Coşkun UZUN
Mavi Marmara
Bizler; İsrail’siz bir dünyanın var olacağına ve özgür bir Kudüs’ün gerçekleşeceğine inanıyoruz!
İsrail bir çetedir.... Terörist, Siyonist, işgalci ve susturulması gereken bir çete…. Siyonist İsrail'in fiili işgali altında olup taciz, tecavüz ve ambargo sınırları içinde bulunan tüm şehirler, köyler, yerleşim bölgeleri, dağlar, taşlar, zeytin ağaçları her karışına kadar ‘Filistin’ toprağıdır ve sonuçta o topraklarda yaşayan Müslüman halktan gasp edilmiş olup şimdilerde ‘İsrail’ diye anılan topraklar, aslında tam olarak ‘Filistin-İslâm’ toprağıdır. Söz konusu coğrafya; baştan sona kadar tamamıyla Filistin’dir.
Orada bütün çocuklar Kudüs’ün, el Aksa'nın ve Davud(as)'ın çocuklarıdır. Onlar zamanın Davud’ları, İbrahim’leri ve İsmail’leridir.
Siyonist ambargoyu delebilmek için ‘Rotamız Filistin, Yükümüz İnsanî Yardım’ diyerek yola çıkan, Mavi Marmara Özgürlük Filosunda Ölümsüzleşen Şehidleri Selâmlıyoruz…!.
“Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak. Halbuki, biz sussak, tarih susmayacak. Tarih sussa, hakikat susmayacak. Onlar sanıyorlar ki, bizden kurtulsalar mesele kalmayacak. Halbuki, bizden kurtulsalar, vicdan azabından kurtulamayacaklar. Vicdan azabından kurtulsalar, tarihin azabından kurtulamayacaklar. Tarihin azabından kurtulsalar, Allah’ın azabından kurtulamayacaklar.” (Sezai Karakoç – Çağ ve İlham)
Hz. Ali der ki “Haksızlıklar karşısında susarak sessiz kalanlar, haklarıyla beraber izzet ve şereflerini de kaybederler.”
Hz. Osman der ki “Mektebinde şehadet olan bir milletin esareti yoktur.”
“Gidenler Yeryüzü ödevlerini yaparak gittiler fakat bizler ev ödevlerimizi bile yapmaktan aciziz.” diyor Nuri Pakdil. Evet kesinlikle önden gidenler, yeryüzü ölçeğinde bir ödev ve sorumluluğu yerine getirerek, Allah(cc)’a karşı kulluk borçlarını ödeyerek ve bizlerin takip etmesi için bir mücadele yolu ve sünnetini miras bırakarak gittiler.
“Gidenler Hüseyin’ce bir iş yaptılar, geride kalanlar hiç olmazsa Zeynep gibi olmalıdırlar yoksa Yezîdîdirler.” diyor Şehit Dr. Ali Şeratî. Sorumluluklarını yerine getirmek, özveri sahibi olabilmek ve sonuçta Allah(cc)’a verdiği sözünde durabilmek için bizlere daha ne hatırlatılmalı ki? Hangi nasihat ve özeleştiri bizim paslı yüreklerimizi ve donuk kanlarımızı harekete geçirecek acaba!
“Başımızı göğe, Boynumuzu ipe, Sakalımızı yele verdik. Biz ölümlerden çok zulmü gördük.” (A. Ay) diyoruz? Şu topraklarda statükocu zalimlerden neler çektiğimizi, kurtuluş reçetesinin mücadele bilincini ve ‘La ilahe illallah’ ahlâkını kuşanmaktan geçtiğini biliyoruz?
“Mazlumların zalimlerden intikam alacağı günler, zalimlerin zulmünden çok daha çetin olacaktır.” (Hz. Ali) ve Allah(cc), günleri insanların arasında döndürüp/çevirip durmaktadır. “Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.” (28 Kasas 5)
“Dünyanın gidişatından her Müslüman sorumludur.” (M. İkbal) bunu çok iyi biliyor ve kendimizi sıkıntı, sabır, çile, mücadele ve özgürlük yüklü, bereketli yarınlara hazırlıyoruz artık!
“Ahlâklılar, ahlâksızlar kadar cesur olmadıkça, mü’min olduğunu iddia edenler en az kâfirler kadar dâvâları için bedel ödemeye hazır olmadığı müddetçe, “mü’minim” diyenlerin kılavuzu Kur’an olması gerektiği halde, tâğutlar ve tâğutî anlayışlar olduğu sürece… Evet, böyle oldukça ümmetin burnu daha nice leş kokusuna muhatap olacak, mü’minliği tartışılacak tevhidden habersiz halk yığınları ve onları güden muhâfazakâr demokratlar izzeti yanlış yerde aramanın cezası olarak zillet içinde zillet yaşayacak…” 1 izzet ve şerefin tamamının sadece Allah(cc) ve Rasülünün yanında olduğunu unutursak eğer.
“Dünya duysun ki artık, müslümanlar geliyor...” (Halid el İslambuli) ve unutmayalım, yarınlarda söz sahibi olanlar; yorgun kimseler değil, rahatlarına kıyabilen, sevdiklerinden ve sevenlerinden Allah(cc) için ayrılmayı göze alabilenlerin olacaktır.
“Düşmanlarım bana ne yapabilir? Hapsedilmem halvet, Sürülmem seyahat, Öldürülmem ise Şehadettir.” (İmam İbn-i Teymiyye) teslimiyetine sahip örnek ve öncü bir Kur’an nesli çıkıyor içimizden! Mücadeleyi omuzlayacak, kavgayı sürdürecek, davayı sahiplenecek, çıtayı yükseltecek, zalimlerden hesap soracak, yoluna çıkan bütün engelleri teker teker ve büyük bir kararlılıkla aşacak, şecaat, vakar, izzet, haysiyet ve şeref sahibi, onurlu, muvahhid, mücahidlerden olma liyakatında, Tevhidî-Kur’anî-İslâmî teslimiyet ve bilinci kuşanacak bir Kur’an nesli çıkıyor hamdolsun!
Sözde değil, özde Müslüman olanlara, Pazara kadar değil, mezara kadar bu yola baş koyarak Özgürlük seferine çıkanlara, Tevhid sancağını bütün benliğinde ve yüreğinde şerefle dalgalandıranlara, İman yükünü ve dava bilincini kaybetmeyen, seyreltilmemiş, özgün ve özgül ağırlığını yitirmeyen yiğitlere, Gazze’ye, Kudüs’e, El Aksa’ya ve Mavi Marmara Şehidlerine binlerce selâm olsun!
Güzel bir gelişme ve anlamlı bir proje olarak İHH, “9 Şehide 9 Eser” Projesine başlıyor. Terör devleti İsrail, Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım diyerek yola çıkan Gazze filosuna saldırdığında şehid olan 9 gönüllümüz adına 9 ayrı proje hayata geçiriliyor. Şehidlerin memleketlerinde gençler için kültür merkezi, bilgi evi, spor salonu ve öğrenci yurtları inşa ediliyor.
İlginçtir ki ülkemizde birileri halâ Siyonist, Terörist, Gasıp, İşgalci ve mütecaviz İsrail’i tanımaya, onlarla aynı masada oturmaya devam ediyorlar. Bağımsız Filistin’i tanıyan ülkelerin sayısı her geçen gün artarken, ülkemizdeki siyasiler, yaşanan onca olaya, verilen canlara, sönen ocaklara ve yitirilen umutlara rağmen halâ gözümüzün içine bakarak, Siyonistlerle işbirliğine devam etmekte ve kendilerince bu gidişte bir yanlışlık görmemekteler.
Nikaragua bile çok açık ve net bir tavır ortaya koyarak Siyonist elçilikleri kapatıp görevlileri sınır dışı ederken Türkiye’de hala İsrail elçiliği açık ve Siyonistler burada normal bir şekilde çalışmalarına devam ediyorlar. Bizdekiler halâ Güney Amerika, Afrika ülkeleri kadar bile tepki gösteremediler, Siyonistlere hak ettiği karşılığı veremediler, hesap soramadılar. İnsanımızı manipüle etmeye ve ısrarla tribünlere oynamaya devam ediyorlar. İsrail’le Türkiye arasında var olduğu söylenen elliden fazla askeri ve siyasi anlaşma halen yürürlükte ve bu güne kadar henüz bunların bir tanesi bile iptal edilmiş değil.
“One minute” dediklerinde ne oldu sanki de Mavi Marmara dolayısıyla hükümet ve siyasilerin bir yaptırım ve duyarlılık göstermelerini bekliyoruz? Devlette devamlılık esastır… Söyleyecek sözünüz varsa masaya oturur ve söylersiniz… değil mi?
Araçlarımızı Amaç Haline Getirmekten Korkuyoruz
Direnişin Rengidir Mavi Marmara…Tabir yerindeyse güvertesinden miraca yol olan bir gemidir. Fakat kesinlikle başlı başına kurtuluş vâdeden bir gemi veya Nuh’un gemisi değildir. Öncelikle bunu böyle anlamamız ve bilmemiz gerekir.
219 gün sonra yurda dönen “Gazi” Mavi Marmara’nın Römorkörler, Fırkateynler, Balıkçı tekneleri, Yolcu vapurları ve Feribotlarla desteklenen Sarayburnu’na tekrar gelişinde anlamlı ve görkemli bir karşılama töreni düzenlendi. Törende 50 kadar ülkeden onbinlerce katılımcı, ayrı dinler ve değişik uluslardan yaşlısı ve genciyle, kadını ve erkeğiyle çok sayıda misafir, konuşmacı ve kardeşliği ilmek ilmek işleyen sanatçılar vardı.
Siyonistleri Otorite kabul eden, Gazze’ye yardım götürmek için İşgalcilerden izin alınması gerektiğini saçmalayan, Yahudi çocukları için gözyaşı döken, Terörist Otoritenin Şahitleri her zaman olduğu gibi yine burada da ortalıkta gözükmüyorlardı.
Orada olanlar her zaman ki gibi az sayıda, seçkin, vasat ümmeti temsil eden onurlu ve izzetli kişilerdi. Otoritenin Şahitliğini yapan hormonlular gibi kendilerini diğer müslümanlardan hiçbir zaman müstağni görmeyen, Allah, Kur’an, Sünnet ve Tevhidî mücadele yolunun garip yolcularıydı. Şehidleriyle ahitlerini tazelemek, haklı yürüyüşlerinde onlara şahitlik etmek ve tarihe not düşmek, İşgalci Siyonistlere kahredici bir mesaj vermek, Hamas ve Hizbullaha sahip çıkmak için oradaydılar.
Öncelikle teslim edilmesi gereken bir gerçek olarak İHH; Türkiye insanının ve hatta dünya insanının başka dünyalara açılan kardeşlik, dayanışma ve hayır penceresidir ve bu çatı altındaki faaliyetler imkânlar doğrultusunda hepimiz tarafından desteklenmelidir. Bu uğurlama, karşılama ve benzeri fâaliyetlerin organizatörlerine, çok sayıdaki yardımcılarına ve kimliği bilineniyle bilinmeyeniyle gönüllü kahramanlarına yürekten ve büyük bir teşekkür borcumuzun olduğu da açık bir gerçektir.
Gündemi belirleyen unsur başlı başına Mavi Marmara olayı veya onun yurda tekrar gelişi ve karşılanması mı olmalıdır, yoksa Filistin’deki Siyonist İşgalin her şeye rağmen halâ varlığını sürdürüyor olması mı?
Cevabı herkes tarafından verilmesi gereken bir diğer soru olarak şunu sorabiliriz. Bizim hizmet anlayışlarımız açısından bu tarz törenler, Mavi Marmara’nın uğurlama ve karşılanması veya bizzat kendisi başlı başına bir Amaç mı yoksa Araç mıdır, Şenlik ve Festival mi, Anma mı, Düğün mü, Hüzün mü, Matem mi, Sevinç mi, Yas mı, Manevi/Duygusal bir Doyum ve Dejarz mı, Görsel bir Tatmin, Kimlik ve değerlerin Müslümanca bir ifade şekli mi yoksa bilenme ve sorumluluk aşısı mıdır?
Mavi Marmara; etrafında gerçekleşen olaylar açısından bizim için adeta bir ayraç, turnusol kâğıdı ve ibret levhasıdır. Kimin nereye yakın durduğu, neye ne kadar dost veya düşman olduğunu ortaya çıkarması açısından bunun önemsenmesi gerekir. Onu bir imkân ve fırsata dönüştürmek elimizde olduğu gibi, bir tabuya ve bir tür nevi arınma ve tapınma aracına dönüştürmekte elimizdedir. Ona nasıl yaklaştığımız ve gelişmeleri nereye doğru kanalize ettiğimiz bu açıdan gerçekten çok hassas ve önemlidir. Mavi Marmara’yı hatıralarımıza terk etmeyelim, o anılarımız arasında kalmasın, açtığı yaraların kabuk bağlamasına fırsat vermeyelim. Ama gerekli titizlik ve dikkati göstermeksizin bu gündem üzerinden farklı duyarlılıklar oluşturmak ve oluşan tepkileri yanlış adres ve araçlara yönlendirmek, parçayı bütüne tercih ederek bütünü parçayla gölgelemek ve kabukta oyalanarak öze inilmesini farkında olmadan da olsa engellemekte bir çeşit sorumsuzluk ve cinayettir.
Acaba öne çıkarılarak hatırda tutulması gereken, Mavi Marmara gemisi ve orada yaşananlar mı, yoksa yolculuğa çıkışın da şartlarını hazırlayıp gerekli kılan; işgal, zulüm, abluka, ambargo, devlet terörü ve bütün bir Filistin coğrafyasındaki Siyonist varlığın bizzat kendisi midir?
Geminin diğer ülkelere de ziyaret amaçlı olarak gönderilmesi ihtimalinden dolayı yeni bir ziyaretgâha dönüşecek olması, bazılarına kabul etmesi güç ve zorlama bir yorum gibi gelecekse de, gerçekten bu şekilde davranılarak Mavi Marmara’ya bir anlamda ikinci bir Kâbe misyonunun biçilmiş olacağını endişesini haklı olarak ortaya koyuyor. Kanaatimize göre tarihe not düşmek kadar, hedef ve istikameti ıskalamamak ta aynı şekilde önemli ve belirleyicidir. Gemi ziyareti abartılmamalıdır.
Mavi Marmara’yı gündemde tutalım ve unutmayalım, kalbimize kazıyalım, fakat Mavi Marmara’da yaşanan olaylar ve gelişmelere duyarlı Müslüman halkın haklı tepkileri üzerinden (ihtimal de olsa) kimi çevrelerce rant devşirilmesine, statükocu ve baskıcı seküler sistemin Müslümanları öğüten iktidar değirmenine su taşınmasına, Laik, Demokratik, Kemalist rejimin ve dolayısıyla mevcut hükümetin de herhangi bir şekilde pirim yaparak meşruiyet kazanmasına izin vermeyecek kollektif bir iradeyi acilen ortaya koymalıyız. Mavi Marmara’yı Filistin direnişinin veya önceliklerimizin önüne geçiremeyiz.
Mavi Marmaracılık yapmak, Mavi Marmara’dan geçinmek, Mavi Marmara’nın arkasına saklanmak, Mavi Marmara perdesini gözlere çekmek, Mavi Marmara dolmuşuna binmek veya dolduruşuna gelmek, Mavi Marmara ile avutulmak, uyutulmak gibi olumsuzlukları çok geniş boyutlarıyla yaşamak istemiyorsak, Filistin’de uzun yıllardır verilen insanlık ve onur mücadelesinin içini boşaltmak, altını oymak istemiyorsak bundan sonraki adımlarımızı çok daha dikkatli atmalıyız. Mavi Marmara gemisi bizim için hedef değil işarettir, istikamet değil yoldur, amaç değil araçtır, sonuç değil aşamadır, meyve değil çiçektir.
Ah bu gemide olup alnımdan vurulsaydım….Keşke gemide olup bin canımı verseydim….Bu kervana ben de girseydim diyen binlerce gönüllü orada ve alanlardaydı….Aksa’nın feryatları birleştirdi ümmeti…Yakamızdan ölümün bir türlü düşmemesi….Zulümler, feryatlar, cinayetler tek tek dile getirildi büyük yürek yangınları, burukluk, özlem, acı ve hissiyat yüklü konuşmalarla… ve lanetlendi, kınandı, açık deniz korsanı Terörist İsrail. Rabbe dualar ve niyazlar gönderildi bolca.
Şu kadar var ki, bu görkemli ve muhteşem karşılama töreninde orada bulunan yüreği yaralı binlerce insanı vekâleten de olsa temsil edebilecek Devlet ve Hükümet cephesindeki siyasilerden hiç kimsenin hazır bulunmaması işin rengini, taraflarını, olayın ve acının sahiplerini vurgulaması açısından kocaman bir ipucu ve soru işaretiydi. Halk kendi gücüne yaslanıyordu.
Dileğimiz odur ki, Birileri Mavi Marmara üzerinden bizim Siyonizm karşıtlığımızı manipüle edip gazımızı almasın. Mavi Marmara’da yaşananlar bizleri şuurlandırsın. Artık kimse kuru kuruya heyecanlarımızı körüklemesin, daha kararlı ve istikamet üzere Tevhidî bir mücadeleye yönelebilelim. Sonuçta bu konu insanlık ve ümmet için bir emniyet sibobu olmasın.
Dileğimiz
Çevremizde olup bitenlere karşı duyarsız davranıp sessiz kalarak, umursamazlık ve körlükle değil, yapılacakları kendi içinde bir öncelik ve önem sırasına koyarak ve güç yetirebileceklerimizden başlayarak adım adım, aşama aşama, kulluğumuzun sorumluluk çıtasını yükselterek, ilk önce yerel, bölgesel bir direniş ve mücadele hattı oluşturup daha sonra ulusaldan evrensele doğru genişleyen kardeşlik ve iman ailemizin (varsa) mevcut ve potansiyel güçlerini elimize alarak, (yoksa) onu ihya ve inşa ile tekrar oluşturarak, Siyonizm ve Kapitalizm karşıtı, İnkılâbî, Tevhidî yolumuza devam edeceğiz inşaAllah.
Şehidlerimizin yakınları belki Siyonist İsrail çetesinden tazminat veya özür bekleyebileceklerken bu alçak Siyonistlere yaptırım uygulayacak ve hesap soracak olanlarsa kesinlikle siyasi iradedir, hükümettir, devlettir. Anlaşma ve işbirliklerini iptal edecek, uluslar arası ilişkilerde ve lobi faaliyetlerinde baskı uygulayıp yalnızlaştırma politikasını devreye sokacak ve iman kardeşlerinden yana tavır olacak olan güç, yine hükümet ve devlet gücüdür. Herkes sorumluluğunu yerine getirmelidir.
Biz istiyoruz ki olayları ve gelişmeleri doğru okuyalım, Mavi Marmara aynasında kendimize dürüstçe bakalım, dersler çıkaralım, Mavi Marmara’da kendimizi görelim, O bize gözlük olsun, dürbün olsun, basiret ve firaset olsun, olayların iç yüzünü ve perde arkasını görmemizi engelleyen bir unsura, hedefi ıskalattıran bir paravan ve çeldiriciye dönüşmesin.
Bizler, şartların oluşması ve fırsatların yakalanmasına bağlı alarak, güç yetirebildiğimiz oranda Siyonistlerden, yaşanılan bu acıların hesabını er ya da geç bir şekilde mutlaka soracak, şehidlerimizin kanını yerde bırakmayacak, açık deniz korsanı Terörist İsrail’in yaptıklarının yanına kâr kalmasına izin vermeyecek işlediği cinayetlere seyirci kalıp ona ortak olmayacağız.
Mavi Marmara ismi ve 31 Mayıs tarihi bundan böyle, tüm dünyadaki Siyonistlerin alnında her gün yeniden patlayacak bir bomba etkisinde olacak. Nefes aldıkları her gün Filistinlilere ve bizlere yaşattıkları acının faturasını misliyle ödeyecekler.
İstiyoruz ki özü terk edip kabukta oyalanmayalım. Sözde değil özde, söylemde değil eylemde, iş ve güçte kardeşler olduğumuzu görelim ve birilerine de gösterelim artık. Mavi Marmara’yı elbette karşılayalım, konuşup anlatarak Siyonist zulmü, ablukayı, ambargoyu, soykırımı ve işgali gündemde tutalım ve yaşatalım fakat Kudüs, El Aksa ve Filistin davasını sadece Mavi Marmara gemisinden ibaret hale getirmeyelim. Ağaçlardan ormanı görememe gafletine bizler düşmeyelim.
Zulmü ve Siyonist işgali aşikâr kılan yüzlerce vesileden sadece birisidir Mavi Marmara. Kudüs ve Filistin meselesi Mavi Marmara’dan çok daha önce Evrensel İslâmî direniş ve var oluşun kilometre taşlarındandır bunu aklımızdan çıkarmayalım.
Mavi Marmara’da oyalanmayalım. Özgür bir Kudüs’e ve İsrail’siz bir dünyaya uyanacağımız aydınlık şafaklar için dünyanın dört bir yanında, hep birlikte kulluk eksenli direniş ve Tevhidî mücadele nöbetleri tutalım. Merdivenleri birlikte çıkalım.
Öncelikle kendi içimizdeki, İsrail’i ve işbirlikçilerini teşhis edip gereğince tanımak zorundayız. İlkin yakın hedeflere ulaşıp iç tehdit ve düşmanı bertaraf edelim ki sıra dış tehdit ve düşmanlara da gelsin. Mahallemizdeki mescid ve camilerimizi ulusalcı, statükocu, gelenekselci işgal ve yozlaştırmalardan kurtaralım ki sıra Filistin’e, Kudüs’e ve Mescid-i Aksa’ya da gelsin. Gazi Marmara bunları bize hatırlatıyor ve engel olmaktan öte gayrete getiriyorsa bizim hiç kimseye diyecek bir sözümüz yoktur.
***
Bugüne kadar daha çok Demokratik Politikalar, Vakıf, Dernek, Cemaat, Tasavvuf, STK alanlarında; birbirinden değişik onlarca-yüzlerce hesap ve hayal uğruna harcanan paralar, verilen emek ve gayretler, boşa geçirilen zamanlar, sönüp giden hayal ve umutlar, katlanılan çile ve sıkıntılar, bitmek bilmeyen yol ve yürüyüşler, tartışmaya açılan İslâmî/Tevhidî değerler, içi boşaltılan Kur’anî kavramlar, bir hiç uğruna adam harcamalar, bozulan ve kaybedilen kardeşlik ve dostluklar, öncü ve nüve olup maya tutabilecek bir nesil yetiştirmeye yetecek olmasına rağmen heba edilen fırsatlara ve zamanlara, kardeşlerin birbirleriyle didişmelerine, sistemin maddi anlamda sömürüp yoksullaştırarak aç ve imkansız bıraktıklarının karınlarını doyurma ve yaralarını sarma çabalarına, sistem açısından adeta koltuk değneği, Kızılay, Yeşilay mesabesinde kalan büyüklü küçüklü pek çok organizasyona şahit olduk.
Bütün bunları yaparken insanların imanî açlıklarını, akidevî boşluklarını, inanç çarpıklıklarını ise büyük ölçüde ihmal edip ikinci plana attık farkında olmadan birçoğumuz. Halbuki ilk önce insanımızın iman açlıklarının doyurulması, akidedeki çelişkilerin giderilmesi, inanç ve fıtrattaki yozlaşmaların önüne geçilmesi ve Tevhid’le tanıştırılmaları gerekiyordu. Biz önceliklerimizi karıştırdık. Zulüm, cehalet, isyan, tuğyan, bid’at ve şirk içerisinde yüzen insanların önce karınlarını doyurmayı ve üstlerini giydirmeyi tercih ettik. Bina inşaatına temelden değil de, çatıdan başlama gafletini gösterdik yani. Gönlü boş, imanı zayıf, beşerî korkuları olan insanların tağuta ve zulme karşı durmalarını bekleyemezsiniz fakat karnı aç olsa da Allah(cc)’a gereğince iman etmiş, Kur’an’a teslim olmuş birisinin pekâla dünyaya meydan okumasını isteyebilirsiniz.
Bizler; sorumluluk bilincini kuşanarak birer umut ışığı olmak, umudu her zaman ve her şartta diri tutmakla, hayata şahitliklerimiz ve duruşlarımızla maya çalarak arkamızdan geleceklere ve çevremize ufuk açmakla, Peygamberimizi ve mücadele sünnetini adım adım takip etmekle, şikâyet etmeden özgün/özgür mü’mince projeler üretmekle, esaret ve beşerî boyunduruklardan kurtuluşa ve Tavizsiz, uzlaşmasız, İnkılâbî, Nebevî yol ve yürüyüşlere çıkmakla emrolunmuş, kulluk bilincini canlı ve salih amel çıtasını yüksek tutabildiğimiz ölçüde bağımsız ve özgür muvahhidler olmakla mükellef kişileriz.
Yanlış veya eksik anlaşılma risk ve ihtimalini de göz önünde bulundurarak fakat net olarak söylemek zorundayız ki; insanımızın ilgi, imkân, fedakârlık, kardeşlik duyarlılık ve yardımlarını, ülke dışına taşıyarak oradaki ihtiyaç sahipleri için yardıma ve onların yaralarını sarmaya yönelik organizasyonlardan çok daha öncelikli olarak, kendi coğrafyamızın insanî ve İslâmî kurtuluşu için kullanabileceğimiz bir kalkışım ve İslâmî kurtuluş reçetesi için değerlendirmiş olsaydık, bu organizasyonlardan daha büyüklerinin temellerini yıllar öncesinden hep birlikte atmış, bağımsız bir mücadele ve direniş vasatını çoktan oluşturmuş, Kur’anî, Tevhidî, Nebevî bir İslâmî Hareketi çoktan başlatmış olacaktık. Bunu görebilmeliyiz.
İnsanımıza; Allah'tan başkasının önünde eğilmeyen Tevhidî bir duruş, Yalnızca Allah(cc)'a adanmış bir hayat anlayışı Kur'anî bir idrak, Sahih bir dini bilgi, sarsılmaz bir irade ve çelikten bir bilinç, serden/yardan geçen fakat Rabbinden ve kulluk ilkelerinden asla vazgeçmeyen bir bağlılık ve teslimiyet verilmeye çalışılsaydı, herkes bu noktaya atış yapsaydı, nokta atışı yaparak enerjilerimizi, gücümüzü, ümitlerimizi ve kaynaklarımızı, Tevhid, İman, İhlas, Takva, Cihad, Şehadet Şuuru kazanmak ve kazandırmak, şirki, zulmü, isyanı, tuğyanı ve küfrü gerileterek al aşağı etmek için harcamış, bunun için öncü ve örnek Kur’an neslini toplumumuzda inşa etmiş olsaydık, komşudaki yangından önce veya en azından onunla paralel olarak kendi evimizin içindeki yangına koşsaydık ne güzel olurdu değil mi? Ama maalesef önceliklerimizi karıştırdık ve onun için bizler bu haldeyiz. Farzlar dururken, vacibe, o dururken sünnete, o dururken nafileye yönelmek gibi bir şeydi bu yaptığımız.
Sonsöz olarak; İHH veya benzeri kuruluşlarımızın yardım çalışmalarını kesinlikle yersiz, gereksiz, faydasız bulma gibi bir lükse sahip değiliz. Fakat bütün bu güzelliklere rağmen (eşzamanlı ve hatta) daha öncelikli olarak, elimizin altındaki birikim ve enerjilerimizi yurt içine yönelik bir konum tesbiti, iyileştirme, ıslah ve yalnızca Allah(cc)’a kulluk için statükoyu red ve zalimi deşifre etme ameliyesi, İslâmî bir kurtuluş mücadelesi, ilkeli, izzetli ve onurlu bir duruş, yürüyüş ve yapılanmanın oluşumu, desteklenmesi ve güçlenmesi için kullanmış olsaydık şu an içinde bulunduğumuz manzara çok büyük bir ihtimalle bundan daha iç açıcı olabilirdi. Manzara öyle olmasa bile öncelikler, tercihler ve tedricen hareket etme prensibine de uymuş olacağımız için Rabbimizden yardım ve bereket istemeye, bizi başarıya ulaştırmasına dair nusret beklemeye ve Sünnetullah’ın tecellisine şimdikinden daha layık olurduk diye düşünüyoruz. Yoksa kimsenin yaptığını küçümsüyor veya karalıyor değiliz.
Kahrolsun Siyonist İsrail diyor, El Aksâ, Kudüs ve Filistin’e Canlar feda diyor, inananların iman kardeşliğine yaslanarak yola çıkıyor ve Direniş yolunun tüm şahitleri ile beraber Gazi Marmara Şehidlerini selâmlıyoruz!
1 Ahlâklılar Ahlâksızlar Kadar Mü’minler En Az Kâfirler Kadar Cesur Olmadıkça, Ahmed KALKAN, 26 Mart 2008