Coşkun UZUN

01 Temmuz 2013

SAMİMİYET VE GAYRET

Hayatın şakası veya telafisi yoktur. Bu hayata edel ve karşılık olarak ya Cennet ya Cehennemle karşılaşacağız. Başka bir yol yok.

O halde bu ciddi ve kaçınılmaz son için makul ve kendi içinde tutarlı bir hayatın yaşanması da kaçınılmazdır. Konuya ilişkin birkaç ayet mealini yazımız ve bakış açımız için kendimize rehber edinmek üzere önümüze koyalım öncelikle.

"Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar. İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar." (2 Bakara 81-82)

"Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; küfredenlerin velileri ise tağut'tur. Onları da nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda sürekli olarak kalacaklardır." (2 Bakara 257)

"Fitne kalmayıncaya ve yaşanan din(in hepsi tamamen) Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yapmakta olduklarını görendir." (8 Enfal 39)

"(Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur." (2 Bakara 193)

"Allah'ın boyasına/rengine boyandık. Allah(ın boyasın)dan daha güzel rengi kim verebilir? İşte biz sadece O'na ibadet/kulluk edenleriz." (2 Bakara 138)

Bu gerçekler karşısında; Ya Rabbi! Allah'ın boyası olan Sıbğatullah'la şereflenmeyi, diğer renkleri elimizin tersiyle itebilmeyi ( 2 Bakara 138 ), Allah'ın ipi Hablullah'a tutunarak doğru yolu bulma bahtiyarlığını ( 2 Bakara 256 ), Allah'ın hizbinden olabilmeyi bizlere lütfetmeni niyaz ediyoruz, ( 5 Maide 56 ) diyerek yalnızca Rabbimizden istemekten ve buna yakışır ciddi bir hayat sürmekten başka çıkar yol görünmüyor bizim için.

Yer yüzünde Allah(cc)'ın hükmünü ve otoritesini hakim kılmak, fitneyi, şirki, zulmü, azgınlık, isyan, tuğyan ve küfrü ortadan kaldırmak, için Kur'an'ın gösterdiği ve Rasül(sav)'in örneklediği bir çaba ve mücadele içinde olmak için ortaya samimi gayretlerden oluşan bir kulluk mücadelesinin ciddiyetini koymak hepimiz için şart olduğuna göre;

Batıl davalar, çağdaş siyasi ideolojiler ve sapkın inançlar uğruna, bir amaç ve hedef gözeterek bu coğrafyada bazı insanların dağlara çıkıp yokluk ve mahrumiyetler içerisinde gerilla hayatı yaşamaya razı olmaları, hatta severek ölümü göze almaları, bunu pratik hayatlarıyla tasdik edip kimilerininse bu uğurda can vermesine bakarak bizler kendi samimiyetlerimizi tekrar gözden geçirmeliyiz.

Samimiyetin dinî literatürde tam karşılığı olarak ihlâs kavramını karşımızda buluyoruz. Takva, içtenlik ve hasbilik te buna ilave edilebilir.

İman iddiaysa ve amel de imanın isbatı ise; bu yöndeki islâmî çaba ve gayretler de samimiyetin isbatıdır, kendini gerçekleştirmenin diğer bir ifadesidir.

Allahtan başka İlah, Rabb, İslâm'dan başka din, tanımamak ve onlara canı/kanı pahasına karşı çıkmakla emrolunmuştur inananlar. Rabbine, İlâhına, Yaratıcısına karşı nankör olan insan elbette ki diğer insanlara karşı da nankör olacaktır.

İnancını hayatına amel/fiil olarak aktarmak, imanı görülür ve bilinir kılmak ilahi bir emirdir. İman gizlenemez. Allah'ın razı olacağı bir hayatı iman ekseninde inşa edip oluşturmak ve bu uğurda gereken mücadeleyi vermenin adı kulluktur.

Şirksiz, küfürsüz, isyansız, pazarlıksız, ortaksız bir hayatın iman sahiplerinden istenmesi, onların Rabb'lerine karşı sorumlulukları yani Allah'ın imanlı kulları üzerindeki hakkıdır.

İmansız kullar, imanı reddeden, kulluğu kabul etmeyerek isyankarlığı seçen asî kullar bu hayatın oluşturulmasında sorumlu değillerdir. Yaratıcısını, Rabbini unutan ve müstağnileşenler bunun dışındadırlar. İmtihan da burada başlamakta ve yollar buradan ayrılmaktadır zaten.

İman ameli doğurur ve besler. Dolayısıyla müslümanlar imana yaslanan ameller, tavır ve davranışlar içerisinde olmak mecburiyetindedirler.

Yozlaşmalara engel olmak istiyorsa, Dine, vahye tutunacak, Hayata dair inşa, ihya ve ıslah faaliyetlerinde yer almak istiyorsa Kur'an'a ve Sünnet'e yaslanacak, Rabbinden başka otorite, kanun koyucu, yaratan ve yöneten tanımıyorsa insan, ona göre bir tercih ve yaşayış sergileyecek, Hayatında imanı veya küfrü tercih ettiğine dair net çizgiler, ifadeler ve bunların açık izleri, yansımaları görülecektir müslümanların.

Amele dönüşmeyen iman kuru bir iddia olarak kalmaya mahkumdur. Halbuki her türlü amelimizi, düşüncemizi, hayat algımızı iman şekillendirmeliydi.

Samimiyetsiz gayretler boşunadır ve Gayretsiz samimiyetler de yetersizliğe mahkûmdur.

Terzi nasıl elbise dikerek ve mesleğini icra ederek sanatını fiilen gösterirse, Mimarlar, mühendisler plan, program, proje çizip iş üretecek ve bir teşebbüse imza atarsa, Doktorlar teşhis ve tedavide yenilik ve gelişmeleri takip ederlerse, Bilim adamları icad, keşif, gözlem ve deneyimlerde bulunurlarsa;

Müslüman da sorumluluklarını samimi gayretlerle destekleyerek hayata müdahil olacak, proje üretecek, çözüm ve tedavide samimiyetle yer alıp bireysel gayret ve sorumluluklarını severek, pazarlıksız ve karşılıksız olarak yerine getirecektir.

Kolunu, bacağını, zamanını, evladını, parasını, imkânlarını Rabbi için seferber ve feda etme bilinciyle hareket etmek esastır.

İşte o zaman "Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alış verişten dolayı sevinip müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur."(9 Tevbe 111) ayetini aynel yakîn, hakkel yakîn olarak idrak etmek mümkün olur.

İmam Ebu Hanife'ye atfedilen "Her namaz kılmayan kafir olmaz, ama kafirler namaz kılmaz" sözünden hareketle hatırlatıp soralım biz de; kelime-i şehadetin anlam ve içeriğini hakkınca/gereğince bilmeyen, yani neyi kabul veya reddettiğinin farkında olmayan, namaz kılmayan, oruç tutmayan, hacca gitmeyen, kurban kesmeyen, zekât vermeyen, faiz/kredi kullanan, Kur'an'ı okuyamayan, Hadis nedir bilmeyen, İslâmi/Kur'anî dil ve kavramlara yabancı, gıybet ve dedikoduyu gayet rahat yapan, sözünde durmayan, düğün ve cenaze törenlerini müslümana hiç yakışmayan ve bekleneyecek bir tarzda organize eden, Milli kumar/piyango, sayısal loto, toto oynayan, (ilâ ahir) insanlar acaba müslüman değiller mi? Allah inançları yok mu?

Kendi kendimize soralım ve yine kendimiz cevap arayalım isterseniz;

İçkiye alkol, faize kredi, rüşvete hediye, kumara şans oyunları, zinaya aşk, Ahid/Akd/Söz/Misak'a randevu diyenler acaba bu ifadelerinde ne kadar samimidirler dersiniz?

Ya da; Suriyeli, Iraklı, Sudanlı, Filistinli ve Myanmarlı(Arakanlı) mazlum kardeşlerimiz bizim hayatımızda hangi yeri ve ne ağırlıkta işgal ediyorlar, ilgilerimizin neresindeler? Dualarımızdalar mı, Yardım elimizi onların üzerinden hiç çekmedik mi? Bir an bile onları aklımızdan çıkarmıyor ve onların dertleriyle dertlenmekten, keder ve elemden, üzüntüden kendimizi alamıyor muyuz? Ne dersiniz?

İnançta samimiyetle, amelî gayretler ve kardeşâne yaşayışımızla ancak hayırlı ve bereketli yarınları, tevhidî özlemlerimize göre inşa etmek mümkündür.

Bizler hayatın her alanında ve her zaman doğru sonuç alabilmek için samimi bir şekilde çaba ve gayretlerimizi birleştirerek ortaya koymaya çalışacağız.

En azından kendi kuşağımızda gerçekleştiremediğimiz sorumluluklarımızı mümkünse bizden sonrası için evlatlarımızla, olmadı torunlarımızla gerçekleştirip başarabilmek için hep birlikte samimi ve gayretli bir var oluş ortaya koymak zorundayız. Müslüman olmak ve kendini dünyanın gidişinden sorumlu hissetmek; hayata dair inşa ve ıslah faaliyetlerini, toplumu dönüştürme görevini bize yüklüyor, ödev veriyor.

Allah insanları ve cinleri kendisine ibadet/kulluk etmeleri için yaratmıştır. Ve bizleri bekleyen ve yapılması gereken, önümüzde çok ciddi işler var.

Nusret, fetih ve gaybî yardımları celbedip, çeken, ortaya çıkaran unsur; ihlastır, ihsandır, samimi gayretler, temelde Allah'a teslimiyet ve tevekküldür.

Hepimiz biliyoruz ki; Allah(cc)'ın yardım, destek ve himayesi; yerinde sayan, oturup duran bir topluluğa değil, ortaya bir iş, içtenlik ve samimiyet koyarak Rabbinin yolunda kulluk ve tevhidî mücadele için gayret gösterenlerle beraberdir.

Dolayısıyla günübirlik değil uzun soluklu, gelişine göre topa vurarak değil stratejik/taktikli davranarak, süreci öngörerek, aşamaları önceden bilerek, tasarlamak, düşünmek, hayata ve mücadeleye bütüncül bakmak her akıllı müslümanın öncelikli görevleri arasındadır. Dine, davaya olan inancın, sadakat ve samimiyetin de göstergesidir.

Bozuk para ile Cennet olmaz, Cehennemden kurtulunmaz. Bozuk para mahiyetinde kalan ucuz, cılız, günübirlik, gelişi güzel tavır ve tasarruflar değildir bizlerden istenen. Köklü, temelli, uzun soluklu bir kardeşlik organizasyonu ve kollektif mücadelenin içinde olmaktır. Cemaate giden islami mücadele yolunun, kim bilir, belki de Cennet'in önünü açmaktır.

Nice az toplulukların nice çok topluluklara karşı galibiyetini unutabilir miyiz?

Azamî 1'e 10 veya asgarî en azından 1'e 2 oranında üstünlük, zafer ve galibiyetin sırrına bakacak olursak; bu omuzların bu yükü kaldırmaya müsait şekilde yaratıldığını göreceğiz. (Bu ayetlerin yorumu ve tefsiri olarak konuşa bakıldığında savaş ve barış zamanlarındaki yeterlilik veya asgarî/azamî tâkat-güç yetirme gibi ayırımlar görülür)

"Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez....." (2 Bakara 286)

"Ey Peygamber, mü'minleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, bunlar da kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur." (8 Enfal 65)

"Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za'f olduğunu da bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah'ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir." (8 Enfal 66)

Elazığ Palu'dan, Molla Abdullah'ın 80'li yılların başlarında, kudretli paşaların iktidarda oldukları ihtilal yıllarında başörtü ile ilgili sayfalarca yazıyı devletin zirvesine göndermesi, akabinde karakollarda işkence ve eziyete düçar olması, çıkışta kendisine bundan sonra daha dikkatli olması telkin edildiğindeyse, evet bundan sonra da dikkatli olacağım, çünkü bunlar dikkatli olduğumuz için başımıza geldi diyerek, cesaret, azim ve kararlığını ifade etmesi hem o günler hem günümüz için takdire şayan bir samimiyet örneğiydi coğrafyamız için.

Arkadaşlık, dostluk ve sırdaşlık konusunda internette meşhur olup kolayca bulunabilen "Sarımsak Tarlası" hikayesi malumunuzdur.

Birkaç tane ezgi veya marş bile söyleyememeyi neyle açıklarsınız dostlar?

Çok okumaktan dolayı (anlamaya ve öğrenmeye çalışırken) Kur'an'ınımız veya Mealimiz eskidi mi hiç?

Kur'an'a talebe olmaya çalışanların acaba Kur'an'la araları nasıl, O'na ne kadar, nasıl, niçin, kiminle ve nerede zaman ayırıp harcıyorlar dersiniz?

Allah'tan başka dost, veli, yardımcı aramamak zorundaysak; Gavs, kutup, şeyh, mürşid, evliya, şefaatçi vs. edinenlerin halini neyle açıklayabiliriz? İmanda samimiyetsizlik, itikadi yozlaşma ve her türlü amelî sapkınlığın sonucu değil midir tüm bunlar?

Günümüzde çokça şahit olduğumuz çeyrek tesettürler; bakbana marka eşarplar, süslenmek için giyinmeler, neyle açıklanabilir dersiniz? Samimiyet veya gayretle bir ilgisi var mı bunların? Elbette ki yok.

Biraz daha öze ve içe dönerek bazı tesbit ve saplamalarda bulunursak; Müslüman kardeşlerine, iman iddiasında bulunanlara karşı kaçak güreşmeler veya gard almalar diyerek belirginleştirebileceğimiz gizli-saklı (iman sahiplerine yönelik bir davet ve çağrı içermeyen, alenîlik taşımayan) oturum, örgütlenme, yapılanma ve oluşum çalışmaları samimiyetten uzaktır, kısırdır, fasittir. Davetçi kimliğiyle ve kardeşlik olgusuyla örtüşmemektedir. Fakat buna rağmen bunlara da dışlanmadan ve kestirilip atılmadan yaklaşılması ve mümkünse tedavi edilmeleri gerekir. Olsun o/onlar Allah ve Rasülü'nü seviyor bakışıyla yaklaşabiliriz pekâla.

Ben yaptım oldu mantığını biz içimizde bir yerlere oturtamayız ve sağlıklı bulmayız. İstişaresi ve murakabesi olmayan kıymeti kendiliğinden menkul oluşumlar yarınlar için ümit vâd etmezler. Kendi örgütsel, klikçi, hizip mantığı ve kategorisel zihniyet içerisinde mensuplarınca tutarlı/başarılı sayılabilecek kimi durum ve yaklaşımlar söz konusu olsa da bu durum ümmetçi zihniyet ve açık davet ilkesi ile alenîlikle, bağımsızlıkla çelişmektedir.

İman ve para da kimdeyse kesinlikle belli olur. O kendisini belli eder. Paralı ve imanlı kimseler sanki bu güzel imkandan mahrummuş gibi davranamaz veya yaşayamazlar. Yoksa kardeş kardeşini nasıl tanıyacak değil mi? Allah korusun münafık/müşrik olmak işten değildir. Sonuçta kendileriyle çelişmiş olurlar.

Habil / Kabil örneği sürekli bizim gözlerimizin önünde olmalı.

"Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden), "Andolsun seni öldüreceğim" dedi. Diğeri de "Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder" dedi (5 Maide 27)

*********************************

Ülkede uzunca bir zaman borusunu öttürüp siyasete yön veren Demirel'in AP genel başkanlığına aday olduğunda adaylık kampanyasını yürütürken, sabahları Kur'an okunmadan kahvaltı yapılmayan bir ailenin evladı olduğuna işaret edip bunu vurgulamaya ihtiyaç duymasından tutun da;

Günümüzde kimi cenaze törenlerinin şova dönüşmesi, Başörtülü vekil çıkarıp göstermeler, Kurban kesmeler, Kur'an öpmeler, başörtü ve eşarp dağıtmalar, Şehidlik kavramının istismarı ve içinin boşaltılıp laik, liberal, resmi ideoloji ve demokrasiye göre doldurulması (Demokrasi şehidi, basın, spor, bilim şehidi, masa, köşe şehidleri), Başörtülü, mağdur edilmiş, çaresiz, sığınacak kapı arayan üniversite öğrencilerine yapılan ahlaksızca (ikinci eş olmalarını) teklifler neyle açıklanabilir? Hangi imana, akıl ve izana sığır ki? Genel ev işletmekler, Vergilendirilmiş kazancın kutsallığı safsatasını öne çıkarmak, Oya gelince muhafazakar/dindar, icraata gelince laiklik çığırtkanı ve dinsiz politikalar, Ne de yakıştı haspama koyvermişliği, Ele verir telkini kendi yutar salkımı, Dediğini yap, yaptığını yapma, arkasından gitme, Özü sözü bir olmamak, müslümanlardan gözükmek, Kandil gecelerinde bar, pavyon, birahane ve benzeri yerleri tatile almak, Ramazanda kısmen daha az dekolte giyinmek......

Bütün bunlar toplumdaki çürüme, kokuşma ve yozlaşmanın, ifsadın küçük birer örneği olup, buz dağının yalnızca görünen kısmı değil midir?

*************************

Her şeyden önce şunun altını doldurmalıyız; Samimiyet olsun veya gayret, çaba, mücadele olsun her ikisi de kesinlikle düşünsel, teorik, fikri şeyler değildir. Pratiğe, amele, yaşayış ve örnekliğe ilişkindir. Tabii bu arada gönüllülük ve dava algısını da kesinlikle gözden ırak tutamayız.

Bizler; ne dindarız, ne islamcıyız ne de muhafazakâr! Bizler Allah(cc)'ın Kur'an'ında belirtildiği üzere sadece müslümanlarız. Eğer iman davasının yaşayan neferleri olmak istiyorsak bu iki güzel hasleti, samimiyet ve gayreti içselleştirmeli ve üzerimizde şerefle taşımalıyız.

Kendimize adanmışlık, aidiyet, kulluk, dava adamlığı, İslâmî kimlik ve kişilik penceresinden, dindeki gayretlerimiz, ihmal ve kusurlarımız, samimiyetlerimiz ve fedakârlıklarımız çerçevesinden tekrar ve sağlıklı bir şekilde bakmak durumundayız.

Yol almak istiyorsak gönül dili ve hal şivesiyle, bir an önce ve hep beraber samimi gayretler ve fedakârlıklar ortaya koymalıyız. Lakin, bizim hiç kimseyi gaza veya dolduruşa getirmek, dolmuşa bindirmek gibi bir niyetimiz asla yok. Olsa olsa gayrete getirmek ve yüreklendirmek vardır, cesaret ve diğergamlık aşılamak vardır. Hemhal olmak vardır dostluğumuzda.

Bizim geleceği kimlik değerlerimiz üzerinden ve hayırda yarışarak inşa edebilmek için öncelikle kendi aramızdaki samimiyet temellerini yükseltmeye ve gayret harcını fedakârca ve birlikte karmaya ihtiyacımız var. Safları sıklaştırmaya, içimizdeki çürük elmaları ayıklamaya, hasta ve yaralıları tedavi edip iyileştirmeye ihtiyacımız var.

Evet bizler bir cemaat değiliz, fakat kardeşliğin ciddiyetini, hatır ve ağırlığını onurla taşımanın gereğine sanki vakıf değilmiş veya buna inanmıyormuş gibi davranıyoruz. Buna hakkımız yok.

Bizim ders ve sohbet meclislerimizde bulunanlar birbirlerine karşı ne kadar samimiler veya ne kadar yakın tanışıyorlar dersiniz? Birbirimizle aynı safta iki rekat namaz bile kılmamışsak, Kur'an okuyuşlarımıza hiç şahit olmamış, aramızda dertleşmemiş, kardeşimize sırdaş olmamışsak, sohbet/ders arkadaşının ismini, evli mi, bekâr mı, adresi ne, çoluk-çocuğu var mı, ne iş yapar, nerede çalışır, memleketi neresidir, neyle ve nasıl geçinir, nereden gelip nereye gitmektedir, bütün bunları bilmemek veya önemsememek ne demektir sizce? Samimiyete sığar mı yakışır mı bunlar?

Samimiyet paylaşmaktır dostlar. Paylaşmak ise berekettir. Bereket Rahmettir. Rahmet olmazsa zahmet olur, sıkıntılar çoğalır. İnsan yalnızlaşır ve Rabbini unutup nankörleşir. Körelir ve yok olmaya mahkum bir hale düşer.

Enerjileri sinerjiye dönüştürmek, birlikten rahmet ve bereket devşirerek kuvvet oluşturmak birlikte yaşamanın en güzel kazancı ve Allah(cc)'ın mü'min kullarına ikramıdır.

Rabbimizin razı olacağı, bağımsız, muvahhid, girişim ve oluşumları ortaya çıkarmak samimiyet, bunların içini dostluk, kardeşlik, yardımlaşma, paylaşma ve daha birçok güzelliklerle doldurmak ise gayrettir.

Şunun açıkça bilinmesi gerekir ki; bir Müslüman bir başka müslümanın, meşrûiyeti tartışılmayan islâmî bir gurubun, çalışmanın aleyhinde ve karşısında olamaz. Hele mahremiyetleri aşıp üstüne vazife olmayan konuları araştırarak tecessüs etmeye hiç yeltenemez.

İnşaAllah bizler akîl adamlar olduğumuzu sanıp iddia etmeden, kendimizi merkeze oturtarak dünyanın bizim etrafımızda döndüğünü, şehrin veya coğrafyanın nabzının burada ve bizimle attığını sanmadan, fırka-i naciye'cilik, bencillik yapmadan fedâkârca çaba ve gayret sarf ederek, kulluğumuzun gereğini bütün içtenlik ve samimiyetimizle yaşayacağız.

Fakat buna karşılık; kimi gurup, cemaat, vakıf, dernek, kurum ve yapılar aleyhine, muhbirlik, ajanlık yapmak, truva atı rolüne özenip soyunmak, içeriden keşif ve değerlendirmeler yapıp bazı meraklı resmî veya sivil mihrakların beklentilerini karşılayıp, mahremiyeti ihlâl ederek önce dost kılığında içeriye girip sonra da dışarıya sır ve bilgi taşımak, servis etmek, paylaşmak gibi gayri insanî, gayri islâmî ve gayri ahlâkî haller ise samimiyetsizliğin ta kendisidir. Bütün bunlar Allah(cc) korusun en başta münafıklık alametidir. İmanî zaafiyetler taşımaktır. Islaha ilgiye ve tedaviye muhtaçtır.

Bizler inşaAllah; anlaşılır bir davetin, kucaklayan bir yüreğin ve kuşatıcı bir tavrın sahibi olmak, orta yerde alenen/belirgin bir şekilde durmak, iman kardeşlerine yönelik tutulan dosya, rezerv veya B planı bulunmamak, kapalı kapılar arkasında iş tutmamak, müslümanlara karşı asla teyakkuzda bulunmamak, kendisinden emin olunmak, onlara karşı gard almamak durumundayız.

Gizli bir ajandaya sahip olmak, iman kardeşlerine yönelik ikinci/diğer bir yüzü veya B planı gibi başka planları bulunmak, karşısındakinin samimiyet, duyarlılık, fedakârlık veya bilgisini ölçüp tartmak niyetleriyle yoklama çekmek, kardeşini çeşitli hallerde denemek gibi, bazı mahremiyetlerine yönelik tecessüs girişiminde bulunmak gibi gayri ahlâkî tutum ve tavırlara sahip olmak; samimiyetsizliğin ta kendisi olup, ahlâksızca, ben merkezci, egoist, dünyevileşmiş, çıkarcı, kınanması ve ıslah edilmesi gereken hastalıklı bir kişilik ve zihniyetin ürünüdür.

Özelleştirecek olursak; taraftarlık yapmak, adam satmak, grup, hizip, klik vb. eğilimlere göre hareket etmek kesinlikle doğru değildir.

Kimsenin kimseyi samimiyet ve liyakat testinden geçirmeye yetkisi yoktur. Birinin paçasını/yakasını tutup onu/onları yolundan engellemek, hızını kesmek diğerinin üzerine vazife değildir. Hakkında şayia oluşturup türlü yakıştırmalarda bulunmak ise çok çirkin bir davranıştır. Bizim mahallede işler böyle yürümemelidir. Böyle yürüyecekse, bir şeyler ters gidiyordur veya birileri konuya tersten yaklaşıyordur. Oyun bile kuralına göre oynanır.

Dersten, guruptan, çalışma ve halkalardan başka dersler, gruplar, çalışma ve halkalar için adam ayartıp çalmak, ava çıkıp olta sallamak, uygun pozisyondaki kişilere yönelik gizliden bazı davet veya telkinlerde bulunmak, yer yer ifşaat görünümlü ifrazatları paylaşmak müslüman kardeşlerine karşı işlenmiş ağır cürümlerdir. Açık ve net birer samimiyetsizlik örneğidir. İstismardır, suistimal etmektir, ihanettir. İleride mümkün olabilecek bazı yakınlaşma ve birliktelikleri şimdiden bloke edip engellemektir. Kardeşlik köprülerini inşa etmek dururken, bu köprünün ayak basabileceği tüm zeminleri körü körüne kundaklamaktır. Fitne tohumlarını bencillik, ihtiras ve grup asabiyetiyle, kendi elleriyle yeşertmektir.

Kaybedecek bir dakikamız, kendisinden uzaklaşarak fedâ edilecek hiçbir kardeşimiz, bırakılacak hiçbir çalışma ve organizasyonumuz yoktur. Bu yolda her bir zerrenin kendiliğince ağırlığı, kıymeti ve önceliği vardır. Hiçbir görev ve sorumluluğumuzdan asla vaz geçemez ve onu hiçbir şart altında erteleyemeyiz.

Samimiyetle çalışmak ve bu yolda canla başla gayret etmekten başka çıkar yol, Allah(cc)'tan başka izin alınacak otorite, korkulup izin alınacak ve yardım istenecek bir merciî yoktur. Başarı ve yardım Allah(cc)'ın izniyledir.

Vesselâm......