tarihtir, hukuktur. Hükmedilsin diye gönderilmiştir. Hak ile batılı birbirinden ayıran kesin hükümdür. Eğlence değildir. Kendisine sarılanı Cennet’e götürür, terk edeni de Cehennem’e. Zahirin hükmü ve bâtının ilmi ondadır. [2]

Kur’an tıpkı anne sütü gibidir. Bir günlük bebeğin ihtiyacı olan gıdayı ona verirken, altı aylık çocuğa da, yetişkinlere de kendisi için gerekli olan gıdaları verir. Yaşınıza, kültürünüze, anlayışınıza ve ilminize uygun olan gıdalarla sizi besler ve her derdinize derman olup maddi ve manevi kirlerden temizleyip hastalıklara karşı şifa ve kalkan olur.

Sıkı sıkıya sarılmamız için Allah(cc)’ın gökten sarkıttığı ipi/hablullahıdır Kur’an. Allah(cc) ile konuşma ve peygamberlerle sohbet etme kitabıdır. Karşısındakileri ciddiye alır ve karşısında da ciddiyetli, gayretli muhataplar arar. Eğer Kur’an’a karşı yaklaşımlarınızda cidiyseniz O sizi temizler, arındırır, sükûnete erdirir, itminan ve iç huzuru verir, ayaklarınızı dinde sabit kılar, istikametinizi doğrultur, imanınızı kavileştirir, sizi vahyin nuruyla yüceltir ve yaşatır.

Sünnet;Âdet, gidiş, takip edilen yol, yaşama biçimi demektir. Kevnî olaylar, kâinat, fıtrat, yaratılış konuları için Allah(cc)’ın Sünneti/Sünnetullah denilir. Değişmez ve değiştirilemez.

Peygamber (sav)’in Sünneti;Allah(cc)’ın sünnetini, vahyini insanlara bildirmek ve yollarını kendilerine tebliğ etmek için gönderilen Rasûllerin ilâhî vahyi/dini pratik ve örnek olarak hayatlarına aktarması, nebevî mücadelesi, dinin birinci elden tefsiri, yaşanması ve yaşamlaştırılmasıdır.

Peygamber sünnetini oluşturan vahiy, hem Kur’an ve hem de rasûl’e bırakılan kısımlardan oluşur. Kur’an’da birer çekirdek ve tohum halinde olan vahiy, Rasûl’ün kalbine ekilir (inzâl). Bu çekirdek (tenzil ile) peygamber (sav)’in hayatı, davranışları, sözleriyle gövdesini oluşturup dallanır, yapraklanır, çiçek açık meyve verir. Sünnet; Rasûl’ün kitabı yaşayışı, hayata hakim kılması ve insanlaştırmasıdır. Allah(cc)’ın iradesini ve sünnetini ortaya koymada bir tür araç ve sebep niteliğinde olan Rasûl’ün sünnetine tabî olup uymak bütünüyle Kur’an’a ve Allah(cc)’a tabî olmaktır. (4 Nisa 80) Dolayısıyla Peygamber (sav)’in sünnetini izleyip ona uymak bütün mü’minlere farzdır.

Çekirdek hükmündeki ilkeler Kur’an’da ortaya konulurken, teşrî düzlemdeki pratik ve uygulamalar, örnekler, hükümler de Sünnet’le hayata kavuşmakta ve yaşanmaktadır. Sünnet, islâm toplumunun üzerinde yürümesi gereken yolun kendisidir. [3]

"Dinin teorik kaynağı Kur’an, pratik kaynağı da Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. Kur’an’la Peygamberimizin sünnetini birbirinden ayırmaya kalkmak, dinin sadece teori sistemi halinde kalıp hayata yansımasına engel olmak demektir. Kur’an’la sünnet, insan açısından etle kemik gibidir. Sünnete karşı tavır, Kur’an’ın hayata geçirilmesine karşı olmak demektir. Sünnet, Kur’an’ın öz kardeşidir. Sünnet, şer'î hükümleri beyan bakımından Kitab’ın/Kur'an'ın yardımcısıdır. Peygamberimiz Kur’an’ı en güzel şekilde hayata dönüştüren örnek şahsiyettir, canlı vahiydir. O, yok sayıldığı zaman, vahyin hayata yansıması, her şahsın kendi anlayışına göre olacağından, dinde anarşi ve kaos ortaya çıkacaktır. Peygamberin sünneti devreden çıkınca, Kur’an’ın doğru anlaşılması ve hayata doğru şekilde geçirilmesi nasıl gerçekleşir? İster istemez, bu boşluk doldurulacak; sünnet görevi üstlenmeye kalkan anlayışlar ve peygamberlik/örneklik görevi yapmaya kalkan insanlar ortaya çıkacaktır. Gerçeğini reddedince sahtelerine davetiye çıkarılacaktır. Sünneti reddeden zihniyet, kendi anlayış ve pratiğini sünnet yerine koymaya kalkacak; bilinçli veya bilinçsiz, hevâsını sünnetleştirecek, kendini de önder ve örnek olarak sunmuş olacaktır." [4]

Sünnet, insanları bilinç, duygu ve eylem düzeyinde arındırma (tezkiye) görevi yapar:

"Kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitab'ı ve hikmeti getirip size bilmediklerinizi öğreten bir Rasûl gönderdik." ; "İçlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü'minlere büyük bir lütufta bulunmuştur."(2/Bakara, 151--3/Âl-i İmrân, 164)

Sünnet, Peygamber’in insanlara mesajı yaşayarak ta’lîmi/öğretmeyi içerir:

Peygamber’in sünneti olmadan abdesti, namazı, haccı, zekâtı, orucu ve diğer ibâdetleri kim ve nasıl öğretecektir? Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Kur'ân'ı söz ve davranışlarıyla, yani sünnetiyle açıklama görevinden bahseden âyetlere iki örnek verelim: "Sana da bu zikri (Kur'ân'ı) indirdik ki, kendilerine indirilenleri insanlara açıklayasın, ta ki düşünüp öğüt alsınlar." ; "Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı)indirdik ki, hakkında ihtilâfa düştükleri şeyi açıklaman ve iman eden bir toplum için (o kitap) yol gösterici ve rahmet olsun." (2/Bakara, 151, 3/Âl-i İmrân, 164, 16/Nahl, 44, 16/Nahl, 64)

Sünnetin fonksiyonu, düşünce planından ziyade daha çok pratik hayatta kendisini gösterir. Çünkü hayata yansıyan Kur'an ahkâmı, ancak sünnetin belirlediği şekil ve tarzda olur. Yine temel ibâdetlerin nasıl uygulanacağı tümüyle sünnete ihtiyaç duyacaktır. Sadece Kur’an’dan yola çıkıp Sünneti tümüyle reddederek ibâdetlerin yapılabilmesi mümkün değildir." [5]

Peygambersiz bir dini, Muhammedsiz bir Kur’an’ı savunanlar ne yazık ki; limana kadar gelip te iskeleye yanaşmış olan gemiye binemeyip kaçıranlar gibi bedbahtlardır. Kur’an iman edenlere Hz. Peygamber(sav)i işaret edip gösterirken sadece Kur’an bize yeter diyerek Rasulullah(sav)’i dinin referanslarından çıkaranlar ebediyyen nebevî kimlik ve misyondan nasipsiz ve mahrum kalırlar. Çünkü Kur’an’a giden yol önce Rasulullah(sav)’den geçer.  Diğer bir ifadeyle Allah’a kul olmanın yolu Rasül’e tabî ve ümmet olmaktan geçer. İlahî mesaj, kendisine gönderilen elçiyi biz iman edenler için adres ve örnek olarak gösteriyor. Yani Peygambere itaati ve O’na tabi olmayı, vahyi gönderen Allah(cc) istiyor.

Allah(cc) peygamberlerini insanlar arasına hoş bir hatıra olsun veya masal gibi okunup anlatılsın diye değil, hatırı sayılıp dikkate alınsın ve her ne getirdiyse amennâ denilmesi için göndermiştir. Allah(cc)’ın hatırı her zaman için Peygamber(sav)’in hatırı ile beraberdir.

Normal şartlar altında aklı başında hiçbir Müslüman için; Kur’an’ı peygambere veya Peygamberi Kur’an’a tercih etmek gibi bir garabet mümkün değildir. Böyle bir tercih bilinçsizce yapılıyorsa zifiri karanlıklara denk kör bir cehalet iken,  bilinçli bir tercihle bu yola girildiğindeyse bu tavır telafisi çok zor bir ihanete dönüşür. Hiç kimse böyle bir ikilem veya tercihle baş başa bırakılamaz. Sünnete başvurmayan Kur’an anlayışı da, Kur’an’a rağmen oluşturulan Peygamber miti de son derece sakattır ve her ikisi de ıslaha muhtaçtırlar.

Şurası açıktır ki Peygambersizlik sadece O’nu inkâr anlamına gelmez. Kur’an’ın tefsiri ve açıklanarak örneklenmesi mahiyetindeki Sünnet ve sahih hadislere sırt dönmek te Peygambersizliğin diğer bir çeşididir. Kur’an, Tefsir, Sünnet, Hadis, Tarih, Siyer, Meâl gibi ilmî disiplin ve şubeleri de vardır bu dinin ve hepsi de İslâm’ın bir parçası ve cüzüdür fakat tek başlarına bu dini temsil etmezler.

Muhammed’siz Kur’an projesi içi boş, ham bir hayalden öteye geçemeyen kısır bir döngüdür. Bu proje defolu Müslümanların çıkardıkları naylondan bir üründür. İnşaAllah ömrü kısa ve müşterisi azdır. Bu projeye giden yollar tekin değildir. Sağlıklı bir doğum yapamayacak ve ömrü boyunca düşükler yapmaya mahkûm olan marazlı ve sakat bir yoldur.  Çünkü Kur’an, asla Müslümanların dinde tek kaynağı değildir, fakat temel kaynağıdır. Kur’an ve Sünnet birbirleri için etle tırnak gibidirler, ayrılamazlar. Bir kuşun iki kanadı gibidirler. Tek kanatlı kuş uçamaz, Sadece Kur’anla veya meâlle din,  dindarlık veya müslümanlık mümkün değildir.

Kur’an adına Sünnet’i inkâr etmemek, [6] Meal’i değil Kur’an’ı öncelemek, [7]Meâl’i asla yeterli görmemek, [8]“Muhammed’siz Kur’an Projesi”ne ortak olmamak için Meâlciliği, [9] gereğince tanıyıp bilmek ve o engeli Kur’an’la ve Sünnet’le aşmak boynumuza borçtur.

Duamız

Ya Rabbi! Bizleri; Hidayet rehberi olarak gönderdiğin, kendisinde şüphe olmayan Kur’an-ı Kerim’in mübarek yol göstericiliğine ulaştır. ( 2 Bakara 2 ) O’nu başucu ve başvuru Kitabımız bilmeyi ve okuyup anlayarak yaşamayı, O’nunla şifâ ve rahmeti bulmayı nasibet. ( 9 Tevbe 14, 10 Yunus 57, 17 İsrâ 82, 41 Fussilet 44)

Bizden öncekilerin başlarından geçenler, bizim de başımızdan geçip imtihan edilmeden, imanlarımız sınanmadan, gerektiğinde bedel ödemeden,  Cennet’e giremeyeceğimizi biliyor ( 2 Bakara 214 ) ve üzerimize sabır yağdırmanı, Sekînetini indirmeni, bizlere Hidayet ve Kurtuluş yollarını göstermeni istiyoruz ey Allah’ım!. ( 48 Fetih 4, 26 ) Senin dininin düşmanlarıyla karşılaştığımızda ve ayetlerini okuduğumuzda teslimiyet ve imanlarımızı, sadakatimizi artır. ( 48 Fetih 4-5, 8 Enfâl 2, 9 Tevbe 124 )

Allah’a verdiği sözü bozmayıp sadıklardan olmayı, ahdini yerine getirerek Şehîd olan veya sözünü değiştirmeden bu uğurda bekleyenlerden eyle bizi ya Rabbi! ( 33 Ahzâb 23 ) Bize Dünyada ve Ahiret’te iyilik ver, Şeytanın iğvalarından, cahillikten, nefsimizden, Cehennem azabından koru ey Allah’ım! ( 2 Bakara 201 )

İslâm’a teslim olup, Kur’an’a talebe, Rab’be kul olmayı, Allah(cc)’a ve Rasûlüne itaat etmeyi, Tağutlara, Zalimlere, Müşriklere, Cahillere isyan etmeyi, Kur’an’ı Sünnet’le tefsir etmeyi, Sünnet’i Kur’an’la teyit etmeyi, Nebîlerin, Sıddıkların, Şehidlerin inkılâbî yolunu ve Peygamberî misyonu sürdürmeyi, onur, izzet ve şerefi kuşanmayı, direnerek dirilmeyi bizlere nasip eyle ya Rabbi!

 

[1]Hak Dini Kur’an Dili Cild:1 sahife:15

[2]Kur’an, Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar

[3]Sünnet, Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar

[4]Ahmed Kalkan, Kur’an’ın Gör Dediği, Kur’an’ın Kör Dediği

[5]Ahmed Kalkan, Kur’an’ın Gör Dediği, Kur’an’ın Kör Dediği

[6]Kur’an Adına Sünneti İnkâr Edenlere Kur’an Karşı Çıkıyor, Kur'an'ın Gör Dediği Kur'an'ın Kör Dediği, Ahmed Kalkan

[7]Meal okumayın Kur’an okuyun,  Ebubekir Sifil

[8]Meal sahiden yeterli mi? Ebubekir Sifil

[9]Kur'an'ı Anlamanın Önündeki En Yeni Engel: MEALCİLİK, İktibas Dergisi, Ercümend Özkan