Coşkun UZUN
PAVLUS VE BİZİMKİLER
Bilindiği gibi Pavlus; Allah(cc)’ın Hz. İsa(as)’a gönderdiği ilahi metin üzerinde tasarruf ve tahribatlarda bulunan ve İncil’i incil olmaktan çıkaran, ellerindeki ilahi mesajın çanına ot tıkayarak onu adeta bir yapboz tahtasına çeviren kişidir. İlahi vahiyleri tahrif eden, günümüzde Hıristiyanların elinde bulunan ve üzerinde oynanarak adeta bir kuşa çevrilmiş olan şu anki İncil öğretisinin sorumlusudur. Körlerin kör kılavuzudur. Pavlus’un yol açtığı ve sebep olduğu sapma, uydurma, ilave ve çıkartmaların neler olduğunu merak edenler için kaynaklarda epeyce bilgi ve belge mevcut. Biz bunun üzerinde durmayacağız.
İlgilendiğimiz konu Pavlus’luk veya Pavlus’çuluk fonksiyonunun günümüzde bazı müslümanlar tarafından da icra ediliyor olması, yani tahrifat ve tahribatçılıktır. Pavlus’un misyonu dün Hıristiyanlar için ne anlam ifade ediyorsa, bugünkü müslüman camianın içinde bulunan bazı zihniyetler de Pavlus’la aynı konumundadırlar.
Aşırılığı yaklaşık olarak tanımlarsak; sınırda seyretmek, ileri gitmek ve uç noktaları temsil etmek demektir. Her zaman için eleştiri ve uyarılma gerektiren ve bunu hak eden yanlış bir tutumdur. Buna bizim kaynaklarımızda ifrat ve tefrit deniliyor. Bunlar geriye/aşağıya ve ileriye/yukarıya doğru giden iki aşırı uçtaki tutum ve davranışları ifade etmek için kullanılan kavramlardır.
İslâm’ın emrettiği ve Müslümanların temsil etmesi gereken ilkeli duruş ise muvahhidliğin öncelikli bir gereği olarak mutedil olmak, yani itidal ve dengeyi gözetmektir. İtidal ve denge konusu aşırılıklardan, zorlamalardan, yalınkılıç tavırlardan, cüretkârlıktan, pervasızlıktan, haddi aşmaktan, kaide, kural ve sınır tanımazlıktan, ben yaptım oldu mantığından, liyakatsizlik ve ehliyetsizlikten sakınıp korunmayı ve arınmayı içine alır.
Müslüman şahsiyetler, bireysel açıdan ve toplumsal değerlendirmelerde genellikle orta yolu temsil etmek ve vasat ümmet profilini önlerine alıp başkalarına örnek olmakla sorumludurlar.
Yarınlarda birilerinin bizleri gönlümüzde taşıdığımız ve uğruna mücadele ettiğimiz hedeflerimize, konuşmalarımıza veya yaptıklarımıza bakarak Pavlusçuluk ile itham etmemeleri için, bir an durup içinde bulunduğumuz hali, temsil ettiğimiz ekseni, gündem ve uğraşılarımızı dikkatlice gözden geçirerek dengesiz ve sorumsuz davranışlarımız varsa eğer acilen bunları terk etmemiz gerekir. Çünkü bizler sadece kendi kişilik ve kimliğimizi yaşıyor değiliz. Bireysel müslümanlığımızın yanı sıra ve hatta ondan daha da önemlisi bizim üzerimizden İslâmî bir temsil ve örneklik söz konusudur.
Belki sosyalistler açısından Stalin’e “Sosyalizmin Muaviye’si” şeklinde bir benzetme yapılması çok sorun olmayabilir. Fakat bir Müslümanın işlediği hatalar veya temelini attığı sapmalar sebebiyle Pavlus’a benzetilmesi veya onunla özdeşleştirilmesi kabul edilebilir bir itham olmadığı gibi altından kalkılabilecek veya açıklanabilecek bir durum da değildir.
Şüphesiz ki aklı başında ve ne yaptığının farkında olan hiç kimse şu yanlış yoldan gideyim, şu hataları yapayım demez. Farkında olup, kasten ifrat ve tefritte bulunmak istemez. Yapılan işler bilerek ve iradi olarak yapılmış olmakla beraber sonuçta yanlış yaptığının farkında değildir kişiler. Fakat iyi niyet ve sonucu öngörememiş olmak ta kişiyi suçlu olmaktan, sorumlu tutulmaktan ve eleştirilmekten kurtarmaz. Doğru sanılarak veya doğru olduğuna inanılarak girilen yanlış yollarsa kişiyi asla hedefine götürmediği gibi istikamet ve menzilini de değiştirir. Biz bu şekilde düşünüyoruz. Bu tür tasarruflarda bulunan kişilerin uyarılmaları ve yanlışlarının farkına vardırılmaları gerekir. Biz işin sonucuna bakmakla, görebildiğimiz kadarıyla şu an sebep olduklarına ve bundan sonrasında olabileceklere işaret etmekle mükellefiz.
İyiliği emredip kötülükten sakındırmak inancımıza göre tüm zamanların en kadim ahlâkî sorumluluk ilkesidir. Dolayısıyla perşembenin gelişini çarşambadan göremeyenlere öncelikle Allah(cc)’dan basiret ve feraset vermesini dilerken, diğer taraftan da elimizden geldiğince kulluk sorumluluklarımız ve kardeşlik hukukumuz çerçevesinde nasihatleşmek ve birbirimizi meşru dairede uyarmak zorundayız.
Yol açtığı sonuçlar açısından bakıldığında en küçük ilkesel farklılaşmalar da, iyi niyetli eleştiriler şeklinde başlayıp kaynakta şüpheciliği doğuran ve sonuçta hedef saptırmalara kadar varan marazlı anlayışlar da, aynı kapıya çıkıyorlar. İfrat ve tefrit.
Eleştiri, münazara, tartışma, tevil ve yorumlarda ölçü ve sınırlara uyulmadığında, gereken özen ve dikkat gösterilmediğinde, ehil, ehliyetli, ilim sahibi olmamak ve haddini bilmemekle birleşirlerse onlar da bizi aynı ifrat ve tefrit kapısına götürüyorlar.
Her aşırılık sonuçta bir sapmadır. İtidal ve dengeyi her zaman, her yerde ve her şeye rağmen muhafaza edip korumak müslümanın temel ve aslî görevlerindendir. Müslüman hayatının her safhasında denge unsurudur. Farklılaşmak ve marjinalleşmek, ihtiyat ve korku, tedbir ve çekinme birbirlerine karıştırıldıkça bu yönde bir takım sıkıntıların yaşanması ise normaldir.
Sizin ne yaptığınız kadar dışarıdan nasıl algılanıp görüldüğünüz de çok önemlidir. Yanlış kişinin doğru yerde bulunması da, doğru kişinin yanlış yerde olması da durumu haklı çıkarmaz ve değiştirmez.
Bugün hemen birçoğumuz müslüman kardeşlerimiz arasında mevcut olan bazı dengesizliklerle ve yazıya konu edindiğimiz sapmalara yol açan yanlış anlayışlarla karşılaşıyoruz. Fakat şimdilik kimi yerlerde bu konunun ipuçlarına veya henüz doğumuna, kimi yerlerde emeklemesine ve yeni yeni palazlanmasına kimi yerlerde de kemikleşmiş boyutlarına şahit olduğumuz bu yanlışların ileride nelere mâl olacağı, ümmeti nerelere sürükleyeceği, hangi sorunlar yumağını doğurup bizlere ne gibi bedeller ödetebileceği üzerinde konuşulmuyor. Bunun yerine küçük veya büyüt çaplı atışma, tartışma, sürtüşme ve zıtlaşmalar, belli belirsiz kopmalar, kısmî kamplaşmalar şeklinde sürüyor bu noktadaki ilişkilerimiz.
- Meal okumayın Kur’an okuyun, siz oradan anlayamazsınız, ilminiz de yok, onu ancak şu kadar ilmi olanlar anlar demek ile Meal bize yeter, Arapça bilmeden de olur demek sonuçları itibariyle aynıdır ve ifrat veya tefrittir.
- Her davranışı Sünnet addetmek ile Kur’an (meali) bize yeter diyerek ‘kur’an’cılık’ yapıp Nebevî Sünneti üstü örtülü bir şekilde reddetmek sonuçta ifrat ve tefritin hem kendisi hem kaynağıdır.
- Peygamber sözüdür diye her sözü doğru ve Hadis olarak kabul etmek ile güyâ şüphelerden ve zandan uzak durmak adına Hadisler etrafında şüphe oluşturup ‘zan akaidde delil olmaz’ diyerek Hadisleri terk etmek te temel bir yanlıştır. Kişiyi ifrat veya tefrite götürür.
- İlmihalleri, Fıkıh külliyatını, Hadisleri, Tefsirleri, Mezhepleri bir kenara bırakıp Hz. Peygamber zamanında bunların hiçbirisi yoktu denilerek bu ilim okullarını ve onların şubelerini elinin tersiyle itmek ile bunları mutlaklaştırıp dini bunlardan ibaret görmek, ya da eleştiriden muaf tutma çabası da aynı şekilde ifrat ve tefrit yanlışına düşmektir.
- Arapça bilmeyi mutlaklaştırıp bilmeyenleri hiçe saymak ile Arapça olmadan sadece kendi dilindeki meallere yaslanarak birtakım çıkarımlarda bulunmak ve böylece dindarlık yapmak sonuç olarak ifrat ve tefriti doğuran yanlışlardır.
- Kur’an okumayı bilmemek veya Kur’an okumamak, Meal okumamak veya meal okumayın demek, Allah(cc) sadece Kur’an’ı koruması altına almıştır diyerek Hadislere itimat etmemek veya “Hadisçilik” dayatmak, “Kur’ancılık” veya “Mealcilik” yapmak, Tefsir okumamak, Sünnete itibar etmemek, Mezhepleri küçümsemek, Tarihi önemsememek, Kelâmı kabul etmemek, Tevatür ve rivayeti reddetmek, Siyeri/Sireti doğru anlamamak, Şer’i deliller ‘Edille-i Şer’iyye’den Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyas’tan bir kısmını kabul etmemek veya itibarızlaştırmak sonuçları itibariyle yanlıştır, ifrat ve tefrite varan birer kimlik sapmasıdırlar.
- Sünneti devre dışı bırakarak Kur’an’ı sadece meallerden anlamaya ve ayet meallerini başka ayet mealleriyle açıklayıp anlamaya çalışmak ta en iyimser ifadeyle kısırlık, sığlık, cüretkârlık veya sapmanın öncülleri ve işaretleridir.
- Mealler üzerinden bir din tasavvuru oluşturmak, zengin İslâmî ilim mirasına karşı nankörlük ve körlüğün, ihanet ve saygısızlığın algı ve düşünce kısırlığının gelebileceği son noktadır.
“Meal okumayan, Peygamber (sav)’in her davranışını Sünnet sanan, duyduğu her sözü Hadis sayan, İlmihal, Fıkıh, Hadis, Tefsir ve Mezheplere dört elle sarılıp mutlaklaştıran, Arapça bilmeyenlere ise itimat/itibar etmeyen”bir neslin yetişmesine ve bu hastalıklı fikrin önünü açıp oluşumuna hizmet etmek birinci yanlışsa,
“Kur’an okumayan/okuyamayan, öncelikle meal okuyup onunla yetinen, Ayetlerin sebeb-i nüzulüne ihtiyaç duymayan, Kur’an’la (aslında mealle) yetindiği için Sünnete hürmet etmeyen, Hadisler’in sebeb-i vürütlerini bilmediği için mesafeli durup çoğuna inanmayan, İlmihalleri önemsemeyip terk eden, fıkhetmek akletmektir o halde Kur’an’ı (meali) okur aklederim diyerek Fıkhı terk eden, bunlar Peygamber(sav)’den sonra çıkmışlar diyerek Mezhepleri ‘takmayan’, aşan veya yok sayan, içinde israiliyat ve abartılı yorumlar var diyerek Tefsirlere güvenini yitirdiği için onları da bir kenara bırakan, Arapça’yı ve ilmî birikimi gereksiz gören, Şer’i delillerden bir kısmını reddeden”ucube bir anlayışa hizmet edip bu vasatta sorunlu bir nesil yetiştirmek te ikinci yanlıştır.
Bu iki yanlıştan herhangi birisini tercih edip savunageldiği ve şu anda kendisi bu hal üzere yaşadığı için sadece karşısındakini hatalı olarak görmek müslüman için affedilmeyecek bir yanlıştır. İfrat ve tefriti temsil eden bu iki aşırı uçtan hangisini beslerseniz besleyin sizi doğruya ulaştırması mümkün değildir. Tevbe edilmesi gerekir.
Belki yarası olanlar vardır ve dolayısıyla gocunanlar da olacaktır. Burada sözümüz, yorum ve eleştirilerimiz herhangi bir kişi, gurup, cemaat veya yapıya yönelik değildir. Bizim yaptığımız mevcut vakıadan ve kimi pratiklerden hareketle yarınlarda söz konusu olabilecek muhtemel bir durumun bu günkü ipuçlarından yola çıkarak sonuçlarını bu günden öngörebilmek ve mümkünse önlem almak adına bir kaygıyı paylaşmaktan ibarettir. Ve sonuçta yıllar geçtiğinde, çok uzun zaman sonrasında bu günden ipuçları görülen bu aşırı uçları beslemenin Pavlusvari bir sonuç doğuracağı endişesini yüksek sesle paylaşmaktan ibarettir bizim yaptığımız. Kaynaklarımızı, değerlerimizi ve kavramlarımızı kendi ellerimizle yıpratıyor olmanın verdiği üzüntü ve kırılmışlıklardan oluşan bir tedirginliktir.
Attığımız adım, söylediğimiz söz, savunduğumuz fikir ve görüş, hizmet ettiğimiz oluşum, ait olup temsil ettiğimiz misyon ileride dönüp baktığımızda Pavlusvari bir sonuç vermeyecekse, bundan eminsek yolumuz açık olsun. Bildiğimiz gibi devam edelim.
Eğer reformist olarak anılmak, dinden iskontolar yapan ve dine ilavelerde bulunan birisi olarak tarihe geçmek, onu akıp giden doğal mecrasından çıkaran ve yaptıklarıyla İslâm’ın kimyasını bozup dinin özünü değiştirmek için gönüllü Pavlus olma niyetindeysek veya bunun için uğraşıyorsak ifrat ve tefrit çizgisinde yol almaya devam edelim.
Yok eğer bugün kendi ellerimizle işlediklerimiz yüzünden ileride hayırla anılmayacak ve üstelik yerli Pavlus olmakla suçlanacak, dini tahrif etmekle, din tahripçileri olmakla, din tüccarlığıyla itham edileceksek hemen bulunduğumuz ortamları terk edip tevbe edelim.
Eğer bir muvahhid olarak bilinip; tavizler, uzlaşmalar ve yozlaştırmaların hiçbir çeşidine ortak olmadan İslâm’ın izzet, şeref ve onurunu üzerimizde ebediyen taşımak istiyorsak, her zaman için itidal ve dengeyi tercih edip, aşırı uçlardan ve onların uzantılarından, her türlü yanlışlar ve kimlik sapmalarından, eksen ve kıble farklılaşmalarından sakınmanız gerekir.
İslâm mirasına gölge düşürecek, şüphe oluşturacak her türlü tavır, davranış ve tasarruflardan, dostluk ve arkadaşlıklardan, yapı ve oluşumlardan Rabbim cümlemizi muhafaza eylesin. Kavramları, değerleri, kaynakları şüphe, zan, töhmet, manipüle ve ithamlardan korumak adına her kim en küçük bir adım atmış ve bu yönde bir hizmeti dokunmuşsa Allah(cc) ondan razı olsun.
Kalkış noktasındaki açı daralması, genişlemesi veya sapmasının arzulanan hedefe ve ulaşılmak istenen yere, varılacak menzile, yürünecek olan istikamete hangi ölçülerde yansıyacağını, kıble sapması ve yön farklılaşması üzerinden sorumlu her müslüman kendisi düşünebilir.
Pavlus’u ve yaptıklarını görüp bilen mü’minler, Müslümanlar arasında bir süredir baş gösteren ve yaşanılan bu eksen kaymasından ve kıble değişiminden diğerlerine göre daha çok sorumludurlar. Çünkü bilmek sorumlu olmayı beraberinde getiriyor.
Bir binanın uzun ömürlü ve sağlam olmasının şartı nasıl ki üzerine inşa edileceği zemine, onu taşıyacak olan temellerine, kolon ve kirişlere, kullanılan malzemeye, işçiliğe, plan projeye ve iş tecrübesine varıncaya kadar birçok unsuru içeriyorsa aynı şekilde konu insanların dinleri, inançları ve onun temel kaynakları söz konusu olduğunda da benzer kriter, ölçü ve incelikler geçerlidir.
İslâm ilim okullarını/ekollerini veya bunların şubelerini kendi çarpık yorumları ve dirayetsiz çıkarımları dolayısıyla yok sayıp kurutmaya çalışanlar, görüldüğü kadarıyla bindikleri dalı kesmeye yeltenen körlerdir. Kesilen bu dallar sonrasında kendileriyle birlikte kimleri aşağıya düşüreceklerini, kaç kişinin ayağının ve ahiret hayatının kaymasına sebep olacaklarını oturup tekrar düşünmelidirler.
“Bir mıh bir nalı kurtarır. Bir nal bir atı, bir at bir süvariyi/komutanı, bir süvari/komutan bir orduyu, bir ordu bir ülkeyi kurtarır”vecizesini hatırlayalım ve en küçük, hatta önemsiz sayılabilecek bir mıhı kendiliğimizden feda etmeye ne lüksümüz ne de yetkimiz olmadığını, hem kendimiz ve hem de omuzlarımızda sorumluluklarını taşıdığımız kardeşlerimiz ve gelecek nesiller hatırına lütfen çok geç olmadan görelim. İslâm binasının temellerine, kirişlerine ve kolonlarına pervasızca ve cüretkârca ilişmeye niyetlenen kendi aklı evvellerimize ahireti ve mizanı hatırlatıp sorumlu davranmaya çağıralım ve onları tüm içtenlik ve samimiyetimizle uyaralım.
Unutmayalım ki biz müslümanların uyarı ve ikaz sorumluluğumuz da kardeşlik ve kulluk yükümüz de terk edilemez, ertelenemez ve vaz geçilemezdir.
Not:Demokratlık (İslâm’ı demokrasi ile meczetme), Amerikancı/Ilımlı İslâm(!) anlayışını ve Tasavvufu da aynı kategoride görmekle beraber, onları değerlendirip eleştirmeye ihtiyaç duymadığımız için baştan reddediyoruz.
“Tevhidsiz Adalet Söylemi” ve arayışlarını, “Devletin dini, inancı ve ideolojisinin tâli bir mesele olduğu”, "Adalet olsun da nasıl olursa olsun" şeklinde özetlenebilecekyaklaşımları ve aslında bunun altında yatan laikliğin içselleştirilmesi olgusunu defolu Müslümanlık algısı olarak nitelendiriyoruz.