Coşkun UZUN
RAMAZAN ve BİZ
Kulluk oruçlarını tutmayanlar, Ramazan’ın çocuğu olamazlar!
Ramazan’ın çocuğu olamayanlar, Kulluk oruçlarını tutamazlar!
“Ramazan ayı, içinde insanlara doğru yolu gösteren, doğru ile yanlışı birbirinden ayırıp açıklayan, bir rehber olmak üzere Kur’an’ın indirildiği aydır. Sizden kim o aya erişirse oruç tutsun. Hasta olan veya seferde bulunan, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Sayıyı tamamlamanızı ve size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı tekbir etmenizi ister. Umulur ki şükredersiniz.” (2 Bakara 185)
Her yıl adım adım, “Hayırlı Ramazanlar”dan, “İyi Eğlenceler”e doğru evrilip dönüşen bir “Ramazan İklimi”ne daha yaklaşmış bulunuyoruz.
Peki, Ramazan denince biz müslümanların aklına tam olarak ne geliyor?
Doğru, sağlıklı, sahih bir Ramazan ve Oruç algısına ulaşmak için önce toplumumuzda var olan, kabul edilmiş ve halen yaşanan Ramazan’lara bakalım. Sonra da Kur’an’da Rabbimizin emretmiş olduğu Ramazan’lara bakarak konuyu biraz değerlendirmeye çalışalım.
Ramazan; cahilleştirilmiş halkımız açısından maalesef bir oburluk ve tıkınma ayıdır. Günler öncesinden koşturmacalar ve güya tatlı bir telâş başlar. Piyasalar ramazan alışverişleriyle biraz daha canlanır, çeşitli yiyecek ve gıdalar Ramazan’da iftar/sahur sofralarına getirilerek midelere indirilmek üzere (ibadet aşkıyla) evlere yığılıp depolanır. Sanki kadınlarımız, bu ayda Kur’an okumaya ve nâfile ibâdete, bilinçlerini arttırmaya, İslâmî çalışmalara vakit ayıramasınlar diye mutfaklara hapsedilir. Yağlılar, börek-çörekler, yufkalar, bazlamalar, gözlemeler, ‘Ramazan Yemekleri’ adı altında bitmek bilmeyen uğraşlarla meşgul edilir. Hatta onbir ay boyunca dine söven ve Müslümanlara hakaret eden arsız medya kuruluşları da (Allah rızası için) konjonktüre uygun, çeşit çeşit ‘Ramazan’ etkinlik ve programları yaparlar.
Mükellef iftar sofraları, sıcak ramazan pideleri, tatlılar, şerbetler, güllaçlar, kimi zaman ıkına sıkıla, yata yuvarlana kılınan ve amacından koparılmış teravihler, içi boşaltılıp ruhu çalınmış mukabele ve hatimler, orta oyunları, meddahlar, hacivat-karagözl ve özellikle “Ramazan Eğlenceleri”yse akla gelenler, Kur’an’ın doğum ayı olan Ramazanı gerçekten ıskalamış oluruz. Oysa bütün bunların kulluk ve ibadetle uzaktan veya yakından herhangi bir ilişkisi de yoktur.
Ahlaklı hırsız, Şerefli fahişe, Güzel haram, Laik İslâm, Tesettür defilesi, Müslüman firavun nasıl yoksa, mümkün değilse, aynı şekilde Ramazan Eğlenceleri de olmaz, olamaz, olmamalıdır.
Ramazan’a ve Oruçlarımıza; dinin, vahyin, Kitab’ın, Allah(cc)’ın emir ve yasaklarına, Hz. Peygamber(sav)’in sahih Sünnet’ine, (ibadetlerin maksadına, maslahatına, zihniyetine, ruhuna mayasına, derinliğine) uygun bir şekilde bakmalı ve sağlıklı olarak yaklaşmalıyız her şeyden önce.
Yapay Gündemler
Ne var ki; zun bir zamandan bu yana; İmsak ve iftar vakitleri, teravih namazı ve rekatları, hilalin gözetlenip Ramazan ve bayramın ilan edilmesi, iftar ve ramazan çadırları gibi Ramazanlık pek çok mevzular ve nihayet “Ramazan Eğlenceleri” müslüman halkımızın boş yere zamanını almakta, gündemini meşgul edip kafasını karıştırmaktadır.
İstanbul sosyotesi ve aristokrat kesimin Ramazan’dan anladığı eski İstanbul’daki direkler arası ieğlenceleri, meddahlar, orta oyunu, kanto vs. ile bizim Oruç ibadetine ve Ramazan iklimine yaklaşımımız da tabiidir ki taban tabana birbirine zıttır.
Fakat ne yazık ki, Ramazan’ı şenlik ve festivale dönüştürenler sonuçta kaçınılmaz olarak ‘orucu diyete’, ‘ibadeti âdete’ ve ‘adetleri ibadete’ dönüştürmekteler. Ramazan’ı ‘beslenme ve festivale’ şenlik ve eğlenceye dönüştürmek ise çok çirkindir, günahtır ve sonuçta haramdır. Bu anlayış, temelde güzelim imkânları hebâ etmektir. Allah(cc)’ın emirlerine isyandır, itaatsizliktir. Tevhidî, Kur’anî, İslâmî değerlerimizi ifsat ve israf etmekten başka bir şey değildir.
Bu tartışmalardan bir fayda sağlanmasını ve sonuca yönelik adımlar atılmasını beklemek tabiiki boşunadır. Böyle bir beklentiye girmek kimseye bir şey kazandırmaz.
Genelde bu sonuçsuz, kısır, ucu açık, maksadını aşan ve hikmetsiz tartışmalarla güzelim bir ay heba edilmekte, insanımızın zihni bulandırılmakta ve asıl gündemimiz boşa gitmektedir.
‘Evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem ateşinden kurtulma ayı’ olan Ramazan ayında; öncelikle farz olan orucu tutmak emredilmiş, bunun yanı sıra; Hilali gözetlemek( Ru’yet-i hilal), teravih ve gece namazı kılmak, itikâfa girmek, mukabele okumak, sadaka vermek, dua etmek ve sahura kalkmak tavsiye edilmiştir. Kur’an/vahiy gerçeğini Oruç ve Ramazan iklimiyle birlikte hayatımızda biraz daha öncelemek ve öne çıkartmak işin özünü oluşturuyor aslında.
Oruçlarımız; bizim için Tevhidî bir eylemdir. Rabbimizin rızası için mahrumiyet ve güçlükleri göğüsleyebilmenin ve zorluklara mukavemet gösterebilmenin bire bir eğitimidir. Haddi zatında Ramazan ayı; hayatı inşa edecek evrensel/mega bir programın küçük ve dönemsel bir parçasıdır.
Ramazan; diğergâm ve hemahenk olmayı, kardeşi için vazgeçmeyi, başkalarını kendisine tercih etmeyi ve temelde Allah(cc) için sabrı, öğretir de gelecek yıl tekrar bize dönmek üzere sessizce aramızdan çıkar gider. Asgari ücretlinin, geçici/mevsimlik çalışanların, taşeron işçilerinin, çöpten ekmeğini çıkartmaya çalışanların da dertleriyle dertleneceğimiz, birlikte çözüm ve çareler arayacağımız bir aydır bizim için.
İnancımıza göre Ramazan; karanlıklardan nura çıkışın bir kapısı, eşiği, basamağı ve başlangıcıdır. Günahlardan arınmak için muazzam bir fırsattır. Beşerin vahiyle yeniden buluşup fıtratıyla yüzleşmesidir o. Geride kalan bir yılın muhasebesi, bugünün ihyası ve geleceğin inşası için hayata dengeli ve bütüncül bir bakıştır.
O halde, her vesileyle Rabbimize hicret etmenin, O’na sığınmanın bir yolu bulunmalı, okuduğumuz her konu, yazı, kitap, meâl, tefsir, yapılan her ders/sohbet işlenen herbir kavram bizi ayet ayet, sure sure fıtratımızla yüzleştirip Rabbimizin vahyi ile buluşturmalıdır.
Hz. Peygamber(sav)’in pratiğinde Ramazan iklimi; temelde ilâhî bir okuldur. Namaz, Oruç, Fitre, İbadet niyetiyle Kur’an’ı Kerim’i okuyup anlamak, anlatmak, diğer zamanlardan daha fazla zikir ve dûa yapmak gibi dersleri vardır. Tıka basa yeme ve oburluk ayı değil, az yeme, eldeki nimet ve imkanlarla yetinip kanaat etme ve şükrü yaşama ayıdır. Açlık ile mideyi dinlendirme, empati yapma ve ruhi bir disiplinle nefsi eğitip terbiye etme, manevi nimetlerle gıdalanma ayıdır. Manevi kirlerden kurtulma ve arınma fırsatıdır.
Ölümün inanan bir insan için en büyük nasihat oluşu, dünyanın tüm cazibesine rağmen geçiciliği, Ahiretin ise kalıcılığını ve sonsuzluğunu imanlı yüreklere tebhihlediği gibi, Ramazan ayı ve o ayda tutulan oruçlarımız, kesinlikle kulluk hayatımız içerisindeki en büyük öğretmendir. Bizler Ramazan öğretmenin talebeleri olmakla ne kadar sevinsek azdır. Ramazan bizim için kulluk yolunda bir yol arkadaşıdır, manevi bir öğretmendir, hocadır, doktordur dersek yeridir ve yanlış değildir.
En büyük sabır sınavıdır Ramazan. Sadece Allah(cc) için vaz geçip beklemenin, kendi nefis ve iradesine hakim olmanın, sınır koyup nöbet tutmanın Rabbimiz tarafından kullarına öğretildiği, ilâhî lütuf, ikram ve nimetlerin üzerimize adetâ yağdığı, ömürlerimizde özel bir zaman kesitidir.
Diğer bir bakış ve yaklaşımla Ramazan; zengin ile fakiri en azından gündüzleri de olsa birbirleriyle eşitleyen bir itaat ve kulluk testidir.
Ramazan; unutulan ve ihmal edilen bir Sünnet olan İtikaf ile karşılaşma, tanışma ve onu mahiyetiyle idrak edip pratik olark yaşamamıza yönelik bizlere sunulan fevkalade bir fırsattır. Hayatın ve günün bitmek bilmeyen koşturmacalarından kendini alıp yaratılış gerçeğiyle, evrenin hakikatleriyle kendini kontrol ve muhasebe ederek arındırma, sükunete erme fırsatının verildiği özel bir iklimdir.
Kadir gecesi gerçeğini idrak edebilmeyi, vahyin iniş sürecini algılamayı bize öğreten bir süreçtir Ramazan. Vahiyli ve vahiysiz bir zaman diliminin birbirleriyle kıyası gösterilir. Vahyin hayata nasıl bir değer ve anlam kattığı gerçeği öğretilir. Kendisinde Kur’an’ın yeryüzüne inzâl olduğu günler olması dolayısıyla bin aydan daha kıymetli oluşu ifade edilir. Biz kullardan bu vahye şahit olmamız, ona göre yaşamamız, bütün bir ömür boyunca ilâhi kelâma şehadet etmek gibi bir sorumluluk yüklendiğimiz her yıl pekiştirici olarak tekrar hatırlatılır.
Hz. Peygamber(sav)’in o ilk dönemde gecenin karanlığından, cahiliye örtülerinden, kirlerden, dünyalıklardan sıyrılıp nasıl kendi iç dünyasına, tefekküre ve ibadetlere yöneldiyse bizim de aynı duyarlılıkla davet ve sorumluluklarımıza yönelmemizi, kalkıp etrafımızı aydınlatmamızı, uyarmamızı istemektedir Rabbimiz. Müzzemmil’den Müddessir’e, bireyden ümmete, kendi nefsimizden topluma yönelmeyi isteyip işaret eder. Oturma kalk der, yürüme koş der. Teoriden pratiğe, düşünceden amele dökülecek olan bir imanı her yıl tazeleyerek hatırlatır bizlere.
Hatırlayacak olursak;
Kelime-i Tevhid; İlâh, Rab ve melik olarak Allah’tan başkasını kabul etmemektir. Rabbimizin şanını yüceltmek, O’ndan başka itaat/kulluk edilecek merci ve otorite tanımamaktır. Yaratan, yaşatan ve yönetenin sadece Rabbimiz olduğunu ilan etmek, bunda ısrar etmektir. Tevhide uymayan, ters düşen her şeyden Allah rızası için uzaklaşıp kaçınmaktır.
İman; dinin ilkeleri ve değerleri uğrunda kulluk nöbeti tutmak, Rabbe kesin olarak teslim olmaktır.İtaat ve kulluğa dair verdiği sözleri yerine getirme gayreti içerisinde olma halidir.
La bilinci; Allah’ı öncelemek, sahte ilah, otorite ve güç odaklarını inkar ve reddetmektir. Rabbimizin yasaklayıp bizleri men ettiği her türden inanış, bakış, anlayış ve fikrin, bedeli ne olursa olsun elimizin tersi ile itilmesidir. Teorik olarak kabul ettiğimiz tek Allah/yaratıcı inancımızın, Allah’ın varlık ve birliğinin, İlahlık ve Rabliğinin amelî pratiklerimizde yankı bulmasıdır.
Besmele şuuru; sadece Allah’ın adıyla başlamak, yola çıkmak, işe koyulmak, Rabbimizden izin ve onay almadan bir işe girişmemek, O’nun rızası olmayan bir yola girmemek, emirlerinin hilafında hareket etmemektir.
Bunların hepsi birlikte; Rabbimizin rızası istikametinde yaklaşma ve uzaklaşmalardır. Kabul ve reddedişlerdir. Bizim için bir anlamda sabır, oruç, perhiz, sakınma, sığınma ve ayrışmadır. Kendimize İslamca ve insanca bir yol haritası belirlemektir.
Normal şartlar altında caiz ve meşrû olan bir nimeti yiyip, içmek, kullanmak helâl iken aynı, nimete karşı Ramazan ayı mübasebetiyle başka bir anlayış ve yaklaşım sergileyip bilinç, irade, sabır ve şahsiyet eğitiminden geçen bizlerler; aynı şekilde bir ömür boyu ‘kulluk orucu’ tutmakla mükellef olanlarız.
Oruç bizlere bir emanettir, sırtımızdan, üzerimizden bir an önce atılıp kurtulunması gereken bir yük değildir. Oruç dik durmaktır. Diri olmaktır, farkında olmaktır.
Ramazan hem Kur’an iklimi hem de oruç ayıdır. Oruç ibadetine tutunarak vahiyle doğrulma zamanıdır. Anlaşılması ve yaşanması için gönderilen bir Kitab’a sarılmanın ve onunla kurtuluşu aramanın iklimi, ilâhî lütuf ve ikramların mevsimidir.
İnsanlık, fıtrat ve yüreklerin, değerlerin iğdiş edildiği, bir dünyada Ramazan ayına bu yıl da kan ve gözyaşıyla, savaşlarla, terör, işgal ve zulümlerle beraber girdik. İşgal ve terörle inleyen diğer İslâm topraklarındaki kardeşlerimizin dertleriyle dertlenmek, onları dualarımızda, sofralarımızda, ibadetlerimizde unutmamak kulluk sorumluluğumuz ve boynumuzun borcudur.
Bireysel suçlar, günahlar ve şahitlikler kadar topluca yaşadığımız, ümmet ve insanlık adına işlediğimiz suç, günah ve şahitlikler de gündeme gelmeli ve aynı şekilde tevbesi yapılmalıdır.
Günah, zulüm, isyan, fısk, tuğyan, küfür, şirk, batıl inançlar ve haramlar Tevhid’i, akideyi, imanı orucunu yaralar, yıpratır ve sonunda bozar, geçersiz kılar. Ramazan oruçlarımız için de aynı ölçü ve değerler geçerlidir.
Hayatımızda iman orucu ve Ramazan orucunun paralelliğine halel gelmemelidir. Oruçlarımız hayata katılmalı, güne ve yaşanan âna, şimdilere taşınmalıdır. Akidemiz ve inancımız gereği bütün bir ömür boyunca Rabbimizin hatırına nelerden uzak ve nelere yakın durmak zorundaysak, neleri reddetmekle mükellefsek, neleri ihya ve inşa etmekle memur ve sorumluysak, Ramazan orucunun da aynı paralelde düşünülüp yaşanması gerekiyor aslında.
Ramazan, bir bakıma rahmet yağmurudur. Güz yağmurları gibi sekinet ve rahmet damlalarıyla insanoğlunu tüm kirlerden temizler. Güz yağmurunun yaz boyunca biriken tozu toprağı silip süpürdüğü gibi, oruç ve ramazan da bizden bütün çirkinlikleri alıp götürür. Aç gözlülüğün, ihtirasın, öfkenin ateşini söndürüp, serinleten, ferahlatan bir yağmur. Ramazan ayı bizlere Rabbimiz tarafından bir temizlenme ve yenilenme vesilesi, sabır ve tahammül öğretmeni olarak hediye edilmiştir.
Kendi oruçlarımızı, ramazanlarımızı veya diğer ibadetlerimizi tarihin, geleneğin, örf ve adetlerin, atalar dininin elinden kurtarmayı başaramadığımız sürece; kendi dışımızdakilerin ibadetlerini, oruçlarını veya ramazanlarını koruyup kurtarmamız da ıslah, ihya ve inşa etmemiz de asla mümkün olamayacaktır.
Şiar/Sembol ve İbadetlerimize kimse Allah(cc)’ın Kitabı Hz. Peygamber’in Sünnetinde olandan başka bir içerik ve anlam yüklemeye yeltenmemeli, kendisinde bu gücü, cesareti veya hakkı bulmamalıdır.
Çarpıtılmış, kimyası bozulmuş, genleriyle oynanmış ve kodları değiştirilmiş, etkisiz kılınmış, içi boşaltılmış adeta ucubeleştirilmiş bir Ramazan’ı bizler tanımıyor ve kabul etmiyoruz!
Hazır mıyız?
İbadetlerimize sarılarak hayat bulmaya, Kur’an’la arınmaya, oruç’larımızla dirilmeye, itikaf’la yenilenmeye, ‘Ramazan’ın Çocukları’ olarak yetişmeye, vahye şahitlik etmeye, canımızı, cananımızı, varımızı yoğumuzu, tüm imkânlarımızı, imanlarımız uğruna seferber etmeye hazır mıyız?
Ramazan'ı müslümanca karşılamaya, farz kılınan oruçlarımızla sabır eğitiminden geçmeye, sofralarımızda kimsesiz ve gariplerle diz dize oturmaya, ailece Kur’an ve vahiy terbiyesi almaya, Ramazan’a gereğince hürmet edip, hakkınca ağırlamaya, onu zamane bid'atlarından arındırmaya, ibadetlerimizi hiç kimseye çaldırmamaya, Allah(cc)’ın emrettiği gibi, ihya edilen bir Ramazanı yaşamaya ve ğurlamaya hazır mıyız?
Toplumumuzu Vahiy ve Nebevî Sünnet’le buluşturmaya, yola çıkıp yolsuzlara dur demeye, müslüman mahallesinde salyangoz sattırmamaya, kullara kulluğu reddetmeye, Allah(cc)’dan başka otorite ve ilah tanımamaya, Ramazan ve Oruçlarımızı kimsenin oyun/oyuncağı ettirmemeye, festival, şenlik, eğlence ve ahlâksızlıkları peşinen reddedip ayaklarımızın altına almaya hazır mıyız?
Eğer hazırsak, Selâm olsun, Ramazan’ı Ramazan gibi anlamaya, anlatmaya, yaşamaya ve yaşatmaya çalışanlara! Ramazan’la dostça kucaklaşıp onunla dirilen ve etrafını diriltmeye çalışanlara!
Selâm olsun, Ramazan, Oruç, İbadet ve maneviyat ikliminde; İmsak, İftar, Sahur ve İtikaf’larıyla dirilenlere! Oruçlarına tutunarak, Ramazan’ın Çocukları olarak yetişen, Rahman’ın muvahhid kullarına!
Selâm olsun, İslâmî mücadelenin bireysel boyutunu teşkil eden Oruç’un başını dik tutup, Ramazan’ın ters yüz edilmesine, dinin sulandırılmasına, ibadetlerin yozlaştırılarak adetleştirilmesine, oyun, oyuncak ve eğlenceye dönüştürülmesine, Ramazan’ın festivalleştirilmesine karşı müslümanca durarak Allah(cc)’ın dinine yardım eden yiğit kullara!
Selâm olsun, bütün bir ömür boyunca kulluk orucu tutma gayretinde olanlara!
Selâm olsun, oruçlarına tutunarak kulluk eden, kulluğuna tutunarak oruçlarını ikame edenlere!
Selâm olsun, Ramazan’ın çocuklarına!
Selâm olsun, Ramazan’ı ihya, inşa ve ikame edenlere!
Selâm olsun, Kur’an’ın Oruçlu talebelerine!
Selâm olsun, Orucu, Ramazanı, Vahyi kuşananlara!
Selâm olsun, Allah(cc)’ın has kulları olan muvahhidlere!
Müjdeler olsun, bütün bir ömrünü Ramazan olarak geçiren ve Ahireti, Bayramı hak edenlere!
Kötülük odaklarına karşı verilecek olan kulluk mücadelesinin bireysel boyutunu oluşturan oruçlarımızın bizleri ‘Kur’an ve Ramazan’ın Çocukları’ olarak yetiştirmesi duasıyla Hayırlı Ramazanlar….!