Coşkun UZUN
ŞAHSİYET, KİMLİK VE MİSYON
Sağlam bir karakter, oturmuş bir mizaç, sağlıklı bir ruh hali ve dengeli bir kişilik üzerine sahih bir İslâmî kimlik inşa etmek durumundadır müslüman.
Yani görev ve sorumluluk yüklenmekten, ciddi birlikteliklerden, vebal ve sorumluluk gerektiren yük paylaşımlarından, yer yer mahrem oluşumlardan önce, şahsiyet analizi ve değerlendirmesi yapılmalıdır.
Genellikle değerler, aidiyetler, sorumluluklar, yönelişler, kırmızı/yeşil çizgiler, duruş, tavır ve istikamet, yerli yerine oturmamış olabiliyor.
Kişilik/şahsiyet problemleri olan(şahıs)ların elbette ki kimlikleri de gelgitlerle, iniş/çıkışlarla örülü, sorunlu ve zordur.
Kendi bireysel inşa ve oluşumlarını hakkınca/gereğince tamamlayamamış fertlerin, sorumluluk ve yük taşıması, toplum inşasında, tebliğ ve davet aşamalarında aktif görev alması, gerektiğinde sır saklaması beklenmemelidir.
Kulluk, istikamet ve mücadele bilinci adeta bir tohum gibidir. Verimli ve uygun olan toprağa ekilip dikilmelidir. Aksi halde tohuma yazık olur, boşa gider.
Ancak doğru bir zamanda ve uygun bir zeminde yapılan ekme/dikme işinin (Allah’ın izniyle) başarıya ulaşacağının hesabını yapmak zorundadır harekî müslümanlar.
Ata et, ite ot vermek nasıl yanlışsa; uygun olmayan bir ortamda, acemice bir organizasyonda, hikmetsiz konumlarda, aceleci bir yaklaşım ve oluşumun içinde yer almak da, yetersiz kişilere yetki/görev/sorumluluk vermek ve bu çabalara bel bağlayıp ümit beslemek te aynı şekilde yanlıştır.
Sonuçta kişilik ve kimlik olarak uygun/hazır olmayan bireylerden dâva bilincinin ciddiyet ve ağırlığını omuzlayıp kulluğu ayağa kaldırmalarını, ilâhi mesajı arındırıcı, ihya ve inşa edici misyonuyla birlikte topluma taşıyıp vahiy ve sünneti hakkınce temsil etmelerini beklemek büyük bir yanılgıdır.
Tevhidî söylem/gündem, ilke ve şiarları geniş halk kitlelerine uygun bir vasatta, ortam şartları gözetilerek, olgun kimlikli mü’minlerin eli/dili/ameliyle ulaştırıp toplumda mayalanmasını beklemektir doğru olan. Aksi halde yapılan, söylenen her şey ve iyi niyetle atılan bütün adımlar, emekler boşa gidecektir.
Kimlik ve akide merkezli, tutarlı, istikrarlı, uzun ömürlü, tavizsiz beraberlik, kardeşlik ve İslâmî çalışmaların başarıya ulaşabilmelerindeki en temel etken kimlik ve kişilik uyumu/örtüşmesi olsa gerek.
Aksi halde düşünceler, paylaşımlar ve birliktelikler kolayca akamete uğrayabilir.
Sorumluluğun ciddiyetini, kimliğin vâkarını, misyonun ağırlığını, akide ve imanın temsiliyetini, mü’minlik/müslümanlık vasıflarının misyonunu layıkıyla idrak edemeyen, çevresine örnek olarak taşıyamayan, ahirete endeksli salih amellerin, kuşatıcı, kucaklayıcı bakış/proje ve özlemlerin sahibi olmayan, günübirlik, çalakalem, gündemler, popülist uğraşlar içerisinde olan kişiler bulundukları ortama katkı sağlamaktan uzaktırlar. Onlar gelişine göre top vururlar. Oyunun/hayatın temel kurallarını içeren, stratejik temele oturan, metoda uygun taktik ve hamleleri üretemezler.
Bir önceki ve sonraki adımları, aşamaları, maslahatı ve tedriciliği hesap etmezler. Günlük, anlık yaşarlar. Uzun soluklu bir beraberlik, yürüyüş, yolculuk ve arkadaşlık onlara zor gelir. Çabuk yorulurlar. Kırmızı ve yeşil çizgileri kolaylıkla ihlal edebilirler.
Kim bilir bu aceleci, tutarsız, ilkesiz, istikrarsız, kısa ömürlü emel ve amellerin sahipleri belki de biz kendimiziz….!
Kaybeden, etrafına zarar veren, umutları boşa çıkartanlardan olmamak için; şahsiyetli bireyler, ilkeli, istikrarlı, sabırlı, vakarlı, temsil ettiği akide ve kulluk misyonunun bütün erdemlerini taşımaya aday/hazır, dışa dönük, yapıcı, gerektiğinde bedel ödemeye hazır, Rabbi’nin hatırını hiçbir hatıra fedâ etmeyecek, toplumunu vahiy ve sünnet’le buluşturma yolunda tavizsiz, onurlu, mazeretler bulan değil, çalışan ve çözüm/çıkış yolları üreten, vahiyle dirilmek ve diriltmek için can atan, durduğu yerde duramayan, harekî, muvahhid, muttakî müslüman/mü’minler olmak zorundayız.
Rabbimiz Allah(cc); insanlığı yaratmış [1], ona taşıyabileceği kadar sorumluluk vermiş [2], hedef ve istikametini göstermiş [3], kulluk ve mücadelesini nasıl yapacağını açıklamış [4], duruş ve tavrının sınırlarını belirlemiş [5], kırmızı ve yeşil çizgilerini ortaya koymuş [6], yaratılış ve hayatın amacını açıklamış [7], hak edenlere ilâhî yardım ve nusret vaad edip söz vermiş [8], ilâhî iradenin tek belirleyici olduğunun altını çizmiş [9], her şeyin sadece Allah için olması gerektiğini, Din’in hayatın tüm alanlarını kapsadığı yalın bir şekilde ifade etmiştir. [10]
Rabbimiz; Kur’an-ı Kerîm’de kulluk bilincini, görev ve sorumluluğu taşımanın hiç te kolay olmadığını, inandım demenin oldukça ağır ve hattâ ömre bedel fedâkârlıklar gerektiğini, imanın hayata ciddiyet, olgunluk ve ağırlık kattığını, inanç/amel bütünlüğü açısından rasüllerin hayatları ve tevhidî mücadeleden örnekler vererek açıkça ifade etmiştir.
Özü-sözü, içi-dışı bir, güven ve samimiyet aşılayan, insanı yormayıp aksine dinlendiren, kendisini vahiy ve sünnetle terbiye etmiş, nebevî misyonu çoğaltarak temsil etmeye çalışan, müjdeci, kulluk bilincini kuşanmış, SÖZ’ün ağırlığı ile yüreği/ciğeri yanan, güzel müslümanlara selâm olsun….!
İKİ ÖRNEK
İnsanlar çok çeşitlidir.
Aslını inkâr eden haramzade ve soysuzdur….!
İnanç, davranış, ahlâk, maddi güç veya düşünce yapısı olarak……İkiye, üçe, dörde, beşe……ve daha pek çok açıdan ayrılırlar.
Bazıları ele geçirdiği her çeşit imkân ve fırsatı gerek bireysel, gerek toplumsal beklentilerle; kendi cemaat / gurup / parti / sendika / vakıf / dernek, STK’ları yararına, tasarruf, fikir ve aidiyetlerini güçlendirmek, yerleştirmek, kalıcı kılmak, risk yaşamamak, hep kazanmak adına her tür ilkeyi, değeri, kırmızı ve yeşil çizgileri hışım ve ihtirasla alt üst ederler.
Ölçü ve sınırları koruma konusunda pek çok zaafları vardır. Hırs, ego, benlik ve nefislerine yenilip ahlâksızlaşarak dünyevîleşmişlerdir.
Eleştiri ve ikaz nedir bilmez, durdan, sustan, tavsiye ve nasihatten anlamazlar. Fıtrat ayarları hastalıklı veya bozuktur.
Yapmaya değil yıkmaya, engelleri kaldırmaya değil bizzat kendileri birer engel olmaya, sorun çözmeye değil bizzat sorunun bir parçası olmaya daima ve her yerde hazırdırlar.
Çoğunlukla kendi hadlerini aşıp insanlara had bildirmeye, etrafı kendilerince şekillendirmeye kalkarlar. Daima gücün, güçlünün, paranın, imkânın, iktidarların yanında yer almayı tercih ederler. Muhalefeti sevmezler. Muhalifleri bir avuç suda boğacak kadar tahammülsüz olabilirler. Ele avuca sığmaz, bir ayarda durmaz, balık gibi kayarlar. Doğruyu hep kendileri bilirler. Manipülatif, provakatif ve operasyonel eğilimdedirler.
Teklif, eleştiri, yorum, istek ve uyuma kapalı, ben merkezli, cimri, inatçı ve tartışmacıdırlar.
Adı, sanı, ırkı, mezhebi, kabile ve aşireti ne olursa olsun….! Rabbimiz böylelerinin şerrinden, belâsından herhangi birimizi, bir mahalleyi, muhiti, şehri veya ülkeyi değil, hepimizi, tüm insanlığı korusun.
Bunları duyup gördükçe Ziya Paşa’nın meşhur“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” sözü akla gelir.
Bazıları da ümmet, dava, kulluk, kimlik, istikamet ve kıble bilinciyle hareket ederek; güç, bilgi, birikim, tecrübe, nüfuz ve bütün imkânlarını hak, adalet ve insanlığı ayağa kaldırmaya yönelik idealler uğruna fedâ eder, kullanır, harcar, kendileri için değil insanlık, iyilik ve hayır için yaşar ve bu uğurda birbirleriyle yarışırlar.
Şahsı değil toplumu, kendini değil komşu ve akrabasını, çıkarı değil ilkeyi, bu günü değil yarını, dünyayı değil ahireti, ticaret veya siyaseti değil dini, sayı ve niceliği değil nitelik ve kimliği önemseyip düşünürler.
Çatışmayı değil, uzlaşmayı, savaşı değil barışı, bozmayı değil yapmayı, imhayı değil ihyayı, inkârı değil inşayı, tiribünü değil sahayı, yolu değil yolculuğu, yolcuyu değil kıble ve istikameti, zaferi değil seferi, galibiyeti değil istikrarı öncelerler. Dışa dönük ve yapıcıdırlar. İtîdal ve dengeyi, tedrîcilik ve gayreti hesabederler.
Yük alır, problem çözer, sorumluluk taşır, paylaşmaktan hoşlanırlar.
Sabırlı ve özverilidirler. Gürültü patırtıdan, boş sözden, reklam ve slogandan hoşlanmazlar.
Hedef gözeterek plan, proje ve strateji üretmeye çalışır, bölüşür, paylaşır ve el uzatırlar.
Daima sorun çözmeye, iş çıkarmaya, üretmeye, oluşum, gelişim, girişim ve yapıcı tekliflere açıktırlar.
Empati ve özeleştiri yapar, tevbe ve dua eder, biz/ümmet eksenli düşünürler.
Aslını inkâr etmez, mayasına/kimyasına/kodlarına sadık, fıtratıyla ve evrenle barışıktırlar.
Rabbim içimizden böylelerinin sayılarını artırsın. Güç, cesaret, imkân ve fırsatlar bahşetsin.
Umarız ki; Rabbimiz içimizdeki birtakım beyinsizlerin işledikleri (günahlar) yüzünden bizleri helâk etmez!
İslâmi düşünce, hareket, tebliğ, davet, özgün ve bağımsızdır, hiçbir yere yamanmaz, yaslanmaz. Meşruiyetini Kur’anî ve Nebevî ilkelerinden alır.
İslâm / Din; konuşulan, tartışılan ruhsuz, hissiz soyut bir şey, entellektüel bir gevezelik, konu mankeni tarzında bir uğraşı değildir. Din hayattır, duruştur, tavırdır, dengedir, örnekliktir, tutarlılıktır, istikamettir, sürekliliktir. İslâm bir inanış ve yaşayış şeklidir.
Kimlik değerlerine sadakat şahsiyetli, karakteri güçlü insanlara has, güzel bir hasletdir. Ahdini bozan, sözünü tutmayan, sorumluluklarının ciddiyetini bilmeyen, yarı yolda sizi bırakan, yoldan çıkan, ilkelerini yiyen/çiğneyen, değiştiren, satan, döne döne pazarlık eden, mazeretlerin arkasına saklanan insanlardan nasıl oluyor da ilkeli ve tutarlı olmalarını bekleyebiliyoruz? Vaktimiz bu kadar çok mu?
Kişiliği oturmuş, kimlik değerlerinin gerçekliği altında ezilmeyen, ilkeli, tutarlı, istikrarlı ve tavizsiz bir duruşla, ilâhî normun/nebevî formun, inkılâbî, tevhidî misyonun izzetli, şerefli, gayretli temsilcilerine selâm olsun….!
[1] “Ben, cinleri de, insanları da, yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.” (51 Zariat 56)
[2] “Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz.” (73 Müzzemmil 5)
[3] “Kalk ve (insanları) uyar.” (74 Müddessir 2), “Rabbini tekbir et (yücelt).” (74 Müddessir 3)
[4] “……Kafirlere boyun eğme ve bununla (Kur'an ile) onlara karşı olanca gücünle büyük bir savaş ver!” (25 Furkân 52)
[5] “…….Öyleyse insanlardan korkmayın, benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın….” (5 Maide 44)
[6] “Fitne kalmayıncaya ve yaşanan din(in hepsi tamamen) Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yapmakta olduklarını görendir.” (8 Enfal 39)
[7] “Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değil. Korkup sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz.” (6 En’am 32)
[8] “Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Kim ki bundan sonra küfre saparsa, işte onlar fasık olandır.” (24 Nûr 55)
[9] “Allah katında (hak ve makbul) din ancak İslâm’dır.” (3 Al-i İmran 19)
[10] “Muhakkak ki; “Benim namazım, diğer ibadetlerim, hayatım ve ölümüm: hepsi, Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” de. (6 En'am 162)