Şinasi ULUDOĞAN
RAMAZAN'A DAİR
Hamd; bizleri yoktan ve hiçbir şeyken yaratan ve arzdaki ve sema vattaki yaratıklarını bizim faydamıza sunan, hidayet bulmamız, rızasına ulaşmamız için vahiy ve elçiler gönderen egemenliğinde ortağı olmayan mülkünde tek tasarruf sahibi yarattıklarının üzerinde tek hükümdar olan Allah’a salât ve selam O’nun göndermiş olduğu tüm Resullere ve onların yolunu sürdürenlere olsun.
Her yıl olduğu gibi bu yılda mubarek Ramazan ayına ulaşmış bulunuyoruz. Bundan dolayı yüce Rabbimize ne kadar hamd etsek azdır.
Zira bu ay içerisinde inmeye başlayan hayat kitabımız, rehberimiz, hidayet kaynağımız, izzet ve şerefimizin membaı dünya ve ahiret kevserimiz olan bu benzersiz kitab sayesinde hem yaratıcımızı, hem yaratılış gayemizi, hem Resullerden oluşan önderlerimizi hem, hakkı ve batılı hem de baş düşmanımız şeytan aleyhillaneyi ve onun askerlerini ve yine insan olup ta şeytanın adımlarını izleyenleri yani hem geçmişin firavunlarını nemrutlarını, yezidlerini hem de günümüzün çağdaş despot, zorba zalimlerini görmüş ve öğrenmiş bulunuyoruz.
Umeyye oğullarının hilafeti gasp ve hile ile ele geçirmelerinden sonra siyasal İslam’ın yerine inşa edilen kutsal devlet anlayışı, ister istemez İslam ümmetinin büyük kesimini kendilerini yöneten devlete mutlak itaate sürüklemiş ve devletin ürettiği ya da onun İslam’dan anladığı şeyleri dinin kendisi gibi algılamasına ve ona öylece uyulmasına sebep olmuştur.
Allah azze ve celle Kitabımız Yüce Kur’an’da bizlere vaaz ettiği her şey gerek toplumsal gerekse bireysel anlamda siyaset içerikli şeylerdir. Çünkü Allah azze ve celle kullarına vahiyle siyaset etmektedir.
Siyaset çok özelde < terbiye etmek> manasını geldiğine göre kulları da yaratandan daha güzel kim terbiye edebilir.
Yüce Rabbimizin kullarının yeryüzünde nasıl yaşamaları gerektiğine dair vahiy yoluyla bildirmiş olduğu her emir her tavsiye her öğüt her ikaz her örnek her kıssa özelde bireyin genelde toplumun sağlıklı bir şekilde bir arada yaşamalarına ve O’nun rızasına kavuşmaya vesile olmaktadır. İşte bu Adem(AS) dan beri Allah azze ve cellenin kulları üzerindeki siyasetidir.
Tabi bu arada Allah’ın siyasetine muhalif olan şeytan aleyhillane ve onun yeryüzündeki işbirlikçileri olan zamanlarının nemrutları firavunları yezidleri de kendi siyasetlerini(fısıltılarını, vesveselerini heva heveslerini cahiliye hükümlerini) kendilerine tabi olsun olmasın tüm insanlara uygulamaya çalışmakta ve yeryüzünde fitne ve fesadın yaygınlaşmasına, ekinin ve neslin yok olmasına kardeşin kardeşi katletmesine ve insanın insanı kul köle edinmesine yol açmaktadırlar.
İşte Allah azze ve celle yaratmış oldukları kullarının her halini haber alan ve onların her daim olarak iyiliklerini murad eden olarak yılın bir ayında yani Ramazan ayında bir ay boyunca imsak vaktinden akşam sonrası karanlığın hâkim olacağı ana kadar fiziken bedenin gün boyunca talep ettiği her şeyden el etek çekmesini emretmekte ve bu ibadetin insanlığın ilk anından beri Allah’ın kullarına emrettiği kadim ibadetlerden (Allah’ın kulları üzerindeki siyasetinden ) biri olduğunu bildirmektedir.
Bu ibadetin Allah ile kul arasındaki ilişkiyi tanzim eden bir yönü olduğu gibi, insanın diğer hemcinsleriyle olan ilişkilerini de düzenleyen ve onlara yön veren başka başka birçok yönü de mevcuttur.
Kul bir yandan Rabbinin bu emrini yerine getirmekle yaratıcısına olan teslimiyetini göstermekte diğer bir yandan ise dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan hemcinslerinin açlığına susuzluğuna ortak olmakta, onların acısını ve ızdırabını hissetmekte, diğer bir yandan ise hem bedenini arındırmakta hem de dünyadaki nimetleri sonsuza kadar tüketemeyeceğini ve o nimetlerden bildiği bilmediği tüm canlıların da hakkı olduğunu idrak etmektedir.
Yukarda kısaca değindiğimiz hilafetin saltanatına dönüştürülmesi meselesinden bu yana tüm Kur’an’i kavram ve ibadetlerde olduğu gibi oruç ibadetinde de benzer yanılsamalar ümmetin içerisinde yeşermiş ve kök salmıştır. Kur’anın vaaz etmiş olduğu tüm ibadetler bireyin ve toplumun dirilişi ve yeryüzünün ifsadına karşı bir başkaldırıyı ifade etmekteyken o dönemden bu yana sadece şekilsel anlamda gelenekselleştirilerek camilere, mescidlere hapsedilmiş teşbihte hata olmasın adeta Allah azze ve celle sadece camilerde mescidlerde anılan onun dışında hayatın diğer alanlarında devre dışı bırakılan bir pozisyona sokulmuştur.
Burada ümmetin geçmişinde yaşamış olduğu olaylardan bahsedecek değilim. Zaten konumuz ve yerimizde buna müsait değil. Lakin şu çok iyi bilinmelidir ki Kur’an’ın vaaz ettiği her ayet her dönem için tazeliğini koruyan insanlığın her alanına hitap eden bir siyasete sahiptir.
Konumuz Ramazan olduğuna göre o halde günümüz Ramazanlarının nasıl yaşandığına dair de birkaç eleştirilerimi okuyucularımızla paylaşmak istiyorum.
Ramazan aylarında gelenekselleşmiş, Kur’an’ı Kerim’i yüzünden okumaları bir kez daha gündeme taşımak zorundayız. Daha çok evlerde kadınların yapa geldikleri bu gelenek şekli anlamda bir sorun taşımamaktadır. Samimiyetlerinden şüphemiz olmayan bu insanların aslında iman ettikleri bu yüce kitaba haksızlık ettiklerini birilerinin çıkıp geçmişten günümüze bizlerin da yapmaya çalıştığı gibi açık yüreklilikle anlatması gerekmektedir. Zira İslami ıstılahta zulüm bir şeyi olduğu yerden ayırmak, yine bir şeyi maksadının dışında kullanmak anlamlarını taşımaktadır. Yüce kitabımız Kur’an’ Kerim başından sonuna kadar anlaşılayım diye birçok kere ayetlerini tekrar etmekte. Ama her ne hikmetse insanlar onun mana ve mesajı yerine Arapça metnini yüzünden okumayı kâfi görmektedirler.
Bunun en temel nedeni Arapçanın Kitabımız Kur’an’ın dili olması münasebetiyle kutsal bir dil olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır. Elbette bundan başka saiklerde insanları bu kitabı Arapça metninden okumaya sevk ediyor olabilir. Ancak kanaatim odur ki insanlar bunu devam ettirtmeyi Allah’ın bir emri gibi telakki etmişler ve resmi din adamları da bu konuda onları teşvik etmişlerdir.
Cebrail (as) ile Resulullahın indirilen vahyi birkaç kez baştan sona kadar birlikte tekrar ettiklerini rivayetlerden öğreniyoruz. Bildiğiniz gibi hatminsözlük anlamı, mühürlemek, sona erdirmek ve bitirmek. Istılahta ise; Kur’ân-ı Kerim'i başından sonuna kadar okuyup bitirmeye hatim denmektedir. İşte ta o günden bu yana tüm İslam âleminde şeklen tatbik edilen bu uygulama bizim toplumumuzda Ramazan aylarında hatim adı altında icra edilmektedir.
Üzülerek belirtmeliyim ki gerek Ramazan aylarında gerekse diğer ay ve günlerde özelliklede Perşembe akşamları geçmişlerin ruhlarına sevab olur mantığıyla icra edilen bu gelenek maalesef toplumun en derinine nüfuz etmiş ciddi bir hastalıktır. Resulullah’a atfen söylenen birçok rivayete dayanarakve o rivayetlerin sadece lafızlarından hareketle ölmüşlerin ardından onlara sevab olur niyetiyle okuna gelen Kur’an’ı Kerim bu ve benzeri vesilelerle hayatın diğer alanlarından tamamen soyutlanmış ve bu mana da kendisine iman ettiğini iddia edenler tarafından orijinal metin olarak olmasa da kullanış biçimiyle tahrifata uğratılmıştır.
Bu belirtmiş olduğum sorun maalesef asırların birikimidir ve kolay kolayda çözüleceğe benzememektedir. Ramazan ayında inmeye başlayan ve bedevi Arapların içerisinden dünyanın en örnek en medeni toplumunu doğuran bu yüce vahyin ondan sonraki takipçileri miras yedi misali geçmişin takvasıyla teselli bulmakta, bu kitabın mana ve mesajı sanki Resulullah’ın ve ashabının işiymiş gibi görülmekte, bizlere de sadece lâfzen okumak ve güzel karilerin okuduklarını dinlemek düşmektedir.
Hira'da çekildiği itikâftan vahiyle şehre inen Hz Muhammedin getirmiş olduğu vahyin ilk ayetleri insanlar arasında öylesine bir yankı buldu ki köleler, toprağa gömülenler mal ve meta gibi alınıp satılanlar, malları ve canları basit ve ucuz olanlar garipler, yetimler yani kısacası zayıf bırakılan tüm insanlar için kurtuluş muştusunun yanmaya başladığını hissediyorlardı. Mekkenin ileri gelen kodamanları içinse büyük bir felaketin ilk adımlarıydı. Mekke müstekbirleri Hz Muhammedin söylemlerinin tamamen kendilerinin Mekkedeki saltanatlarını hedef aldığını çok iyi anlıyorlardı. Bunun içindir ki Ebu Cehil de, köle Bilal de Hz Muhammedin mesajını çok net olarak anlamış ve ona göre pozisyon belirlemişlerdi.
Yirmi üç yıl kesintisiz devam eden ilahi rahmet ve rahmani bir mücadele yaşanmış, Ebu cehiller hem dünyada hem de ahrette kaybetmiş, Bilalller ise her iki cihanda da kurtuluşa erenlerden ve kazananlardan olmuştu. Efendisine karşı en ufak bir itiraz hakkı olmayan Bilal ve benzeri kölelerin hayatını 360 derece değiştiren bu vahiy, günümüzde milyonlarca gönüllü kölelerin beyninde ve yüreğinde kök salmıyor onları çağdaş köleler haline getiren yöneticilerine ve sistemlerine karşı el pençe divan durmaktan geri bırakmıyor neden? Nedeni aşağıda tekrar etmeye çalıştığımız sebeplerden olsa gerek
Hilafetin saltanata dönüştürüldüğü günden bu yana İslam’ın en önemli ayağı olan siyaset , (İSLAM SİYASETİ)kırılmış ve toplumlar devlet adı altında üretilmiş soyut varlığa itaati Allah’a itaat olarak algılamışlar ya da algılatılmışlardır.
Hilafetin yerine, zorbaların zorla tesis ettikleri saltanat, dünya üzerinde ne kadar İslam ülkesi var ise orada varlığını sürdürmekte saltanat gücünü elinde tutanlarda İslam’ı kullanarak kendilerini meşrulaştırmış olmaktadırlar. Bu saltanatla birlikte artık Kur’an’ın tüm ayetleri saltanat merkezinin resmi din adamlarının yorumlarıyla tefsirleriyle anlaşılsın istenilmektedir. Böylece onlar ayetlere nasıl mana ve istikamet verirlerse halkta öyle inanacak ve ona göre davranacak saltanatları da böylece devam edip gidecektir. Emevilerden sonra gelen Abbasiler ve daha sonrakilerin istisnasız tamamı aynı yolu izlemişler oluşturdukları resmi din kurumlarıyla yönetmiş oldukları tebaları itaatkâr bir koyun haline dönüştürmüşlerdir. Zaten halka lazım olan beş vakit namazdır, Ramazan ayında oruç tutmaktır, parası olanın kurban kesmesi, hacca gitmesi ve zekât vermesidir. Ezanların serbestçe okunuyor olması camilerin mescidlerin açık olması devletimizin (SALTANATIN)de onu elinde tutanlarında Müslüman olduğunu göstermesi bakımından yeterli olduğu anlamına gelmektedir.
Oysaki bu tamamen < lâ ilahesi> olmayan bir İslam anlayışının ümmet arasında yaygınlaşması anlamını taşımaktadır. Zira herkes Allah diyecek ve bu sadece ferdi anlamda bir mana ifade edecek. Allah hayatın tüm sosyal ve siyasal alanından tecrit edilecek. Dolayısıyla böyle bir Allah anlayışının <Allah’ın> kimseye bir zararı ve müdahelesi olmayacaktır.
Evet, saltanat şöyle veya böyle devam etmektedir. Hem demokratik saltanatta hem de öncesindeki hanedan saltanatlarında sarayların ve etrafında örülmüş olan hiyerarşik ve bürokratik hayatın ki bunun en çarpıcı örnekleri İslam ülkelerinin başkentleridir. ( MUAVİYENİN YAPTIRDIĞI YEŞİL SARAY ve OSMANLININ YAPTIRDIĞI TOPKAPI SARAYLARI vs gibi)
Osmanlının yıkılmasından sonra İngilizlerin desteğiyle laik demokratik bir cumhuriyet kuran Mustafa Kemal ve ekibide diyanet teşkilatı kurarak kendi kontrollerinde bir din ( Sünni İslam) anlayışının halkın hayatında etkili olmasını temin etmişlerdir. Resmi anlamda kurulan dini müesseseler ekseriyetle kendilerine o görevi tevdi edenlerin çıkarlarına hizmet ede gelmişlerdir.
Bu günkü diyanet teşkilatı da ha keza aynı misyonu daha çağdaş bir şekilde ifa etmektedir.
Evet Ramazan ay öyle bir aydır ki o ayda içinde izzet ve şeref kaynağımız olan Kur’an indirilmeye başlanmış ve bizlere yaratanımızı tanıma ve ona nasıl kulluk etmemiz gerektiğini açık bir şekilde bildirmiş ve âlemlere rahmet diye vasıflandırdığı ve müminler için usvetül hasene olan Hz Muhammed’i örnek olarak sunmuştur.
Hayatın her alanında bizlere örnek olması gereken Hz Muhammed, maalesef sadece fıkhi konularda örnek olarak algılanmış ya da öyle gösterilmiş, O’nun Mekke müşrik site devletine karşı, ibadetiyle, itaatiyle, namazıyla, orucuyla, zikriyle, toplumsal sorunlara karşı mücadelesiyle, kısaca tüm adaletsizliklere ve zulümlere karşı vermiş olduğu mücadele perdelenmiştir.
O’nun ve sahabenin nasıl oruç tuttuklarını ve o orucun onların hayatlarında nasıl bir dönüşüm yaptığını burada uzun uzadıya anlatmaya kalksak sayfalar yetmez diye düşünüyorum. Ancak şurası muhakkak ki onlar orucu öncelikle Rabblerinin kendilerine bir ikramı bir lütfu olarak algılıyorlar ve yer yüzünde ne kadar aç ve susuz canlı var ise onlarla empati kurmaya çalışıyorlardı. Zira Mekke egemenleri insanları sınıflara ayırmış ve çoğunluğu zayıf bırakmıştı. Halkın çoğunlu çok kısıtlı imkânlarla hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Başkalarının haklarını çalan çırpan ve onları kendi tekellerinde toplayan mutlu azınlıklar hep böyle yapa gelmişler ve yönettikleri geniş halkların kanlarını emmişlerdir.
İşte oruç bu anlamda da egemen güçlere bir sınırlama getiriyordu. Hayatlarında sadece yeme içme konusunda da olsa aç ve susuz kalmayan müstekbirler oruçla birlikte rahatlarının kaçtığını ulu orta yiyip içemeyeceklerini gözlemlediklerinde hiddetten tırnaklarını yiyorlardı.
İşte oruç Hz Âdemin tüm çocuklarını yılın bir ayında da olsa eşit kılar (oruca iman edip gereğini yerine getirenleri). Onlara hayatın tüm olumsuzluklarına karşı dayanıklılık bahşeder. Geçici bir alan olan dünyanın zaman zaman kıtlıklara maruz kalabileceğini ve bu durumda insanların telef olmasının önüne oruçla daha kolay geçilebileceğini anlar.
Oruç her şeyden önce Resulullah’ın ve ashabının Mekke’de uğradığı ambargoyu delmenin ilacıdır. Oruç şeytan ve yandaşlarının belini kırma girişimidir. Oruç bedenin zekâtı, ruhun dinginliğidir.
Oruç maddi olana değil manevi olan yönelmek ve ruhu onunla beslemek demektir.
Evet diğer bir eleştirilmeye değer husus ta özelliklede ülkemizde ramazan ayıyla birlikte akşam namazında sonra yapıla gelen şenliklerdir. Özellikle İstanbul başta olmak üzere yurdun değişik yerlerinde icra edilen ramazan şenlikleri gittikçe kanıksanmakta ve dinden bir parçaymış gibi algılanmaktadır. Zaten teravih namazlarının bidatı hasene olarak kabul görüp revaç bulduğu ülkemizde ramazan şenliklerinin de başını alıp gitmesi ve Osmanlıdan kalma bir gelenek olarak kabul görmesi orucun maksadını tamamen öldürmekte, inansın inanmasın milyonlarca insanın birçok sebebe dayanarak tuttuğu oruç böylece milli bir ibadet şeklini almaktadır.
Günde beş defa Rablerinin kendilerini davet etmesine aldırmayan milyonlarca <Müslüman> iş oruç tutmaya ve teravih kılmaya gelince birbirleriyle yarışmakta ve böylece kendilerini birinci sınıf Müslüman addetmektedirler. İşin vahim tarafı ümmetin ve ülkemizdeki milyonlarca Müslüman geçinen insanın gerçekten Allah’a ve O’nun indirdiği hüküm ve emirlere yani kısaca kulluk olarak talep etiklerine iman edip etmediğinin bilinmemesidir.
Yukarda da değinmeye çalıştığımız gibi devlete itaati Allaha itaatle eş değer gören saltanat rejimleri ( günümüzdeki demokrasi ya da cumhuriyetlerde şekil değiştirmiş saltanat sitemleridir) içlerini boşalttığı ve sadece şekil olarak bıraktığı bir takım dini ibadet ve ritüelleri sürekli teşvik etmiş geniş halk kitleleri de vahyin mana ve mesajından bi haber olduğu için onları yeterli görmüştür.
Oruç tutan milyonlarca Müslüman’ın sofralarında envai çeşit yiyecek ve içecek bulunmakta, İftar vakitleri adeta bir festival havasında icra edilmekte sanki de Allah’a meydan okunuyormuş gibi bir hava estirilmektedir.
İslami kavram ve sembollerin tağuti rejimlerin kurduğu dini müesseseler, tarikat ve tasavvufi ekoller ve bir takım sivil dini kurumlar tarafından yozlaştırıldığı ve çarpıtıldığı günümüzde maalesef vahyin insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarma özelliği hep hasıraltı edilmekte ve böylece yığınlar istenildiği gibi yönlendirilmektedir.
Her haliyle Kur’an’i bir eleştiriye tabi tutulması gereken Ramazan ayı etkinlikleri! yukarıda izah etmeye çalıştığımız yanlış tasavvurların üstüne tuz biber ekmekte, kelli felli dini vasıflı yazarçizer takımı da hak ve hakikati çok net olarak ortay koyamamaktadırlar.
Televizyon ekranlarında endam eden nice prof ünvanlı kişiler Allah’ın dini olarak anlattıkları birçok hikâye üzerinden ceplerin doldurmakta ve kitleleri uyutmaktadırlar.
Daha öncede ifade ettiğim gibi miras yedi hesabı Resulullah’ın ve sahabenin takvalarını anlatarak prim elde eden zevatın aslında ateşten başka bir kazanımları da olmayacaktır.
Allah aze ve celle ister iyi olsun ister kötü olsun geçmişte yaşayan insanların gelmiş geçmiş bir ümmet olduklarını ve onların yaptıklarının onlara bizim yaptıklarımızın da bize ait olduğunu, bize düşenin kötülerden ibret ve ders almak iyilerden de örnek almak gerektiğidir.(bknz 2/134)
Allah azze ve celle tüm elçilerinden kendilerini tekbir etmelerini ve bütün gönülleriyle O’na yönelmelerini emretmiştir. Tekbir edilmesi gereken Allah azze ve celle olması gerekirken hem Sünni kesimde hem de şia da Allah tan fazla kulları anılmakta ve onlar zikredilmektedir. Bu yapılan yanlış asla Resullerin sünneti değildir olamazda. (bknz 73/8,13/28,29/45)
Orucun da maksadı en temel olarak âlemlerin Rabbini zikir etmektir. Bu zikir, Kur’an’i mesajı idrak etmek ve gereğini ortaya koymaktır.
Üzerimizdeki yeğane terbiye edici olan Allah azze ve celle oruçta ta bizleri sınmakta, gösterişten, riya ve israftan uzak durmamızı ve emanet olarak verilmiş bedenimizi ve ruhumuzu oruçla sıhhate kavuşturmamızı murad etmektedir.
Evet, yazımızın çok uzun olduğunun farkındayım. Ancak bunları dile getirmeden de duramazdım. Zira artık tüm yaşantımızın neye göre şekillendiğini ve bu yaşantımızın bizleri hangi sonuçla yüz yüze getireceğini iyi hesab etmemiz gerekir.
İçerisinde yaşadığımız toplumun dini anlamda bildiklerini iman ettiklerini ve yaşadıklarını vahiyle test etmelerini sağlamak, bu bilince ulaşmış bizlerin üzerine farzdır.
Bu vesileyle mubarek Ramazan ayının tüm İslam alemine ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini yüce Rabbimizden niyaz ediyorum.